Doğruları söylememenin ve hırsızlığın milli gurur olduğu bir coğrafya!

Serhat İncirli

Yeni parlamento ve yeni cumhurbaşkanlığı sarayı sözü verilmişti ya!
Hatırlıyoruz hepimiz değil mi?
Aslında iddialara göre o gün verilecek olan “esas söz”, yeni saray veya yeni meclis binası veya millet bahçesi değil; çok daha ileri bir şeylerdi!
Siyasi anlamda deprem yaratabilecek, lakırdısı daha önceden edilmiş bir konuydu!
Neyse, nasıl oldu, neden oldu bilinmez ama kolaylıkla tahmin edilebilir o “söz” yutuldu; saray ve parlamento binası meselesi de hikaye oldu!
Yapılmayacak mı?
Hastane gibi birkaç defa daha söz verilebilir ama ne saray yapılacak ne de yeni parlamento!
Peki, yalan mıydı o sözler!
Propagandaydı!

-*-*-

Geri kalmış veya geri bıraktırılmış demokrasilerde bu tür yalanlar ya da benzer propagandalar gayet doğaldır.
Halkı uyutmak, avutmak ve oy almak maksadıyla yapılır…

-*-*-

Geri kalmış demokrasilerle ileri demokrasiler arasında, siyasi kültür açısından çok ciddi farklar vardır ve bu tür “ufak yalanlar” vatandaşın asla sıkıntısı olmaz.
Ama ileri demokrasilerde, “hastane sözü” verip de yapmamak, bir daha siyasette olmamakla eşdeğerdir!
Almanya Şansölyesi, “buraya bir yeni saray, bir millet bahçesi ve yeni parlamento binası yapacağım” der ve birkaç ay içinde bu inşaatlar başlamazsa, o şansölye biter!
Haliyle Almanya Şansölyesi veya İngiliz Başbakanı bu türden “sallamalar”a asla giremez!

-*-*-

“Egemen eşit devlet” iddiası da bir yalandır!
Olmayacağını söyleyenler bilir, söyletenler de bilir ama “propaganda” maksatlı olarak, milliyetçi gaz vermek adına “bizim siyasetimiz artık budur” denilerek, insanların duyguları ile oynanır.
Sonra “toplum lideri” diye, Antonio Guterres’in karşısına çıkılır!
Kardeşim sen egemen eşit bir devletin Cumhurbaşkanı isen, “toplum lideri” sıfatıyla sana yapılan daveti yırtıp atman gerekmez mi?

-*-*-

Söylediğim gibi; geri kalmış demokrasilerde, bu tür siyasi yalanlardan ölen olmamıştır hatta bu tür siyasi yalanlar seçim kaybetme sebebi de değildir.
Haliyle, “salla gitsin da gorkma” şeklinde açıklanabilecek siyaset, devam eder…
“Ben egemen eşit devletin başkanıyım” diye Hasan Sertoğlu ile sohbet eder, her sabah Bellapais’te yürüyüş yapar, fotoğraf paylaşırsın ama Türkiye’de bile Nasreddin hocanın huzurundasın!
Guterres ile görüşmek mi?
“Toplum liderisin”…

-*-*-

Yalan söylediğimiz için utanmayız, çekinmeyiz…
Aslında hiçbir konuda utanmıyoruz…
Oysa utanmamız gereken öyle rezil durumlar var ki!

-*-*-

Mesela dün Rum basınında okudum…
Bizim 1974’ten sonra Alaniçi dediğimiz bir köyümüz var…
Eski adı Peristeronopigi veya Pigi – Peristerona…
Piyi Peristerona derdik eskiden…
Bu köyde Kıbrıslı Türkler de yaşardı ama 1958’de göç ettiler…
Bir kısmı Küçük Kaymaklı’ya, bir kısmı ise birkaç mil ötedeki Muratağa köyüne yerleştirildi.
Muratağa’da o yıllarda Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği’nin girişimiyle ilk kez toplu konut ya da göçmen evleri yaptırıldı. Ve bu evler bir ayda bitirildi, insanlar içine yerleştirildi…
1974’te, Sandallar ve Atlılar köylüleri ile birlikte, Muratağalılar da toplu katliamın kurbanı oldular…

-*-*-

Kıbrıs’ta bir dram yaşandı değil mi?
Yaşandı!
Karşılıklı suçlar da işlendi değil mi?
İşlendi!
Toplu katliamlar da bu suçların en başındadır!

-*-*-

Ve tabii ki toplu hırsızlıklar… 
Mesela 1974’te, Piyi Peristerona’daki Ayios Anastasios adlı tarihi bir kiliseden, 1778 yılında yapılan çok değerli ikonlar çalındı… “Kraliyet kapıları” adı da verilen bu çok ama çok değerli ikonlara 1990’larda Japonya’da rastlandı!

-*-*-

Kim mi çaldı?
Japonya’ya nasıl mı götürüldü?
“Rum – Yunan ikilisi” canlarım benim!
Biz hırsızlık yapmadık ki!
Biz biraz “ganimet” yaptık ki o da “hakkımızdı” değil mi?

-*-*-

Yok gardaş, hırsızlığın açıklaması yoktur!
Farklı kültürlerde, farklı davranışlara bakış açısından mutlaka farklılık olur…
Örneğin Taliban ile İsviçre’nin “kadına bakışı” farklıdır.
İkisinden birini beğenmeyebilirsiniz ve eleştirirsiniz…
Ama “hırsızlık” denen olayın, sanırım Dünya’daki hiçbir kültürde farklı bakış açısı olamaz.

-*-*-

Evet, Tokyo’daki Kıbrıs büyükelçiliği Piyi Peristerona’dan 1974 sonrasında çalınan “iconosta”ları yani çifte ikonları yıllarca takip etti.
“Kanazawa College of Art” adlı sanat üniversitesinde sergilenen bu ikonostalar ya da ikonlar, dün Kıbrıs Cumhuriyeti’ne getirildi.
Tören yapıldı.

-*-*-

Bu bir ilk değil…
1974 sonrası onlarca kilise soyuldu.
Çalınan ikonlar, mozaikler yıllar sonra Amerika’da, Almanya’da ve hatta sonuncusu Japonya’da bulundu…

-*-*-

Siz dilediğinizi anlatın, dilediğiniz yalanı söyleyin; “çalan” kim?
“Türkler”…
Kimden çalmışız?
Ortodoks Kilisesi’nden!
Utanıyor muyuz?
Ne münasebet!
Katliamlar olmuştu, hep suçlu Rumlardı, bize saldırmışlardı… 
Eeeeeeee, sonuç!
Hırsız mıyız?
Evet!
Çaldık mı?
Evet!
Sonuç: Rezalet!

-*-*-

Biliyor musunuz?
Bu hırsızlardan kimse hesap da sormadı…
St Barnabas İncili gibi, olağanüstü değerde bir İncil var çaldıklarımız arasında…
Maraş’ta, hala bir apartmanın bodrumunda, oksiyonoyla ikiye ayrılmış onlarca kasa duruyor!
Maraş’tan çalınanlar arasında, Dünya’nın en değerli 30 altın ve mücavherat koleksiyonu olduğu biliniyor mesela!

-*-*-

Nasıl dediniz?
Eşit ve de eemen devleeeeet?
Bağımsız ha!
Anladım canlarım benim, anladım!
Ama sizin anlayıp anlamadığınızdan hiç emin değilim!

-*-*-

KKTC mi?
Eskiden “sahte devlet” ya da “psefto cratos” derdim!
Gerek yok, artık demiyorum!
Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; hırsızlığın ve doğruları söylememenin “milli gurur” kabul edildiği bir coğrafyadır!


Kalitesiz yakıt öldürür mü? Başbakan ve Cumhurbaşkanı sus pus!


Hep yalan söyleyin, ama mutlaka çok büyük ve çok parlak iki bayrağı çekmeyi unutmayın!
Tamamsınız!

-*-*-

Mesela Perşembe akşamı meyhanede masada sızın; Cuma günü TC Büyükelçiliği’nden veya Fuat Oktay beyin ofisinden adamlarla Cuma namazında buluşun!

-*-*-

Bu ülkede künyesiz gazete yayınlamak yasaktır… 
Ama Polis, bu şekilde yayın yapanlara “müdahil” olamamaktadır… 
Neden?
Çünkü belli ki polise birileri, “müdahale etmeyin” demiştir; polis da “n’apalım be gardaş!” ötesinde bir açıklamada bulunamamaktadır!

-*-*-

Adam eskiden FETÖ’nün KKTC’deki temsilcisiydi…
Şimdi, İngiltere’den sağlanan bir telefon numarası ile Facebook üzerinden gazete yayınlayıp, kendini bir büyük spor kulübünün yönetim kurulu üyesi olarak satmış İstanbul’daki sahtekar ve yalancı bir adamla KKTC’ye siyasi ayar çekiyor…
Ve Cumhurbaşkanı dahil, ülkede özellikle sağ kanattaki siyasilerin büyük çoğunluğu bu FETÖ’cü eskisi ile İstanbullu yalancı avukatın oyuncağı olabiliyor…
Neden?
Çünkü bu adamlar, Cumhurbaşkanı ve sağ siyasetteki bazı kişilere, sanal gazeteleri ile “gaz” veriyor; onlar da gazı gayet rahat alabiliyor…


-*-*-

Adımı kullanarak, açık ölüm tehdidi yayınlıyorlar, Polis, “sen da onlara yazıyorsun” gibi yorum yapabiliyor… 
Ben hayatımda kimseye, “benim gibi düşünmediğin için susturulman gerekir” diye yazmadım!
Ki bu da ayrı bir mesele!

-*-*-

Geçtim bunu!
Ülkeye kaynağı belli olmayan, kalitesizliğinin öldürücü olduğu iddia edilen yakıt sokuluyor!
Ne ilgili bakan, ne de kurum; bu yakıtın kalitesi hakkında net bilgi verebiliyor!
Toplum sağlığı tehdit altındadır!
İnsanlar ölebilir!
Başbakan sus pus!
Cumhurbaşkanı, tıssss!
Yeter ki, Başbakan’a “Sen TC’nin adayısın, yürü da gorkma” desinler; Cumhurbaşkanı’nı da sürekli gezdirip, “Bravo, sen bir tanesin, büyüksün” diye poh pohlasınlar!