Diyet, Mahkumiyet, Esaret, Hürriyet Ve Garantiler…

Kutlay Erk

Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde, Kıbrıslı Türklerle Türkiye’nin dayanışma içerisinde olmasına, karşılıklı yarar ve çıkarları nedeniyle, her iki tarafın da ihtiyacı var.
Tarafların bunu karşılıklı saygı içinde yürütmesi gerekiyor. Ancak, süreç içinde gelişen bazı nedenlerle Kıbrıslı Türkler Türkiye karşısında zayıf kaldı… Nedenlerden biri ‘Taksim’ci vizyon sahiplerinin, kendi kişisel ve zümresel ‘istikbal’leri için, Türkiye vesayeti altında gelişecek bir rejimi kabullenmiş, kurgulamış ve uygulamış olmalarıdır; bir diğeri de Kıbrıslı Rumlar marifetiyle Kıbrıslı Türklerin dünyadan soyutlanmışlığı… Kıbrıs Türk sağ siyasetinin Türkiye karşısında el-pençe divan durma alışkanlıkları, siyasi yönetimi Türkiye’den alınan kaynağı partizan ve popülist tutumla dağıtmak işine indirgemiş olmaları gibi nedenler de var tabii ki…
Tüm nedenlerin bileşkesiyle, Kıbrıslı Türkler Türkiye’ye özellikle mali açıdan muhtaç kaldı. İhtiyaçları Türkiye tarafından karşılanmayacak olsaydı, Kıbrıs sorunu Rumların istediği şekilde çoktan çözülmüş olacak, hem Kıbrıslı Türkler hem de Türkiye kaybedecekti. Kıbrıslı Türkler direnmeyi, Türkiye de desteklemeyi seçti; her iki tarafın çıkarları için de doğrusu bu idi. Doğal olarak Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye bir diyeti oluştu. Bunun da bedeli, Türkiye’nin kendi güneyinin askeri güvenliğinin ve ayrıca Doğu Akdeniz’deki ekonomik ve jeo-politik stratejik çıkarlarının korunmasının Kıbrıs sorununun çözümünde temin edilmesiydi. İki tarafın ilişkisinde ‘Mütekabiliyet – karşılıklılık’ niteliği vardı…
Zaman içinde bu nitelik değişti, Kıbrıslı Türkler Kıbrıs sorunun mahkumu iken Türkiye’yi yönetenlerin de esiri gibi bir durum gelişmeye başladı. Buna çeşitli yakıştırmalar yapıldı, vesayet de denildi ama sonuçta ilişki niteliğinin zehirlenmekte olduğunu ifade etmekte yarar var. Türkiye’yi yönetenler Kıbrıslı Türklerin sahip oldukları yeteneklerini geliştirmeye katkı yapmak yerine, horlayıp, “siz yapamazsınız, beceremezsiniz” diyerek kendileri doğrudan ve dolaylı müdahil olmayı tercih etmeye başladı. Kıbrıslı Türklerin başarılı oldukları konularda da Türkiye’den hormonlu rakipleri Kuzey Kıbrıs’a gönderdi… Mali kaynak desteği elbette bir program çerçevesinde olmalıdır ama Kuzey Kıbrıs’ın muhtarlarına kadar varan kurumlarına doğrudan kaynak kullandırmak ve bunu etki alanı yaygınlığına dönüştürmek doğru bir sonuç değildir. Mali kaynak desteği elbette ki ihtiyaç temelli olmalıdır ama bunu “dediğimi yapmazsan kaynak yok” noktasına getirmek doğru bir sonuç değildir. Kuzey Kıbrıs’ta siyasetin nasıl yapılması gerektiği yönündeki açıklamalar ve siyasetin kurumsal yapısına yorumlar da amacı aşan ve ilişkiler niteliğini olumsuz etkileyen girişimler olmaktadır.
Her iki tarafın da siyasilerinin ama özellikle de hükümet edenlerinin bu ortamı tedavi edecek yaklaşımlar içine girmesinde fayda var. Kıbrıslı Türkler daha fazla yaralanmadan ve yarasının acısıyla Türkiye’yi de yaralamadan bu yanlış gidişi doğru güzergaha çekmek gerek… Kıbrıslı Türkler için yanlış gidişin varacağı nokta, Spartaküs’ün vardığı nokta olabilir: “Kaybedecek zincirlerimizden başka bir şeyimiz yoktur.” Ve eğer zincirleri kırma noktasına gelirse Kıbrıslı Türkler, kurtuluşu Kıbrıs sorununun acil çözümünde bulabilir. Çözümün erken olması için de “gecikmiş adalet, adalet değildir” der gibi, “gecikmiş çözüm, çözüm değildir” diyebilir. Ve çözümü geciktirebilecek en hassas başlık da garantiler, onun bağlamında da Türkiye’nin garantörlük statüsüdür; stratejiler bunun üzerine kurgulanabilir. Zaten bu konuda birçok tartışmalar yaşanıyor ve buna rağmen Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünü savunuyor. Ama eğer Türkiye’ye diyet, Türkiye siyaseti marifetiyle mahkumiyete ve esarete dönüşecekse, Kıbrıslı Türkler, esaretin zincirlerini kırmak üzere Kıbrıs sorununun erken çözümü için, kendi güvenliklerini de sağlayacağına ikna olacakları başka garantileri tartışıyor ve benimsiyor olabilir. Ve Türkiye siyaseti Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs’ın siyasileri her iki tarafın da hayrına olması için, ilişkilerinin niteliğini yüksek düzeyde tutmalıdır. Ya karşılıklı mahkumiyet, ya karşılıklı hürriyet… Ya karşılıklı saygı, ya karşılıklı kopuş… Taraflardan birinin diğerine güç politikası uygulaması, zayıf görünen tarafın en tehlikeli araçlarını kullanma riskini tetikler… Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasındaki hali hazırda süregelen ilişki arızası, kritik araçların kullanıma hazırlanması ortamını beslemektedir. Bunun bir an önce engellenmesi gerekiyor.
Kim yapacak? Kuzey Kıbrıs sağ siyasetinin bunu yapacak hali yok. Görev, sol ve ilerici siyaset kurumlarındır ve doğal olarak da CTP’nin omuzlarındadır. Türkiye’ye karşı Kuzey Kıbrıs insanın onurlu temsilcisi olmak ve dik durmak ve Türkiye siyasetinin hataları nedeniyle zehirlenmekte olan ilişkileri kurtarmak ancak böyle olasıdır.
CTP, öncelikle Türkiye’nin iktidar partisi AK Parti ile olmak üzere Türkiye parlamentosunda temsil edilen tüm siyasi partilerle görüşerek, nitelikli diyalog kurarak, Türkiye ile olan ilişkiyi ‘karşılıklı diyetleri olan iki eşit tarafın karşılıklı yarar ve çıkar ve saygı ilişkisi’ne getirmelidir.