Bu memleketin kaderi aslında belli: Gitmesi gerekenler gitmediği sürece, kurumların duvarlarından ‘çürüme’ kokusu eksik olmayacak. Ama madem gitmemeye bu kadar hevesliler, o zaman en azından başında durdukları enkazı temizlemek zorundalar. Yoksa enkaz sadece ülkenin değil, onların da altında kalacak.
Bir devletin altını oyan felaketler bir gecede patlamaz. Sessizdir, görünmezdir, kimsenin dikkate almadığı “küçük” ihlallerle başlar. Bir yanlış atama, bir usulsüz imza, bir göz yumma… Yıllarca üst üste yığılan bu çürük taşlar, bugün içinde yaşadığımız koca enkazın temelini oluşturdu.
Ve maalesef ülkenin artık gizleyecek gücü de sabrı da kalmadı.
Gençler adadan kaçıyor. “Ekonomik kriz” demek kolay; ama gerçeğin bu kadar basite indirgenmesi tam bir kaçış psikolojisidir. Çünkü gençlerin asıl kaçtığı şey yoksulluk değil adaletsizliktir. Bu ülkede emeğin karşılığı yok, liyakatin itibarı yok, kuralın bir anlamı yok. Her gencin içindeki en derin yara şu:
“Bu ülkede hak eden değil, kayırılan kazanıyor.”
Böyle bir düzen umut doğurmaz; sadece ülkesine yabancılaşmış bir kuşak yaratır. Şu anda yaşadığımız tam olarak budur.
LİYAKAT YOKSA DEVLET ÇÖKER, YERİNE ÇAMUR DOLAR
Kamu yönetimi uzun süredir alarm veriyor. Sayıştay raporlarını açıyorsunuz: aynı hatalar, aynı usulsüzlükler, aynı sorumsuzluk zinciri. Ombudsmana giden şikayetlere bakıyorsunuz: vatandaş devletle kavgalı, kurumlar vatandaşla. Her gün bir başka skandal ortaya saçılıyor.
Sorunun kaynağı belli: Yıllardır devlet kadroları görev ehline değil, sadakat borçlularına teslim edildi. Bu tercihin bedeli ağırdır: kurumlar önce dirençlerini kaybeder, sonra işlevlerini, en sonunda da itibarlarını.
Liyakatın olmadığı bir yerde yolsuzluk sürpriz olmaz; yolsuzluk sistemin doğal adı haline gelir.
Ve biz bugün o noktadayız.
FAKAT SON GÜNLERDE BİR ŞEY DEĞİŞİYOR: ÇARK DÖNÜYOR AMA BU KEZ TERSİNE
İktidarın en tepesinde bir hareketlilik var; belli ki Başbakan da artık bu çöküşün kendisini de boğacağını fark etti. Müsteşarların peyderpey görevden alınacağı bilgisi kulislerde sadece bir söylenti değil, bir hazırlığın habercisi. Bu bilgi kesin! Görevden alınacaklar!
Dahası, operasyon sadece Başbakanlıkla sınırlı kalmayacak. Bütçe tamamlanır tamamlanmaz ilk müdahalenin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yapılacağı konuşuluyor. Orayı bilen bilir: Yıllardır sorunlar, şikayetler ve şaibeler en yoğun orada birikir.
Bu adımların devamında bir kabine revizyonunun geleceği neredeyse kesin. Ve belki de en önemlisi:
Tüm bakanlıklara Maliye Bakanlığı Teftiş ve İnceleme Kurumu ile Personel Dairesi denetim ekipleri giriyor.
Evet, artık inkâr edilemeyecek kadar geç kalındı. Evet, yıllardır yapılmayanları bugün ‘acil reform’ diye paketlemeye çalışmaları kimseyi kandıramaz. Ülke göz göre göre batarken, kurumlar lime lime dökülürken bu noktaya gelinmesinin sorumluluğu ortada duruyor. Ama ne olursa olsun, çürümüş yapının ortasında bile geç de olsa doğru yöne atılan bir adımı yok saymak da bu topluma yapılacak başka bir kötülük olur. Çünkü bu kadar boğulmuş bir memlekette, gecikmiş de olsa bir temizlik iradesi —sahici olduğu sürece— en azından nefes alacak bir aralık yaratır.
GERÇEĞİ SÖYLEMEK GEREK: BU DÜZEN ÇÖKMÜŞTÜR
Ülkenin çürümesinin sorumluları bellidir. Yıllardır koltuğunu korumak dışında bir hedefi olmayan siyasiler, kamuyu dolduran liyakatsiz atamalar, çıkar ilişkileri, hesap vermeyen yöneticiler…
Muhalefetin görevi eleştirmektir, hesap sormaktır, yanlışın üzerine gitmektir. Bu konuda vicdanı olan herkes konuşmalıdır.
Ama bir şeyi daha söylemek zorundayız:
Eğer bugün devletin tıkanmış yapısını açmaya yönelik gerçek adımlar atılacaksa, bunları sırf siyasi hesaplarla – hatta parti içi didişmelerle engellemek halkın değil, yalnızca yıllardır bu çarpık düzenin ekmeğini yiyenlerin işine yarar.
ÜSTEL BİR YOL AYRIMINDA: YA SİSTEMİ TEMİZLEYECEK YA DA SİSTEM ONU YİYECEK
Bugün Başbakan’ın önünde çok net bir denklem var. Kulisler diyor ki: Üstel, yönetici havuzunu komple gözden geçirmek zorunda. Zaten bakanların çoğu, kendilerine inanmayan, güvenmeyen müdür ve müsteşarlarla çalışmak zorunda bırakıldıkları için huzursuz.
Bu düzenin sürdürülemeyeceği ortada.
Ya bu çarpık yapıyı kıracaklar,
ya da devlet mekanizmasının çarkları Üstel’i de öğütüp bir kenara fırlatacak.
Bu memleket ‘temizlik operasyonu’ sözünü o kadar çok duydu ki, artık kimsenin kulağı kıpırdamıyor. Çünkü bugüne kadar vaat edilen hiçbir temizlik gerçekten yapılmadı. Şimdi adım atılacaksa —ki görünen o ki köşeye sıkışan düzen bir mecburiyet hissediyor— bunun önünde durmak değil, tam tersine bastırmak gerekir. Bu toplumun yıllardır gasp edilen adalet talebini güçlendirecek olan da budur.
GERÇEK CESARET ŞİMDİ LAZIM
Çünkü kurumlar kendi kendine ayağa kalkmaz.
Çünkü yolsuzluk kendi kendine bitmez.
Çünkü çürümüş kadrolar koltuklarından kendileri inmez.
Cesaret gösterilmezse, bugün “iyileşme sinyali” diye gördüğümüz her şey yarın yeniden çürümeye dönüşür.
Artık bu ülkenin sabrı yok.
Zaman da yok.
Aylar sonra seçim var. Bu dönem, “nasıl olsa seçim gelecek” diyerek oyalanacak bir dönem değildir.
Eğer Üstel’in niyeti gerçekten devletin çarklarını temizlemekse, bundan geri adım atması sadece kendisinin değil, ülkenin de çöküşünü hızlandırır.
SON SÖZ: ÇOK GEÇ KALINDI, AMA HÂLÂ GEÇ DEĞİL
Bu ülke normalleşmek zorunda.
Kurumlar ehil ellere teslim edilmek zorunda.
Denetim mekanizmaları artık çalışmak zorunda.
Kamuya çöken çamur temizlenmek zorunda.
Geç mi kaldık? Evet.
Çaresiz miyiz? Hayır.
Doğru adımların atılması için belki de ilk kez hem sorun hem de çözüm aynı anda görünür hale geldi. Şimdi mesele, bu adımların cesaretle tamamlanıp tamamlanmayacağı.
Artık top Başbakan’ın ayağında değil; tam anlamıyla omuzlarında. Çünkü vereceği karar yalnız kendi siyasi kaderini değil, bu ülkenin geleceğini de belirleyecek. Ve bu karar ertelenemez, oyalanamaz, zamana yayılamaz. Ülke bu lüksü çoktan tüketti.
Elbette bu hükümetin artık yerini yenisine bırakması gerektiğini savunuyorum. Ama madem bir süre daha kalıyorlar, o zaman bu çürümüş sistemi temizlemek onların boynunun borcu: Temizlik. Hesap. Arınma. Ya bunu yapacaklar ya da ülkeyi sürükledikleri çukurda kendi siyasi ömürleri de bitecek.