Devlet, Toprak ve Kıbrıslı Türkler

Niyazi Kızılyürek

Kadim Yunan’da politika (τα πολίτικά) toplumu ilgilendiren konularla iştigal etme anlamına geliyordu. Şehir-devletinin (Polis) temeli aktif yurttaşlardı. Yurttaşların kamusal işlerle ilgilenip siyasal irade sergilemeleri her şeyden daha önemli idi.

Bu bakımdan, şehir-devletine yurttaşlar-devleti de diyebiliriz.

Toprağa ikinci derecede önem veriliyordu. Örneğin, Atina-Isparta savaşlarında Atinalılar şehrin savunmasını güçlendirmek için bazı bölgelerden geri çekilmişlerdi ve Ispartalıların bir miktar toprak ele geçirmelerine göz yummuşlardı.

Çünkü şehir-devleti korumak, toprağı savunmaktan daha önemli idi.

Ve şehir, yurttaşlar-topluluğu anlamına geliyordu. “Politik” olan da bu idi.

Bu yüzden, Eski Yunan’da siyasal bir birim olarak “Atina” veya “Isparta’dan” söz edilmezdi. Yurttaşlar kastedilerek “Atinalılar” veya “Ispartalılar” denirdi.

Kıbrıs’a baktığımız zaman, Kıbrıslı Rumlar açısından da devletin topraktan daha önemli hale geldiğini görürüz.

Bu, kanımca, toprak karşılığında çözüm (land for peace) modelinin başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biridir. Ne Annan Planında, ne de daha önce ve daha sonra masaya konan çözüm önerilerinde öngörülen toprak iadesi, önerilen devlet modelinin kabul edilmesine yetmedi.

Belli ki, nasıl bir devletin oluşturulacağı, toprak almaktan daha fazla önemseniyor.

Türk kültüründe ise toprak çok önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu toprak kazandığı oranda varlığını sürdürebilen bir imparatorluktu. Türk milliyetçiliğinin yükselişinde de toprak kaybı önemli bir rol oynadı.

Alman milliyetçiliğinde olduğu gibi, kan ve toprak (Blut und Boden) Türk milliyetçiliğinde de esaslı bir yer tutar.

Bu anlayışta vatan, yurttaşlar-topluluğu değil, kan akıtılan topraklardır.

Nitekim Kıbrıs’a da bu anlayışla bakılıyor. Akıtılan kanın “koçan yaptığı” düşünülüyor!

Daha da vahimi, toprakla yetiniliyor!

Gelinen aşamada devleti Kıbrıslı Rumların, toprağı da Türkiye’nin elinde tuttuğu bir durum ortaya çıkmıştır.

Bu, bir tür çözümsüzlük-dengesi oluşturmuştur.

Ve bu çözümsüzlük-dengesi en çok Kıbrıslı Türkleri mağdur etmektedir.

Çünkü Kıbrıslı Rumlara toprak kaybettirirken, Kıbrıslı Türklerin siyasi varlığını tehdit eder noktaya gelmiştir.  

Başka türlü söylersek, Türkiye, Kıbrıslı Rumların toprağını, Kıbrıslı Türklerin de siyasi iradesini ele geçirmiştir.

Kıbrıslı Rumlar adanın kuzeyindeki %37’lik toprak olmadan da varlığını sürdürebilirler. Çünkü Polis’i (şehir-devleti) yönetiyorlar. Kıbrıslı Türkler ise iradi bir yurttaşlar-toplumu oluşturmaktan çok uzaktırlar.

Ve mevcut çözümsüzlük-dengesi içinde bu durumun Kıbrıslı Türklerin lehine değişmesi mümkün görünmüyor.

Çözümsüzlük-dengesine son vermek için toprak iade etmek çare değildir. Türk milliyetçiliğinin toprak-fetişizmi ile Kıbrıslı Rumların devlet-tutkusu, toprak iadesi üstünden sonuç almayı imkansız kılıyor.

Bu yüzden, tarihsel sürecin bu aşamasında her şeyi yeniden düşünmeliyiz. Sorulması ve yanıt verilmesi gereken soru, Kıbrıs’ta nasıl bir devlet istediğimizdir.

Ne üniter devlet, ne konfederasyon ama ne de ethno-federalizm çözüm değildir.

Ethno-federalizm kavramına biraz açıklık getirelim.

Devletin sadece ayrı ayrı etnik toplulukları çatısı altında bulundurduğu ve ortak yurttaşlık kavramı ile ortak kamusal alana şans tanınmadığı bir modelden söz ediyoruz.

Maalesef, Türk tarafı “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon” önerisini yıllardır hep böyle yorumlaya gelmiştir ve ethno-federalizmi uçlara taşımıştır.

Oysa yaşamın bütün alanlarının etnik çizgilerle belirlendiği bir uygulama çoğulcu, demokratik bir toplum anlayışıyla bağdaşmaz.

Bu olsa olsa, Osmanlı Millet Sistemine geri dönmek olur. Bunu da 21.yüzyılda hiç kimse kabul etmez.

Evet, her şeyi yeniden düşünmeliyiz, tabii eğer çok geç değilse...