Devam eden bir salgını yok saymanın sonuçlarını yaşıyoruz!

Birol Karaman

2020 yılının Mart ayında, üç Alman turistin covid-19 pozitif çıkmasıyla yaşadığımız kapanma sürecinin ardından yaz aylarında kısmen de olsa bir nefes alma imkânı bulmuştuk. O dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde olmamızın ve dönemin Başbakan’ı Ersin Tatar’ın da bu seçimlerde yarışacak olmasının etkisiyle daha radikal tedbirler alınmıştı. Sağlık açısından geminin yüzdürülmesi ve kısmi bir başarı görüntüsü verilebilmesi bu sayede başarılmıştı.

Elli günden fazla kapalı kalınan süre içerisinde yeni pozitif vakalara rastlanmamasının yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin seçime dönük katkılarıyla alelacele inşa edilen Acil Durum Hastanesi’nin fiziki varlığı belli ki herkeste bir rehavete yol açtı. Kış aylarının gelmesiyle birlikte ise bu rehavet, vakaların patlamasıyla bir yıldan kısa bir süre içerisinde ikinci kez kapanmaya yol açtı! 

Tabi bu kapanma ilkine göre ciddi farklılıkları da içerisinde barındırıyor. Öncelikle biraz bunlara değinelim…  

Öyle sanırım ki ilk farklılık, geçen yılki kapanma döneminde herkesin biraz da bunu bir eğlence aracına çevirmesi sebebiyle yaşanan sosyal canlılıktaydı. Hemen herkes çeşitli meydan okumalarla, yaptığı canlı yayınlarla kendini ve çevresini canlı tutmaya çalışmıştı. Bir kısım insan bunları yadırgasa da şahsen bu çabaların epeyce insanı psikolojik olarak ayakta tuttuğunu düşündüğümü paylaşmak isterim. İkinci kapanma döneminde bunların geçtiğimiz döneme göre ciddi biçimde azalmış olduğu ortada. İkinci kapanma ilkine göre daha büyük bir “içe kapanmaya” yol açmış görünüyor.

Mart 2020 dönemine göre diğer bir farklılık, sosyal yardım ağlarının bu dönemde zayıflamış olmasında. Önceki dönemde çok sayıda gıda yardım ağının kurulmuş olduğunu, başta iş insanları ve bir kısım duyarlı sendikanın desteğiyle oluşturulan dayanışma faaliyetleri bu dönemde pek de göze çarpmıyor! Hâlbuki ilk kapanmaya göre psikolojik yönün yanında ekonomik açıdan da daha fazla yıpranmış ve büyümüş bir kitle var. Bu, yalnızca işsiz kalan on binlerce insan açısından böyle değil, çalışma alanları giderek daralmış olan ve nakit sıkıntısı yaşayan küçük, orta ve büyük ölçekli iş çevreleri açısından da böyledir. Dolayısıyla durum önceki dönemden daha sıkıntılı bir haldedir.

Üçüncü ve en önemli farklılık ise her ne kadar önceki dönemde de yetersiz bulunsa bile devletin sosyal katkılarında önceki dönemden de daha kötü bir performans ortaya koymasındadır. Kapanmanın devam ettiği bir haftalık süre içerisinde tek bir adet ekonomik karar ilan edilmemiş, başta işsizler ve işsizler ordusuna yeni katılanlar açısından bu sürecin nasıl atlatılacağına yönelik bir açılım yapılamamıştır. Aynı şekilde açılmadan bu yana ciroları ciddi anlamda negatif yönde etkilenen küçük ve orta ölçekli esnafın hangi tedbirlerle ayakta kalmasına yardımcı olunabileceğine dönük bir plan henüz ortaya konmamıştır.

Hal böyle iken Başbakan’ın deyişiyle “çok net olarak” söylenebilecek şey şudur ki; ikinci kapanmayı yaşamamızın sırrı, bitmemiş bir salgını bitmiş varsayarak yaşanan rehavette saklıdır. Bu rehavetten de en başta devletin tepesinde bulunanlar sorumludur.

Sorumluluk; maskesiz ve mesafesiz bir biçimde köy köy gezerek maç sonucu bildiren Cumhurbaşkanı’nda, alınması gereken tedbirleri virüsün davranışını test edercesine “biraz daha bekleyelim” diyerek erteleyen ve daha büyük kayıplara yol açan Başbakan’da ve yine maskesiz ve mesafesiz olarak seçmenleriyle buluşmaktan çekinmeyen Başbakan Yardımcısı’ndadır.

Geride kalan bir yıllık süre içerisinde salgının sağlık yönüyle ilgili hiçbir noktada bir kelam etmeyi doğru bulmadım. O sağlık uzmanlarının işi… Ancak bu sürede inceleme şansı bulduğum kaynakların “salgının bitişini” iki açıdan ele aldıklarını gördüm.

Salgının bitişini anlatan ilk bulgu salgının tıbben sona ermesi olarak ele alınıyor. Bu yönüyle bakıldığında salgın süresince alınan tedbirlerin işlevselliği yanında virüsün seyri, sağlık sisteminin işlevselliği ve aşıların etkinliği gibi süreçler de önem kazanıyor.

Salgının bitişini anlatan ikinci bulgu ise salgının psikolojik olarak da bitmesi şeklinde ele alınıyor. Bu ise salgının tıbben bitişinin ardından devam eden psikolojik bazı etkilerin sonlanması ve bildiğimiz normale dönüş olarak adlandırılıyor.

Sanırım bizde olanlar ikinciyi, birincinin önüne koşmaktan oldu biraz da… Yani bitmeyen bir salgın içerisinde psikolojik olarak bittiğini imgeleyen yöneticilerin topluma verdiği mesajlar sayesinde! Şimdi bu yöneticilerden topluma yol gösterecek, umut verecek kararlar üretmesini bekliyoruz! Binlerce yaşlı ve risk grubundaki insan hasretle aşı beklerken onların hakkını gasp ederek aşılanan ve bunu da yüzleri kızarmadan paylaştıklarını gördüğümüz halde üstelik…