DERİN NEFES ALMA VAKTİ  

Sami Özuslu

Bunu da mı görecektik?
Kimsenin aklına gelmezdi, ama gördük işte.
Bir annenin, kendi çocuğunu hunharca öldürmesi gibi bir vaka bugüne kadar tecrübe etmediğimiz bir ‘şiddet’ vakası oldu.
7 yaşında bir çocuk, onu dünyaya getiren ve en fazla sevgi umduğu insan tarafından öldürüldü.
Torun severek yaşama bağlanan dedenin kalbi gördüklerine dayanamadı.
Ciddi psikiyatrik sorunları olduğu anlaşılan anne kendi canına kıymaya çalıştı, başaramadı.
Bir aile söndü.
Onlarca insanın yüreği kanadı.
Toplum adeta bir travmaya girdi.
Herkes üzgün, herkes öfkeli, herkes şaşkın, herkes çaresiz…

*  *  *

Olay duyulduğu andan itibaren medyanın bir kesimi ve sosyal medyadan yükselen feryatlar, öfke dolu haykırışlar, acılı sözler anlaşılabilirdir elbette…
Birçok kişi yaşanan trajediyi kalbinin derinliklerinde yaşamıştır mutlaka…
Her trajik olayda olduğu gibi ‘kendisini’ o olayda adı geçenlerin yerine koymuştur çoğu insan…
‘Hiçbir anne bunu yapmaz, yapamaz’ söylemi, aslında ‘Ben asla çocuğumu öldürmem’ demenin genellenmiş şekli olsa gerektir.
Elbette!..
İnsan –bırakın bir başka insanı, hatta canlıyı- canından can verdiği, üstüne titrediği evladını öldürmez, öldüremez.
Öyle değil mi?
Ama değilmiş işte…
Demek ki ‘evladını öldürebilen anne’ konumuna düşebiliyormuş bazen insan…
Ya da ‘baba’…
‘Kardeş’ veya…
Demek ki ‘insan’ bazen ‘insanlıktan çıkacak’ noktaya gelebiliyormuş.
Peki ama nasıl?

*  *  *

Yaşadıklarımız kabus gibi adeta…
Bir ‘korku filmi’ olsa gerek bu…
Keşke öyle olsa.
Film birazdan bitse, ışıklar yansa da ‘gerçek hayat’a dönsek.
Ama yok. ‘Gerçek hayat’tayız.
Korku filmi ya da kabus sonrası bile bazen dakikalarca, saatlerce etkileniyoruz. Elbette bu kadar gerçek, bu kadar gözümüzün önünde, bu kadar elle uzanıp dokunabileceğimiz bir vahşet karşısında şoka girecek, ne yapacağımızı şaşıracağız.
‘Evlat cinayeti’ diye bir gündemimiz hiç olmadı ki bugüne dek. Böyle bir ‘hazırlık’, bir ‘deneyim’ yaşamadık hiç birimiz.
Ne olaya müdahale etmek için apartmana giden sağlık görevlilerinin ruh hali hazırdı böylesine bir travmayı yaşamaya…
Ne olayın her yönünü araştırmakla görevli polisler…
Ne davayı yürütecek savcılıktakiler, ne karar verecek yargıçlar…
Ne toplum…
Ve –elbette- ne de basın…

*  *  *

Böylesi ‘şok’ durumlarında ilk yapılması gereken ‘sakin’ kalabilmeyi başarmak olmalı.
Akla gelen ilk sözü söylemek, ilk davranışı uygulamak onulmaz yaralar açabiliyor çünkü…
‘Sakin’ kalabilmek ve süreci ‘uzmanlar’ın öngörü ve tavsiyeleriyle atlatmaya çalışmak…
Özellikle her tür ‘şiddet’ içerikli olaydan ‘öncelikli’ olarak çocukları kollamak gerekiyor.
Yaşanan ‘evlat cinayeti’ sonrası başta aileler olmak üzere herkes ‘ne yapacağını’ kestirmekte güçlük çekti.
Kimileri bir şekilde yardım aldı ya da el yordamıyla süreçten çocuğunun en hasarsız şekilde çıkmasını sağlamaya çalıştı.
Ancak sosyal medya ve geleneksel medyanın bir kısmı –maalesef- ‘yangına benzin’ döktü.
Herkes ‘haberci’, herkes ‘psikolog’, herkes ‘yargıç’ oldu. Herkes ‘herkes’ olursa, yangın yayılır, hasar artar.
Lütfen herkes önce bir derin nefes alsın. Lütfen…