Depremi kader kabul eden  bir ülkeden adalet beklemek!

Serhat İncirli

Depremi engellemek mümkün mü?
Mevcut teknoloji ile mümkün gibi durmuyor!

-*-*-

Peki erken uyarı söz konusu mu?
“Kaçın da geliyor” diye sirenler çalmak mesela… 
Böyle bir uyarı da mümkün değil…

-*-*-

Ama bazı uzmanların aylar yıllar öncesinden uyarıları söz konusudur tabii ki…
Nerelerin deprem bölgesi olduğunu bilim biliyor!
Ve sizi buna göre tedbir almaya zorluyor! Ya da zorluyor olması lazım!

-*-*-

Haliyle örneğin Japonya ve benzeri bazı ülkeler çok ciddi tedbirler alıyor…
Şiddet ne olursa olsun, binalar insanların üzerine çökmüyor ve ölü ya da yaralı sayısı en aza indiriliyor…

-*-*-

Türkiye, bu konuda Japonya değil!
Türkiye’nin en başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, neredeyse nüfusunun tamamına yakını depreme “kader” veya “Allah’ın takdiri” gözüyle bakıyor…

-*-*-

Ve meleklerimiz kum ve beton yığını altında öldükten sonra, o yığını oluşturan sözde otelin sahipleri ya da inşaatçıları, adaletin karşısına çıkıyor…

-*-*-

Ve biz saflar da; vicdanımız doğrultusunda; depremi “kader” kabul eden bir “kültürden”, “adalet” bekliyoruz!

-*-*-

Çok basit bir Japon geleneği söz konusudur…
İsias otel felaketi Japonya’da olsaydı, o otelin sahibi Ahmetuma Bozkurtumo şu anda harakirisini yapmış, budasına kavuşmuştu!
Ama Ahmet Bozkurt, “masumum” diyebiliyor!

-*-*-

Elbette duruşmaların bitmesini beklemeliyiz…
Ama sinerek değil, daha yüksek sesle haykırarak!
Daha yüksek sesle haykıralım ki, bundan sonra aynı felaketler olmasın ve bu felaketlerde masum çocukları hayattan koparanlar bu kadar adi ve alçakça konuşamasın!

-*-*-

Ve adaletsizlikle alakalı olarak, sadece başımıza bir şey geldiği zaman değil, her zaman ayağa kalkalım…
Bilelim ki bugün Türkiye’de Can Atalay’a yapılanlar, Osman Kavala’nın başına gelenler, Selahattin Demirtaş’a yaşatılanlar, seçilmiş belediye başkanlarının hapse atılmaları da adaletli değildi…
Hep ses çıkaralım!
Ve hep birlikte!
Ve her zaman!

-*-*-

Sadece yılan bizi ısırdığı zaman ses verirsek, yılanlar çoğalır!
Hani bir atasözü der ki, “beni sokmayan yılan bin yaşasın”… 
Öyle değil!
Yılan, bu örnekte “adaletsizlikse”, örneğin Selahattin Demirtaş’ı ısırdığı zaman da çığlık çığlığa ortalığı velveleye verebilmeliyiz!

-*-*-

Adıyaman’da, çoktaaaan harakiri yapması gereken biri, geçmiş karşımıza, martaval okuyor!
Mahkeme ne karar verirse versin; vicdanımız sen ve senin gibiler için zaten “pis katil” ifadesini çoktan deftere yazmıştır!


Nüfusunu bilmeyen devletten 
sağlık hizmeti beklemek!

İlk sinyaller yılın son bir iki günü, ama özellikle 31 Aralık akşamı verilmişti…
Öyle bir baş ve boğaz ağrısı vardı ki; belki de hayatımda iki ya da üçüncü kez, “yürü Serhat Acil Servis’e git!” kararı almıştım!

-*-*-

Lefkoşa’da acilin önüne doğru arabamla bir geçiş atayım dedim; “herhalde hastane personeli yılbaşı partisi yapıyor” düşüncesiyle birlikte; “bu ülkenin nüfusu en az bir milyon değilse, ben de ağrıdan gebereyim” noktasına geldim!

-*-*-

Bastım ağrı kesiciyi, yattım, kıvrandım!

-*-*-

Pazartesi tatil!
Tam gün yattım!
Kalktım, duş yaptım, bir daha yattım!

-*-*-

Salı sabah kalktım, gittim televizyonda program yaptım…
Bu arada iki adet de covid testinden negatif sonucu aldım!

-*-*-

Çarşamba, baş ağrısı ve boğaz ağrısına, öksürük de eklendi; programı tamamlayamadım!
Sağ olsun çok sayıda dost, “domuz gribisin”, “git be yat da hasta edecen insanları, aha covidsin” gibisinden teşhis koydular!
Ekrandan!

-*-*-

Yine düzenli ağrı kesiciler, çeşitli alternatif sıcak içecekler derken, sevgili patronum Cem Vurgun, “Yarın gitme, dinlen, yat uyu be sir” dedi… 
Ve dün hayatımda ilklerden birini yaşadım; üzerimdeki kırgınlık, ağrılar ve öksürük ilk bir iki güne göre çok azalmış olduğu halde, evde kaldım!

-*-*-

Tam gün okuma!
Yattım, Dünya’yı okudum…

-*-*-

Bu arada inşaatına Pazar günleri bile devam edilen bizim “aşırı ihtiyaçtan” kaynaklı külliye aklıma geldi!
O başımıza yıkılasıca ahlaksızlık ve gösteriş binalarını yapmak yerine; devletimiz, neden insanımızın anında başvurabileceği mesela mahalle doktorları, mahalle klinikleri yaratmıyor?

-*-*-

Neden, Ersin Tatar Ardahan’a gezmeye gitsin diye paramız var ama ilaç sistemimiz darmadağın?

-*-*-

Neden Kıb – Tek’e bizim ödediğimiz paralar, Türkiye’deki mafyaya verilip, ne idüğü belirsiz akaryakıtı, ihalesiz, yasasız, kanunsuz almaya devam ediyoruz da; özel ya da tanıdık doktora mahkum ediliyoruz?

-*-*-

Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın son Tayyip Erdoğan ziyaretleri sonrası dozajını açıkça düşürdükleri “egemen eşit devlet” nerede?
Ki bu da ayrı bir mesele!
Bilmem farkında mısınız ama araya girip söylemek lazım, Ersin Tatar’ın elinden emziciğini aldılar!
Artık emziği çiğneyip çiğneyip, olur olmaz yerde ve mekanda, “egemen eşit devlet” diye şarkı söylemiyor!

-*-*-

Neyse!
KKTC gerçekten devlet olsaydı; bana ve benim gibi yüzlerce vatandaşına, vergi mükellefine kaliteli sağlık hizmeti sunardı; hem de bedavaya… 

-*-*-

Dedem da der; “nüfusunu bile bilmeyen bir devletten bahsediyorsun re moromu! Olmayan sağlık sistemini, bilinmeyen nüfusa, nasıl versinler ki?”

-*-*-

Dedem da haklı!
N’apsınnar?

Yemen’de, İran destekli ve Filistin yanlısı Husi’ler, Kızıldeniz’de ticari gemilere saldırılarını sürdürüyor… Tüm Dünya’da ticaret, ciddi sıkıntılar ama en başta da gıda fiyatı artışı yaşıyor… Amerika, Husi’leri vurmaya başladı… İngiliz Hükümeti, açıkça tehdit etti… Husi’ler, “Molon Lave” çekti! Yani, “cesursanız gelin” falan demeye getirdi… Çok yüksek bir olasılıkla, birkaç gün içerisinde, “Husileri bombalıyoruz” diyerek, İngiliz ve Amerikan kuvvetleri ile yanlarında en az 10 NATO üyesi devletin savaş uçakları, Yemen’i nadas edecekler! Tek bir Husi miltanının (fotoğraftaki abiler) burnu kanamayacak! Yine yüzlerce kadın ve çocuk ölecek! Ne demiştik? Bu savaş yayılacak! Ve bizim hükümetin, oturup, acil tedbir alması kaçınılmazdır…