Demokrasi

Ayakta durmakta zorlanan Küçük Hükümeti’nin bir an önce gitmesi, sistemin kendini yenileyerek değişmesi konusundaki toplumsal baskıyı duymazdan gelenler timsah gözyaşları döküp ah vah çekiyorlar. Ne olacak halimiz, marazi toplum olduk, yasaları mı

 

Ayakta durmakta zorlanan Küçük Hükümeti’nin bir an önce gitmesi, sistemin kendini yenileyerek değişmesi konusundaki toplumsal baskıyı duymazdan gelenler timsah gözyaşları döküp ah vah çekiyorlar.

Ne olacak halimiz, marazi toplum olduk, yasaları mı değişsek, ne yapsak ne etsek diye toplumun gündemine girmeye çalışıyorlar. Oysa toplum, sorunlarının çözümü için somut alternatif çıkışlar ve güvendiği siyasi partiler tarafından temsil edilmek istiyor. Suni gündem yaratarak, siyasi partilerin tümü aynıdır diyerek, yasaları değiştirelim siyaseti temizleyelim diyenlerin, demokrasiden şu kadar anlamadıkları açık değil mi?

Demokrasi halkın rejimi ise, demokrasinin tıkandığı noktalarda halka gitmek, halkın katılımını ve kararını dikkate almak değil midir, doğru olan? Demokrasiye sahip çıkmadan, siyasi partilere, siyasi sistemin devinimine imkan tanımadan, tümünü gördünüz ey insanlar bunlarla olmaz dercesine, sadece UBP’nin icraatlarını ufak ufak eleştirmek, nasıl bir demokratik akıl ürünüdür? Nasıl bir siyasi kültürün uzantısıdır?

Bizim ülkedeki bir kısım siyaset yapıcının en büyük özelliği, kendi halklarına güvenmemeleridir. Kendi insanlarını küçümsemeleridir. Bu gelenek bu ülkeye rahmetli Denktaş’tan armağandır. Rauf Denktaş’ın siyasi aklının ve stratejisinin temel dayanağı, Kıbrıs Türk halkının zayıf, etkisiz ve yetersizliği üzerine kuruluydu. Gerek Türkiye gerekse Kıbrıslı Rumlara dönük siyasi konumu, bu ön kabul üzerine şekilleniyordu. Bırakalım Kıbrıs Türk kültürünü reddetmesini kendi insanlarına bile güvenmediği bir politik duruşa sahipti. Kıbrıs’ın kuzeyinde ayrı Türk devleti hayali olan bir 19. yüzyıl siyasetçisiydi. Bu devletin Kıbrıslı Türklerin egemenliği üzerine şekillenmesi yönünde belirgin bir yaklaşımı yoktu. Bu tabii, çok iyi bildiği ulusçuluk düşüncesi üzerinden şekillenmiş bir tercih de olabilir, mümkündür. Ancak düşünce yapısında Kıbrıslı Türklerin kendi kültürel ve sosyal gelenekleri ile, tarihi ile bir toplumsal varlık olduğu gerçeğine yer yoktu, buna inanmıyordu. Dolayısıyla, önemsenecek, dikkate alınacak bir halk olmadı kendisi için Kıbrıslı Türkler.

Bu düşünce yapısı, farklı nedenlerle toplumdaki farklı akademik ve siyasi kanaat önderlerine de sirayet etmiş bir konudur. Burada genel olan, ifade edilmeyen ancak açıklamalara, sosyal planlamalara yansıyan ön kabul, yine aynı eziklik duygusu üzerinden hareket eden ve halkı küçümseyen bir yaklaşımın varlığıdır.

Dönüşüme karşı duran ya da her şeyi kendine endeksleyip, dönüşümü kendi üzerinden planlayanların halkı yok saymaları, demokrasiden ne denli uzak olduklarını göstermektedir. Bu siyasi duruş tarihsel örnekleri olan bir şeydir, ancak demokrasi ve insan hakları bağlamında hiçbir şeydir.

Kıbrıslı Türk halkının kurtarıcıya ihtiyacı yoktur! Kendi dinamiğini kendisi yaratacak kapasitededir.

Buna inanmayanların siyasi projeleri dün sağı solu inletenlerin bugün unutulduğu gibi kalıcı olmayacaktır. 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri