Değişen Dünyada Değişmeyen Türkiye

Salih Sarpten

Türkiye’de yaşanan darbe girişiminin tüm yönleriyle irdelenmesi gerektiği tartışmasızdır. Bu nedenle eğitimi tartıştığımız bu sayfada da 15 Temmuz darbe girişimin eğitim penceresinden bakıldığında nasıl görüldüğünü, eğitim bilimi ilkelerine göre nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin önemli olduğunu düşünenlerdenim.

Yazının başlığında da okuduğunuz gibi 15 Temmuz gecesi değişen dünyada değişmeyen bir Türkiye’nin var olduğunu hep beraber gördük. Evet, bu kez darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Evet, bu kez cahilce, amaçsızca ve akılsızca bir girişim önlenmiş oldu ama yankıları, etkileri ve ortaya çıkış gerekçeleri geçmişteki örneklerinden farksızdı...

Öylesine akılsızcaydı ki; dakikada on binlerin, yüz binlerin geçtiği bir köprü, ne yaptığını ve yapacağını bilmeyen 40 – 50 kadar askerle kapatılmak istendi. Öyle cahilceydi ki; sosyal medyanın tüm iletişimin kalbi olduğu, dijital dünyanın hakim olduğu haberleşme ağı unutuldu sadece TV stüdyoları basılarak insanların iletişimlerine engel olunacağı sanıldı…

Peki, ama neden 21 Yüzyılda,  başarısızlıkla sonuçlansa da Türkiye’de askeri bir darbeyi konuşuyoruz. Cevap çok açık… Çünkü hâlâ 19 yüzyıldaymışız gibi davranan bir Türkiye var da ondan…

Darbenin bir çözüm olduğuna inanmak da, bunun başarılabileceğini düşünmek de akıl işi değildi ve öyle de oldu… Dünyanın baş döndüren, hatta insanı sersemleten hızdaki değişimi fark edilmedi,  edilemedi… Çünkü bunu kavrayacak bilgi birikimi ve kazanımdan çok uzakta bir toplum yetişti…

Bir ülkenin gelişmesi, o ülke halkının kişisel ve toplumsal gelişmesine bağlıdır. Bu gelişmenin temelinde de “Nasıl bir birey, nasıl bir toplum istiyoruz?” sorusuna verilen yanıt vardır. İşte tam da bu nedenle;  eğitim, rast gelelikten uzak, ciddî plânlama ve programlamayı gerektiren bir iştir. Eğitim maksatlıdır. Eğitim sistemi ideal insanı yetiştirecek bir ideal eğitim anlayışına sahip olmalıdır. Her şey bir yana eğitim; iyi insanı, çağın özelliklerini taşıyan insan yetiştirmek üzerine kurgulanmalıdır.

Oysa öteden beri Türkiye Eğitim Sistemi, bu olgudan çok uzakta olmuştur.  Hele son dönemlerde dini unsurlarla bezenmiş, dindar bir toplum yetiştirme anlayışıyla “külliye” odaklı bir yapılanmaya gidilmesi eğitim bilimi ilkelerini hiçe saymaktan başka bir şey değildi... Osmanlı’daki külliyeler tarihe gömülmüştür. Nedeni ise teokratik devlet, siyaset ve toplum yapılanmasını öğreti olarak kabul etmeleriydi…

Eğitim sistemleri çocuklarımıza bir taraftan ait olduğumuz kültürün kimliğine ait özellikleri kazandırırken, diğer taraftan da küreselleşmenin bir parçası olarak dünyadaki büyük ailenin bir üyesi olduklarını öğretmelidir. Bilimsel bilgiyi, çağdaş siyaset ve toplum yapılanması olmadan ne insan sevgisi, ne de toplum sevgisini içselleştirmenin mümkün olmadığı öğretilmeli… İşte bütün bunlar olmadığı için; hem hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bu darbe girişimine yeltenenlerin, hem de durumdan vazife çıkarmaya kalkarak bu durumu engellemeye çalışanların vahşice saldırıları insana, yetişmiş bir bireye ve topluma uymayan, kabul edilebilir davranışlar değildi…


Peki, ama çözüm nedir?

Çözüm her anlamda ve her noktada eleştirel düşünebilmektedir. Bunu yapmanın yegane yolu da eğitim sisteminin “eleştirel düşünebilen” bireyler yetiştirmesini sağlayacak bir yapıda olmasıdır.

Çünkü eleştirel düşünme akıl yürütme, analiz ve değerlendirme gibi zihinsel süreçlerden oluşan bir düşünme biçimidir.  Eleştirel düşünme sağduyu ve bilimsel kanıtlarla uyuşan net hükümlere varmak için somut veya soyut konular üzerinde düşünme süreçlerini de içermektedir. Bu yönüyle diğer bir düşünme biçimi olan yaratıcı düşünmeyi tamamlamaktadır. Eleştirel düşünürler tüm duyulardan, yazılı veya sözlü ifadelerden, gözlem, deney ve akıl yürütmeden elde ettikleri verileri bir araya getirirler. Eleştirel düşünme bireyin tartışmaları safsatalardan ayırabilmesine, yargılama yetisinin gücüne, inançlarının şekillenmesine, yeğlemelerinin ve eylemlerinin doğru ve geçerli olmasını sağlar.

Eleştirel düşünmede; ilgililik, geçerlilik, anlaşılabilirlik, dengelilik, mantıklılık, doğruluk ve adillik vardır. İşte bütün bunlar insanın yaşadığı çağa uygun davranma biçiminin temelini oluştan olgulardır. Yani 21. Yüzyılda yaşayıp, 19. Yüzyıl insanı gibi davranmamanın temelidir… Ve bütün bunlar eğitimin işidir…

-------------------------------------------

Aklınızda Bulunsun

 

LYS Sonuçları Bugün

Üniversiteye girişin ikinci adımı olan Lisans Yerleştirme Sınavı’nın (LYS) sonuçları, 18 Temmuz Pazartesi (bugün) açıklanması bekleniyor. Sonuçların açıklanmasının ardından 26 Temmuz’da üniversite tercihleri başlayacak. Tercih süresi 2 Ağustos’ta sona erecek. Üniversite kayıtları ise 12-16 Ağustos’ta e-Kayıt; 15-19 Ağustos’ta normal kayıt olarak gerçekleştirilecek. Meslek yüksekokulu ön lisans programları, açık öğretim ön lisans ve lisans programlarından tercih yapabilmek için YGS puan türünde 150 barajını aşmış olmak gerekiyor. Adaylar, lisans programlarını seçebilmek için LYS’lerde 180 ve üzerinde puan almış olmalı…

Üniversite adayları en fazla 24 tercih yapabilecek. 2015’te tıp ve hukuk alanları için getirilen başarı sırası sınırlaması, 2016’da mimarlık ve mühendislik alanları için de getirildi. Bu durumda hukuk tercihi yapmak isteyen öğrencilerin ilgili LYS puan türünde (TM-3) en düşük 150 bin, tıp fakültesi tercih edeceklerin MF-3’te en düşük 40 bin başarı sıralamasında olmaları gerekiyor. Mimarlık isteyenler için başarı sıralaması ilgili LYS puan türünde (MF-4) en düşük 200 bin, mühendislik için ise (orman, ziraat, su ürünleri fakülteleri hariç) MF-4’te en düşük 240 bin başarı sıralamasına sahip olmalı…

 

--------------------------------------------

Biliyor muydunuz?

 

Hangi Oyun?

Bugünkü bilgilerimize göre öğrenme, beyinde bir değişiklik meydana getirmektir. Başka bir ifadeyle, bir çocuk ne kadar çok şey öğrenirse beyninde o kadar çok ve belirgin izler oluşur. Bu izlerin de en kalıcıları oyun oynarken gerçekleşir. Çünkü çocuklar bu sırada oynamakla öğrenmek arasında ayrım yapmazlar, oynarken öğrenirler.

Çocuklar oyun oynarken kurallara uymayı ve aynı zamanda diğer oyuncularla birlikte kuralları değiştirmeyi öğrenirler. Yoğunlaşmayı ve bütün güçleriyle bir hedefe doğru çalışmayı denerler. Diğerini dışarıda bırakmadan kazanmayı da, kaybetmeyi de, mutlu olmayı ve saldırganlaşmadan öfke veya başarıyla baş etmeyi öğrenirler. Oyun oynarken kendilerini sosyal bir toplumun parçası olarak yaşarlar, kurallara göre davranmayı öğrenirler. Sorumluluk ve dayanışma, saygı ve adalet duygusu geliştirirler. Duyularını geliştirir, kaslarını, hareketlerini ve becerilerini alıştırırlar.

Peki, ama çocuklar artık hangi oyunları oynuyorlar? “Lingiri”, “pirili” ya da “beş taş”… Yoksa bunlardan daha farklı oyunlar mı?

Ne yazık ki sokak oyunlarının yerini artık dijital oyunlar aldı… Hem apartman duvarları ile örülen kentsel yapılaşma hem de teknolojik gelişme elektronik oyunları kaçınılmaz kılıyor… Artık hemen her evde en az bir tane; cep telefonu, bilgisayar, oyun tableti (PSP), oyun istasyonu (play station) veya benzeri dijital cihaz var. Bir de bunlara internet bağlantısı eklenince korkunç bir dijital oyun dünyası evlerimizin içine giriyor.

Galiba yapılması gereken şey, çocuklarımızla gerçek oyunlar oynamaya vakit ayırmaktır. Onları bu dijital dünyadan biraz olsun uzak tutacak gerçek oyunlarla buluşturmalıyız. Nasıl yaparız bilemiyorum ama yapmak zorunda olduğumuza hiç kuşkum yok…