Davalıyız, davacı olmamız gerekirken

Cenk Mutluyakalı

Davalıyız!
Hem de ağırlaştırılmış…

Hem milyon milyon liralar istiyor, canımızı istiyor adeta hem de sesimizi…
“Susturunuz” diyor, ustasından mülhem bir edayla…

Serhat İncirli’nin makaleleri nedeniyle hem Yenidüzen LTD, hem de Serhat’la birlikte beni dava etmiş, Ersin Tatar…

“Davacı” biz olmalıyız aslında…

Evlatlarımızı ve hepimizi ve geleceğimizi dünyadan kopartan bir yalana ortaklık ettiği için;

Kararttığı için düşümüzü, umudumuzu, hayallerimizi…

Kıbrıslı Türklerin “kendi temsilcilerini seçme” tarihsel mücadelesine kıydığı ve dışarıdan müdahaleyle zorla seçtirildiği için;

Demokrasinin katledilmesine seyirci olmakla kalmayarak; kendi lehine bunu talep ettiği ve bu hoyrat oyunun başrolüne kurulduğu için;

Hepimize yurtsuzluk dayattığı, kendi coğrafyamızda değerlerimizi, kimliğimizi, kültürümüzü görmezden geldiği için;

Seçilmemiş, görevlendirilmiş, atanmış, üstüne vazife edinmiş insanlara yüz verdiği, yüzsüzlüğü çoğalttığı, yurdumuzu vilayetleştirdiği için;

Dünyanın temsilcimiz olarak kabul ettiği “Kıbrıslı Türk lider” imajını ilk kez bu kadar sıradanlaştırdığı, silikleştirdiği, basitleştirdiği hatta alay konusu yaptığı için;

Dayatmacı ve yayılmacı tavırları “ana-yavru” örtüsünün altına gizlediği, yokluğu çoğalttığı, onca yolsuzluğu, ayıbı, utancı milliyetçi bir dille gizlediği için;

İkili protokoller marifetiyle neredeyse tüm kurumların başka bir ülkeye devrine öncülük ve yandaşlık ettiği için;

Makama, maaşa, iktidara, hırsa, arsızlığa kurban edilen yurdumuzda statükoya sımsıkı sarıldığı için;

Ülkenin mali imkanlarını ve kaynaklarını kendi sarayında toplumsal yarardan uzak, yandaşlıkla ve hesapsızca harcadığı, geleceğimizi iyileştirmeyen onca geziye katıldığı, gününü gün ettiği ama bu ülkeyi bir adım ileriye taşımadığı için;

“Daha Türk ve daha Müslüman olma” yarışında rolleri paylaştığı, coğrafyasından ve kültüründen utandığı, Kıbrıs ülkesinin bölünmesinden mutlu olduğu ve nefret dilini çoğalttığı için;

Medeniyetten, laiklikten, özgürlük ve özgünlükten süratle uzaklaştığımız acılı manzarayı görmeyerek dağ, deniz, orman manzaralarıyla avunduğu için;

Davacıyız!
Davacı olmalıyız
Tüm bu gerçekleri hem de “ağırlaştırılmış” bir sesle sık sık yüzüne vurmalıyız.


Ah bir ortaya çıksa!

“Kıbrıslı Türk Mülk Yönetim Servisi” diye bir kamu kurumu var, adanın güneyinde…
Savaş sonrası yağma kültürü oralarda da kendini göstermiş.

Bu kurumun bir memuru, kendisi ve aile üyelerini Kıbrıslı Türk mülklerinin “sahibi” yapmış.
Üç ev…
Milyon euroluk mülk…

Şimdi cezai soruşturma altında…

Keşke adanın kuzeyinde de “eski dosyalar” açılsa!
Sanayi bölgelerini paylaşan eski Sanayi Dairesi müdürlerinden, İskan müsteşarlarına hatta memurlarına kadar…

İsterse yüz yıl sürsün haksız ve karşılıksız mülk dağıtımı, keşke araştırılsa yeniden…
Hele kıyılar…
Hele tarlalar…
Hele fabrikalar, oteller…

Yer yerinden oynar, ada sallanır resmen!
Ah bir ortaya çıksa, o müthiş yağma!


Gelir dağılımında eşitsizlik ve irade

Kamu-Özel maaş uçurumunu anlatan ve kendi özelimden yola çıkarak kaleme aldığım “Annesinin Sözü” yazıma onlarca mesaj geldi.

Bir hekim dostumun, büyüğümün şu mesajı benim de hislerimi yansıtması anlamında önemliydi.

“Yazını okurken merak etmiştim, bu yazıyı kaç kişi paylaşır diye, tahmininde yanılmamışım, başka zaman ruhuna iyi gelen mebzul miktarda paylaşım yapan ilerici, devrimci, barışsever memur Kıbrıslı Türk, birazcık ayağına, - maaşı ile ilgili- basıldı mı - hem de ne kadar dolaylı - suspus kesiliyor.”

Eski bir sendikacı olarak, Ulaş Gökçe hocamın paylaşımı da kıymetliydi pek tabii…
“Ocak 2022'de 100 lira olan bir kamu maaşı şimdi 260 lira oldu. Özel ile kamu arasındaki uçurum derinleşti. Bu krizde özel sektör çalışanlarına destek vermek yerine zamlarla ceplerindeki son para da alındı, kamu maaşı yapıldı. Çatışma kaçınılmaz…”

Kimse “çatışma” istemiyor.
Aman ha!
Tam aksine birliğe, dayanışmaya, ortaklaşmaya ihtiyacımız var.
Bunun için de eşitlikle, adaletle paylaşmaya ve öncelikle çok daha yoksulun, yoksunun, ihtiyaçlının konumunu yükseltmeye…

Ne yazık ki “annesinin sözünü dinlemek” mecazında olduğu gibi bu statüko ve eşitsizlik, ayrıcalıklı bir kitlenin konfor alanını korumak üzerinden korunuyor.
Hem hizmet kalitesi ve üretim yükselmiyor, hem de gelir dağılımında adalet…

Bu ülke kaynakları ile yol yapılmayacak, elektriğe yatırım olmayacak, sağlık ya da eğitimde tam gün hizmet sunulmayacak, özetle hayat kalitemiz yine kendi kaynaklarımızla yükselmeyecekse eğer…

Demokrasi de gelişmeyecek o durumda…
İrade de…