Darbenin yarım bıraktığı Maraş tatili... (2)

Sevgül Uludağ

1974 yılının 13 Temmuzu’nda adamıza turist olarak gelerek yaz tatilini Maraş’ta geçirmeye çalışan Hollandalı emektar gazeteci Richard Keijzer, hatıralarını paylaştı...

Maraş’a ilişkin bir sosyal medya sayfasında hatıralarını paylaşan Richard Keijzer’den izin alarak yazdıklarını özetle derleyip Türkçeleştirdik. Richard Keijzer, o günlerde çektiği fotoğrafları da paylaştı. Biz de bunları okurlarımızla paylaşmak istiyoruz...

Richard Keijzer’in 1974 Temmuzu’na ilişkin hatıralarının devamı şöyle:

17 Temmuz 1974...

Dev bir karmaşanın ortasındaydık ve çevremizde herşeyin dağıldığını görüyorduk... Bir örnek vermek gerekirse: Dün kent merkezine gitmek için bir taksiye bindik, maksadımız bir banka bularak Sterlinlerimizi Kıbrıs parasına çevirmekti. Bu bir sorundu çünkü banka kişi başına en fazla 20 lira veriyordu. Biz daha fazla para bozmak istiyorduk, tatilimizin sonuna kadar yetecek miktarda (evet, hala tadını çıkaracağımız bir tatil geçireceğimizi zannetmekteydik).

Bankadaki kasiyer bir yerlerdeki merkez ofisi aradı (Belki de Lefkoşa’daydı bu, emin değilim) ve yarım saat sonra karar verilmişti: Kişi başına 55 liralık para bozabilirdik.

Ve sonra da Kıbrıs lirasının tepetaklak yuvarlandığını farkettik çünkü henüz bir gün önce bir sterlin, 800 mil ederdi oysa bugün yani Çarşamba günü bir sterlin 849 mil’den hesaplanıyordu. Eğer birazcık mali aklımız olsaydı, sterlinlerimizi tutardık ancak ne yazık ki öyle bir bilgimiz yoktu...

Dükkanlarda ise fiyatların gün be gün artmakta olduğunu gördük. Elbette bu da istenen bir şey değildi... Bir taksiyle yolculuk (uzun bir Mersedes 220D idi bu) bize 300 mile patlamıştı.

Evet şimdi paramız vardı ama bu parayla ne yapabilirdik ki? Dükkanlar öğle ile saat 2 arasında açıktı, eğer yiyecek almak istiyorsanız neredeyse iki saat sırada beklemek zorundaydınız. Yiyecek bulunmuyordu, hatırladığım raflarda kalan bir teneke portokal suyu ile bir paket bisküvi idi... Dört kişi içindi bu...

Perşembe günü kentin eski bölümüne, surlariçine gittik. Taksi şöförü bizi kapıya kadar götürüp dışarı çıkmamızı söyledi. Neden? Çünkü kendisi Kıbrıslırum’du ve surlariçine girmesi yasaktı. Yalnızca Kıbrıslıtürkler, Türkler ve turistler suriçine girebiliyordu.

Susamıştık, böylece dışarıya dizilmiş masa ve sandalyeleri bulunan bir kafeye gittik. Sahibi koşarak geldi ve ne istediğimizi sordu... “Hmmm... Hiçbir fikrimiz yok, ne alabiliriz?” dedik. Bize içecek listesini sıraladı ve Süper Kola kulağımıza hoş geldi. Dört tane Süper Kola siparişi verdik, sahibi birkaç dakika içinde bir tepside dört bardak su ve dört şişe portokal içeceğiyle geldi. Peki şimdi ne olacaktı? Portokal içeceğini suya dökmeye çalıştık... Sonra bir yudum aldık... Kafenin sahibi koşarak geldi, suyu yere dökmemizi ve Süper Kola’yı boş bardaklara dökmemizi söyledi. Gülümseyerek, “Böylece bardaklarınızın temiz olduğundan emin olabilirsiniz” dedi.

Ondan sonra kenti ve müzeyi ziyaret ettik, manzaraya baktık. En sonunda katedralin önünde soğuk birer içecek aldık...

18 Temmuz 1974...

Bugün eski kenti, suriçinde yüzyıllar boyu geçmişe giden eski kenti ziyaret ettik. Fotoğraf makinelerimiz hazırdı ve her gittiğimiz yerden resim çektik. Hava sıcaktı, çok sıcaktı... Isı surlar içine siniyordu, biz surların üstünde yürümek istedik ama bundan vazgeçmemiz önerildi. Bir Türk askeri, bunu yaparsak surlar dışındaki nişancıların hedefi olacağımızı söyledi. Surların üstünde küçük kulelerde konuşlanmıştı ve bize orada ne yaptığını azıcık izah etti. Nereden geldiğimizi ve gidecek o kadar yer varken neden Kıbrıs’a geldiğimizi bilmek istiyordu. Yanıt basitti: Bizler tarihe ilgi duyan bir toplumun üyeleriyiz ve ünlü tarihi noktaları – ki Kıbrıs’ta Otello Kulesi gibi pek çok ünlü tarihi yer vardır – görmek istiyorduk.

Öğleden sonra eski kente ziyaretimizden geri döndük ve taksiden iner inmez, komşularımızdan biri koşarak geldi... “Ah işte buradasınız! Sizi bulamadık” dedi. Komşumuzun heyecanının nedeni, Beyrut’taki Hollanda elçiliğinden bir temsilcinin buraya gelmiş olmasıydı ve bu temsilci, tüm Hollandalı turistlerle konuşmayı çok istiyordu.

Golden Sands Oteli’nin barına arazi ofisini kurmuştu (çok uygun bir yerdi bu) ve derhal oraya gitmemiz söylendi, sokağa çıkma yasağı yürürlüğe girmeden önce... Öyle de yaptık ve asistanı ve kağıtlarıyla genç bir adamı gördük. Bölgede olduğunu bildikleri herkesle ilgili bilgi içeren telekslerdi bunlar. Şanslıydık ki bu listedeydik, bu da bize bir tür güvenlik duygusu verdi.

Elçilikten gelen adam bize Beyrut’tan Mağusa’ya gelen bir gemide yer ayırttığını anlattı. Aynı akşam geri dönecekti ve bize de çok dikkatli olmamızı ve iktidardaki şahıslar tarafından verilen tüm emirlere uymamızı söyledi.

Apartmanımıza geri döndüğümüzde, tur operatörümüzden bir not bulduk, ertesi günü tahliye edeceğimizi yazıyordu. Önemli bir de soru soruyordu: “Doğrudan eve dönmek mü istiyorsunuz yoksa geriye kalan tatilinizi Mayorka’da (Mallorca) mı geçirmek istiyorsunuz?”

Mayorka’ya gitmek istediğimiz hakkında kararımızı bir dakikadan az süre içerisinde aldık. Yanıtımızı telefonla verdik, apartmandaki kapıcımız telefon ederek Rumca olarak ne istediğimizi aktardı.

Bize verdikleri talimat Cuma günü saat 06.00’da kaldığımız binanın önünde hazır olmamızdı. Bu da bize hazırlanmamız, hoşçakal deyip havaalanına doğru yola çıkmamız için 12 saat kadar zaman bırakıyordu.

Yemekten sonra JFK Bulvarı’nın öteki tarafına geçtik, Bellview apartmanlarında üç Hollandalı kız kalıyordu. Biraz tuhaftı kimse bakmazken yolun karşısına geçmemiz. Ve sonra da oradaki kapıcıyı üst katta kızlarla buluşmaya hakkımız olduğuna ikna etmek... Biraz içki içtik, sigara içtik ve saat 11.00’de geri döndük. Komşularımız karşıladı bizi, iki haftalık yiyecek, içecek satın almışlardı... Lütfen bunları yeyip içmelerine yardım etmemizi istiyorlardı... Gecenin bir yarısı yumurta kavuruyordum, ekmek kesiyordum, içkileri döküyordum vs. vs. Sanki de bir lokantanın mutfağında çalışıyordum.

Sabah saat 03.30’da yatmaya gittik, 05.30’da da uyandırıldık. Çok kısa bir gece olmuştu... Çantalarımızı toplayarak binanın girişine gittik, anahtarları da kapıcı için bir zarfa koyup bıraktık.

Sabah saat 06.00 idi ve ortada otobüs yoktu... 06.30 olmuştu, durum değişmemişti...

19 Temmuz 1974...

Beklediğimizden çok sonra yola çıkacaktık otobüsle, Lefkoşa Uçakalanı’na doğru... Otobüs şöförü sinirliydi ve bir an önce otobüsüne binmemizi istiyordu. Biz otobüse binerken, o da otobüsün damına çıkmış, valizlerimizi yerleştiriyordu. Ben çantamı yanıma almıştım çünkü içinde fotoğraf makinem vardı. Otobüs şöförü “LÜTFEN FOTOĞRAF ÇEKMEYİNİZ” diye bağırıyordu.

Fotoğraf çekmeyelim mi? Tamam... O zaman eve döndüğümüzde tanıdıklarımıza neyi gösterecektik? Öyleyse buraya aldığım gibi fotoğraflar çektim. Bir cipteki bir grup asker (öyle sanıyorum) otobüsümüzü durdurmuştu. Otobüse bindiler ve herkesin gözünün içine baktılar. Ben de onların gözünün içine baktım, sanki de orada değildim. Aptal rolü oynadık, bize soru sormasınlar, çantalarımızı karıştırmasınlar vs. diye...

Otobüsümüz yedinci kez durdurulmuştu! Bir keresinde inceden inceye incelenmiştik, bir defasında yalnızca bakıp geçmişlerdi... Tüm seyahat boyunca, otobüsün perdelerinin kapalı olması gerekiyordu, dışarıya bakmamalıydık ve hiç kimse de içeriye bakmamalıydı. Ne yapmalı? Bırakalım perdenin altından fotoğraf makinemiz baksın ve deklanşöre basarak umalım ki iyi bir resim çekmiş olalım...

Buraya aldığım fotoğraflarda havaalanına giderken karşılaştığımız barikat ve otobüsün incelenmesi...

Bir diğer fotoğraf ise otobüs hareket halindeyken çektiğim, insanların belki bir terasta kahvelerini yudumlarken görünümü...

Çektiğim fotoğraflar Mağusa’dan uçakalanına olan yoldandı... Herhalde bu Mağusa ile başkent arasındaki yoldu... Ballaryodissa Kilisesi’ni geçmiştik ve bir noktada anayoldan çıkıp kenti geçmiş olmalıydık...

19 Temmuz 1974 – Uçak alanında...

Maceralı bir otobüs yolculuğundan sonra Lefkoşa’nın eski uçak alanına vardık. Ve kesinlikle yalnız değildik. Uçak alanı insanlarla dolup taşıyordu, nereye gideceklerini ya da bundan sonra ne yapmaları gerektiğini bilmeyen insanlar... Tek opsiyon beklemek ya da dolanıp durup benim yaptığım gibi resim çekmekti.

Dükkanlar kapalıydı, yiyecek ya da içecek bir şey alma fırsatı hiç yoktu... Ve buraya aldığım resimde görülebileceği gibi uçakalanındaki koridorlar böyle görünüyordu...


Bay Richard, Mağusa suriçini 18 Temmuz 1974'te ziyaretinde bu fotoğrafı çekmiş...


19 Temmuz 1974, Lefkoşa Uluslararası Uçakalanı'nda Bay Richard'ın çektiği bir resim...

19 Temmuz 1974'te Bay Richard'ın bindiği otobüs, yolda tam yedi kez durdurulup incelenmiş...

(Richard Keijzer’in notlarını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).