Dağ balı tadında

Derya Beyatlı

 

Bir Yunan Karakolu’ndayım. Oldukça endişeli. Üşüyorum. Soğuktan mı, şok mu geçiriyorum, korku mu duyumsadığım emin değilim. Karakollar gerer beni, Yunan Karakolu daha bir geriyor.

Titriyorum. Bildiğim tüm duaları sıralıyorum ardı ardına. Karakol’dayım, bügüne kadar ziyaret ettiğim en güzel adada.

Görevli memur karşıma oturup düzgün bir İngilizce ile sorularını sıralamaya başlıyor. Ana adı, baba adı, doğum yeri...

Ürkekçe cevaplıyorum. Lefkoşa’nın adını duyar duymaz ‘Biz niye İngilizce konuşuyoruz ki?’ diye sorguluyor beni. Diklenecek gücü bulamıyorum kendimde, şoktan olacak.

Kıbrıslı Türk’üm ben diyorum sakince, Yunanca bilmiyorum. Üç gündür Kıbrıslı Türklerin varlığından bihaber Yunanlara, sabah akşam Kıbrıs Tarihi dersi vermekten sıkılmışım zaten. ‘Hayır 1974’te gelmedik biz adaya, hep vardık!’

Artık çok iyi tanıdığım ifade hızla yüzünden geçiyor. Beş saniye süresince şaşkınlık, panik, tereddüt içinde bana bakıyor. Kocaman gülümsemesini yüzüne yayıyor sonra, titrediğimi fark ediyor. Üşüyorsun sen diyor nazikçe, klimayı kapatıyor hemen, bana çay, kahve ikram etmek istiyor.

Bu ihtimamın ben Kıbrıslı Türk olduğum için yaşandığını hissediyorum. Yanlış anlamamam için, kendimi dışlanmış hissetmemem için ayrı bir çaba harcıyor, benle aynı yaşlardaki Yunan polis memuru. İçimize işlemiş önyargılarımızın ikimizi de tiksindirdiğini göstermek istiyor bana, bu özel çabası ile. İki eşit insan olduğumuzu hissettiriyor, endişelerimi bir çırpıda bertaraf ediyor. Sakinliyorum. 

Ege Denizi’ne bayılıyorum. Denizin dibi ise ayrı bir dünya, başka bir tutku. Santorini’deki volkanın etrafındaki yaşamı görmek için takıyorum sırtıma bu kez oksijen tüpümü. Dalış noktasından dönüşte Dalış Okulu’nun aracı ile kaza yapıyoruz.

Karakola çağrılmam kaza yüzünden, tanıklığıma ihtiyaç duyuyor Yunan Polisi. Tatilim sırasında başıma böyle tatsız bir olay geldiği için, Karakol’a gitmek zorunda kaldığım için benden defa defa özür diliyor kapıdan her girip çıkan.

Odaya son giren alımlı, güçlü bir kadın, neler olduğunu sorguluyor. Kazanın ayrıntılarını dinleyip çıkıp gidiyor. Ben şokumu atlatmış, önyargılarımı aşmışım ya, soran gözlerle ifademi alan memura bakıyorum. Bizim büyük patron diyor gururla.

Santorini’nin tek Karakolu’nun Komutanı’nın bir kadın olmasına mı, bir erkek memurun üstü bir kadına hayranlık duyabilmesine mi daha çok sevindiğimi düşünüyorum. Yüzümdeki şaşkınlığa gülümsüyor ‘Biz Amazon Kadınların diyarıyız’ diyor. Saygılar diye cevap veriyorum. Keyfime diyecek yok. 

İfademin alınması, kağıda dökülmesi 10 dakikamızı alıyor. İmzalatıp teşekkür ediyor memur, saygıyla elimi sıkıyor, kapıya kadar eşlik ederken iyi tatiller dilemeyi ihmal etmiyor. Bana gösterilen özene ve güleryüze inanamıyorum.

Bu güzel adayı, içten insanlarını, yüksek dağlarda yetişen nefis balını, caldera’nın büyülü manzarasını, denizinin rengini çok seviyorum. Bal diyorum Santorini için, dağ balı tadında. Eşsiz lezzette.

Batık şehir Atlantis’in, Santorini’nin bir parçası olduğu rivayeti adayı daha bir gizemli hale getiriyor gözümde. Gizemi severim.  

Bir gün batımına denk geliyor adadan ayrılışım, tatil çabucak bitmiş, tadı damağımda. Güneşin mavi sulara dalışını izliyorum, kızıllaşan gökyüzü hoşçakal der gibi duruyor, tüm ihtişamı ile. Görüşmek üzere diyorum giderken, pek yakında.