CSI (Olay Yeri İnceleme) Kıbrıs: Toplu mezarların hikayeleri... (13)

Sevgül Uludağ

Tirfon’daki (Trahoni-Demirhan) toplu mezarın trajik hikayesiyle yüzleşmek, toplumlarımız için hiç de kolay değil – tıpkı Muratağa-Atlılar-Sandallar (Maratha-Aloa-Sandallaris), Palekitire (Balıkesir), Sadrazamköy (Livera) katliamlarında olduğu gibi öldürülenler arasında çocuklar ve kadınlar olduğunda, bu masum canlardan geride kalanlar bulunduğunda, insanın kanı donuyor, dünyası kararıyor, nasıl tepki vereceğine şaşırıyor...

Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, en önemlisi minicik masum bebekler, bu topraklarda bütün çatışmalarda, bütün savaşlarda hep kurban edildi bir hiç uğruna... Savaşların özeti belki de buydu: Masumların kanını dökmek... Kimseyle alıp vereceği olmayan, henüz konuşmasını, yürümesini, kendi kendine yemek yemesini bilmeyen, altında bezi, ağzında emziciğiyle bir bebeği öldürmekle ne geçti ellerine her iki tarafın faşist katillerinin? Ellerine geçen tek şey, nefreti körüklemek, düşmanlığı beslemek oldu – istedikleri tam da buydu çünkü... Kan döküp, özellikle masum insanların kanını döküp bunların bir nefret yumağına dönüşmesini sağlamak... “Taksim” projesi böyle bebeklerin kanlarıyla sulana sulana gerçekleştirildi ve provokasyonlara karşı uyanık davranmazsak, yeni savaş projeleriyle başka bebeklerin kanı da akıtılmak isteniyor bu topraklara... Bu düşünceden her iki tarafın faşistleri asla vazgeçmedi ve vazgeçmeyecek – ellerine geçen ilk fırsatta bunu yapmaya çalışacaklar. Bu yüzden işte, bu toplu mezarlar birer hatırlatma olsun savaşın nelere malolduğuna dair ve barış için, uzlaşma için, adamızda kuşkuların, gerginliklerin, milliyetçiliklerin hüküm süremeyeceği huzur dolu bir ortam için mücadelemizi hiç kesintisiz sürdürmeye devam edelim...

BİR “MULUHİYA TARLASI”...

Tirfon’daki toplu mezarda 11 kişi yatıyordu, çoluklu çocuklu bir aileydi bu... Bu toplu mezarda yürütülen kazıları izlemek üzere 31 Ekim 2011’de sözü edilen “muluhiya tarlası”na gitmiştik... Burası hep “Muluhiya tarlası” olarak tarif edilegelmişti kazılar başlamadan önce... 14 Kasım 2011’de yani bundan tam 12 sene önce şöyle yazmıştık bu toplu mezarla ilgili olarak bu sayfalarda:

“Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Okan Oktay ve Kayıplar Komitesi fotoğrafçısı Turgut Vehbi’yle birlikte Demirhan’a (Trahoni) gidiyoruz… Burada da “Muluhiya Tarlası” denen bir noktada son beş aydır Kayıplar Komitesi kazı ekibi, kazı yürütüyor…

Burada iki ekip halinde arkeologlar kazı yürütüyor: Evren, Maria, Stelyo, Fatma, Mustafa, Marios, Neşe ve tam sekiz aylık hamile olan Andri… Andri beni hayretler içinde bırakıyor çünkü sekiz aylık hamile olmasına karşın gün boyu çappa çekiyor ve gıkı çıkmıyor… Gülümseyerek karşılıyor bizi Andri… Onlara da bir kutu baklava getirdim…

Burada da rüzgar ve toz-toprak nedeniyle arkeologlar koruyucu maskeler ve gözlükler takıyorlar zaman zaman… Iki de şiro çalışıyor kazı yerinde: şiro operatörü Mustafa Tahsin ile oğlu Hasan Tahsin kazıları yürütüyor…

Son beş aydan bu yana arkeologlarımız bu alanda 9 kişilik “kayıp” bir Kıbrıslırum aileden geride kalanları aradıkları bir kazı yürütüyorlar.

Kazı ekibinin başında arkeolog Evren var… Evren Korkmaz, Karpazlı olduğu halde, bu bölgenin de yabancısı değil çünkü bu bölgede pek çok kazıya katılmış: Aya’da öldürülüp sığ bir kuyuya atılan, ardından yakılan 14 “kayıp” Kıbrıslırum’un o kuyudan çıkarıldığı kazıda yer almış… Evren Angastina’da (Aslanköy) ve Çatoz’da da kazılar yürütmüş… Uzun boylu, güneş yanığı bir esmerliğe ve masmavi gözlere sahip bu genç arkeolog, şimdi Trahoni’deki (Tirfon-Demirhan) kazının ekip liderliğini yapıyor…

Bize son beş aydır kazmakta oldukları çok geniş alanı gösteriyor, bir de daha önce aynı bölgede kazılmış olan yerleri… 2007 yılında bu bölgede üç “kayıp” şahıstan geride kalanları buldukları bir kazı yürütmüşler – ancak bu üç “kayıp”tan geride kalanlar DNA testlerine gönderildiği zaman, bulunmuş olan kemiklerin üç değil, beş kişiye ait olduğu ortaya çıkmış, bu yüzden 2009 yılında bu bölgede tekrar bir kazı yürütülmüş… Ve son olarak da Mayıs 2011’den bu yana bu bölgeyi kazıyorlar… Bu bölgede toplam olarak bulunan “kayıp şahıs” sayısının sekiz olduğu sanılıyor. Ancak yine de DNA testleri yapılmadan bulunmuş olan kalıntıların sekiz mi yoksa dokuz kişiye mi ait olduğu bilinemez. Bu yüzden DNA testlerinin sonuçlarını beklemek gerekecek…

Bölgeye ilişkin bilgilere bakılacak olursa, buradan 11 Kıbrıslırum “kayıp” imiş, bunlar 1974’teki savaş nedeniyle köylerinden ayrılmaya çalışan bir aile imiş… Belki de bulunanlar bu ailenin elemanları olabilir, kimbilir? Bu da ancak DNA testleri sonunda ortaya çıkacak…

Ancak kesin olan bir şey var: “Muluhiya Tarlası” denen bu bölgede dokuz aylık bir erkek bebekten geride kalanlar bulunmuş…

Burada öldürülmüş olanların iki erkek, beş kadın, 11 yaşındaki bir kız çocuğu ve 9 aylık bir erkek bebek olduğu sanılıyor… Bu gruba tanklardan atılan bir mermi ya da bir bomba onları öldürmüş diye bilgiler de var…

Geriye döndükten sonra geceler boyunca bu dokuz aylık bebek aklımdan çıkmıyor, cellabiyasıyla bu tarlada gömülü olarak bulunan minicik, süt kokulu bir bebecik… Kıbrıs’ta bu tarlada masumiyetin nasıl da katledilmiş olduğunu, her iki taraftan da kadınların ve çocukların öldürülmesini ve katledilen bu masumiyetin bir daha geri getirilemeyeceğini düşünüp duruyorum… Arkeologlarımızın yürüttüğü bu kazılarda onlar için de en zoru bu olsa gerek: Masum bebekleri gömülmüş oldukları topraklardan kazıyıp çıkarmak… Eminim kazı yapılırken son derece profesyoneldir arkeologlarımız ama yine eminim ki, dokuz aylık masum bir bebeciğin cesedini çıkarmak, daha sonra, evlerine döndüklerinde, bir duş alıp toz topraktan arındıklarında, gecenin bir vakti ayaklarını uzatıp rahatlamaya çalıştıklarında yüreklerinde bir damla gözyaşı olup akıyordur içlerine… Eminim aradan çok uzun yıllar geçse dahi, kazıları yürüten arkeologlarımız buldukları bu çocuk “kayıplar”ı asla unutamayacaklardır… Cebinden oyuncakları çıkan küçük Suppuris’in unutulmayacağı gibi, beş çocuk, ana-baba, yedi kişilik Rahmi ailesinin Sadrazamköy’de bir kuyuda bunca yıldır bekleyişleri de unutulmayacak… Onlar da kurşuna dizilmişlerdi, kuyunun yerini bana bir Kıbrıslırum şahit gösterdi, Kayıplar Komitesi yetkililerine bu beş çocuklu ailenin olası gömü yerini birkaç kez gösterdik – bir gün bu kuyu da kazıldığında, eminim arkeologlarımız için bu da profesyonel ama duygusal bakımdan oldukça zorlu bir kazı olacaktır…

Arkeologlarımıza kocaman, yürek dolusu bir teşekkür edelim: Bu kadar acılı bir işi yürüttükleri için, bu kadar acılı bir işi etnik ayırım ya da düşmanlık yapmaksızın, birlikte, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum arkeologlar olarak birlikte yürüttükleri için onlara teşekkür edelim… Teşekkür beklediklerinden değil ama yapmakta oldukları işi toplumlar olarak takdir etmekte olduğumuzu onlara gösterelim… En azından bunu hakediyorlar…”

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler... Sevgül Uludağ – 14.11.2011)

VE CENAZE TÖRENİ...

Tirfon’da “Muluhiya tarlası” diye adlandırılmış olan yerdeki toplu mezardan çıkarılan “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın DNA testleriyle kimliklendirilmeleri ardından, 10 Ekim 2015’te cenaze törenleri yapılmıştı... Biz de cenaze töreni öncesinde Fileleftheros gazetesinin bu konuda yazdıklarını bu sayfalarda yayımlamıştık... 1 Ekim 2015’te bu sayfalarda şu haberi yayımlamıştık:

“...FILELEFTHEROS gazetesi dün internet üzerinden yayımladığı haberde en küçük Kıbrıslırum “kayıp” altı aylık Andreas’ın, annesi, ninesi ve teyzeleriyle birlikte Trahoni’deki (Tirfon-Demirhan) toplu mezarda bulunduğunu, aynı ailenin bu altı ferdi için 10 Ekim 2015 cenaze töreni yapılacağını yazdı.

FİLELEFTHEROS gazetesinden Vassos Vasiliu haberinde bebek Andreas’ın annesi Angela, 11 yaşındaki teyzesi Sula A. Themistokleus, 19 yaşındaki Maro, 21 yaşındaki Themistula adlı teyzeleriyle ve ninesi 46 yaşındaki Eleni Themistokleus’la birlikte 10 Ekim’de toprağa verileceğini yazdı. Bebek Andreas’ın köyü Trahoni (Tirfon-Demirhan) dışında ailesinin diğer fertleriyle birlikte toplu mezarda bulunduğunda yanında emziğinin de olduğunu belirten Vasiliu, “Kim altı aylık bir bebeği öldürebilir? Bir insanın ana kucağındaki bir bebeği öldürmek için ne kadar zalim olması gerekir? Ve annesini ve ailesinden dört kişiyi daha…” diye yazdı. Vassos Vasiliu haberinde özetle şöyle dedi:

“Evet, Türk işgalinin en küçük “kayıp” kurbanı Andreas Kiriaku’nun cenazesi, ailesinin diğer fertleriyle birlikte 10 Ekim’de yapılacak.

Küçük Andreas’ın akrabaları gidip bebeğin, annesi Angela’nın, teyzeleri Sula, Maro ve Themistula’nın ve onların anneleri Eleni Themistokleus’tan geride kalan kalıntıları gördüler. Tümü de Trahonili’ydi (Tirfon-Demirhan).

Altı aylık bir bebeğin büyüklüğü ne olabilir? Onun yakını durup da ölüm izlerini izleyebilmek için ne kadar dirençli olmalıdır? Onu öldürenlerin zulmüne tanıklık etmiş olan emziciği de orada duruyor… Gözlerinizi kaparsınız ve kemikleri değil kanlı canlı, kucağınıza alıp oynayacağınız bir bebeği hayal edersiniz. Aniden ağlayan ya da gülen bir bebeğe şarkı söylemeyi…

Bebeğin amcası Panayotis “Onu kollarıma alırdım ve oynardık” diye hatırlıyor… Burada susuyor çünkü acı ruhunun derinliklerine ulaşıyor ve fısıltıya dönüşüyor sesi…

Dün bu bebeğin akrabaları gazeteye cenaze töreni için ilan vermeye geldiler. Bebeğin bir fotoğrafı bile yok çünkü o zamanlar fotoğraf makineleri yaygın değildi. Ancak 11 yaşındaki Sula’nın, Maro’nun, Themistula’nın ve küçük Andreas’ın annesi Angela’nın fotoğrafları var, saçlarında bir çelenkle, bu herhalde düğün günü fotoğrafı… Küçük Andrea’nın amcası Panayotis, Ağustos 1974’te ailenin “kayıp” edildiği günü hatırlıyor:

“Biz dokuz kişi Trahoni’den Palekitre’ye (Balıkesir) doğru hızla kaçıyorduk… Ben ve babam yoldaydık diğerleri bir tarladaydı. Sonra arkasında çekici olan bir traktör gelince babam herkese buna atlamaları için seslendi. Yeğenim gelip babasının bacağından yaralı olduğunu söyledi. Sonra atış sesleri duyduk ve Mağusa yolunda tankları gördük… Sonra da ne olduğunu bilemedik. Traktör bizi Litrodonda köyüne götürdü ve orada neler olup bittiğini araştırmaya çalıştık...

Esirler serbest bırakılınca gidip neler olduğunu bilip bilmediklerini sorduk ancak onlardan geride kalanlar bulununcaya kadar ne olduğunu hiç bilmedik…”

Aslında bu kalıntılar toplu mezarda bulunur bulunmaz, daha ilk andan bunun Themistokleus ailesi olduğu anlaşılmıştı çünkü bu bölgede bunca ortak özellik taşıyan ve aralarında bir de “kayıp” bebek olan başka “kayıp” ailesi yoktu…

Onlardan geride kalanlar Lefkoşa-Mağusa yolunda, Trahoni (Tirfon-Demirhan) köyü yakınında bulundu ve kazılar iki aşamada yapıldı. Önce bazı kalıntılar bulundu ve kazıya ara verildi. Ancak kazı ekibi daha sonra tekrar bölgeye dönerek geriye kalan kalıntıları buldu.

FİLELEFTHEROS’un elde ettiği bilgilere göre ikinci Türk işgalinde Türkler’in köye girdiği bilgisi gelince Themistokleus ailesi Trahoni’den kaçmaya çalıştı. Bir noktada bir bomba düştü ve aile dağıldı – sonra da Türk askerleri oraya geldi… Ancak kalıntıları bulunan aile üyelerinin başına ne geldiğine ilişkin herhangi bir görgü tanığı bulunmuyor.

Küçük Andreas’ın babası o dönem askerdeydi ve zor günler yaşadı. Sonra Kıbrıs Cumhuriyeti kontrolündeki bölgeye döndüğünde ne karısını, ne çocuğunu bulabildi. Themistokleus ailesinin durumu, Türk işgali esnasında tüm ailenin tümüyle ortadan kaldırıldığı bir durum… Türk işgalinde “kayıp” edilen en küçük “kayıp” da onlar arasında…”

http://www.philenews.com/el-gr/top-stories/885/279037/sterno-antio-ston-mikrotero-agnooumeno-ilikias-exi-minon#sthash.eAono0Vk.qe5IvqPD.dpuf

(FİLELEFTHEROS – 30.9.2015)

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – 1.10.2015)


Tirfon'daki toplu mezarda kalıntıları bulunan Temistokleus ailesinin Ekim 2015'teki  cenaze töreninden görünüm... Foto CNA...