ÇÖZÜM KAPIDA!

Sinan Dirlik

Anastasiades’in seçilmesi ile iyimserliğe, Güney’deki ağır ekonomik krizin patlamasıyla kötümserliğe kapılanların aksine her iki durumun da Kıbrıs sorununun çözüm sürecini olumlu ya da olumsuz etkileyeceği kanısında değilim. Ve fakat… Çoğunuzun bıyık altından güleceğini tahmin ediyorum ama, yazının tümünü okumaya vakti olmayan okuyucu için son sözü ilk paragrafta söyleyeyim; hiç olmadığı kadar umutluyum: Çözüm kapıda!
Kürt sorununun çözümüne yönelik başlatılan süreç bir biçimde akamete uğratılmazsa, çok yakında, Kürt sorununun çözümüne paralel başlatılacak hamlelerle Kıbrıs sorununun çözümü yönünde önemli adımlar atılacağına dair çok alametler belirdi.
Vakit ayırıp beni okuma lütfunda bulunanlar bilir; Kürt sorunu ile Kıbrıs sorununun içiçeliğini, birinin çözümünün mutlaka ötekini tetikleyeceğini birçok kez yazdım. Dudak bükerek, kuşkuyla bakanlara ve açıktan açığa Kürt sorununun çözümü yönünde atılan adımlara cephe alanlara rağmen; kim ne derse desin, Türkiye kamuoyu Türk’üyle, Kürt’üyle süreci satın aldı.
Malum çevreler dışında herkes, artık esprilere konu olacak kadar büyük bir özenle “sürece zarar verecek” en küçük bir sözden, hareketten kaçınmaya olağanüstü gayret sarf ediyor. Deyim yerindeyse, parmak uçlarına basarak yürüyor, fısıltıyla konuşuyor Türkiye… Yeter ki “sürece zarar gelmesin!”
İşin şakası bir yana, herkes Kürt sorununun çözümüne yönelik hamlelerin arkasında başını ABD’nin çektiği küresel bir destek olduğunu biliyor. İşin içerisine ABD ve “küresel güçler” girdiği anda da geleneksel olarak sinirler gerilmeye başlıyor. “Ne yani? ABD planlarına destek vermemizi mi bekliyorsunuz?” diyor birileri.
Kıbrıslı Türkler çok iyi hatırlayacak. 2004’te Annan Planı bir referandumla iki toplumun önüne konduğunda, aynı malum çevreler çözüm fırsatına “Emperyalizmin oyunu” argümanıyla tavır almışlardı. İlginçtir, aynı unsurlar yıllarca Kıbrıs’ta barış ve çözümden yana oldukları yalanıyla aldatmışlardı hepimizi. Ne zaman ki çözüm kapıya geldi dayandı, takkeler düştü, kel göründü! “Barış ve çözüm, AB ve ABD desteğiyle geliyorsa, vardır bunun içinde bir hinlik” demeye başladılar. Sonucu biliyorsunuz. Tarihsel bir fırsat heba edildi.
Şimdi de yıllarca bizi “akan kanın durmasını istediklerini, Kürt sorununun çözümünden yana olduklarını” söyleyerek kandıranlar, aynı argümanlarla karşımızdalar: “ABD’nin hain planları doğrultusunda gelecek bir çözüme hayır!” diyorlar.
Bir takke kaç kez düşer, bir kel kaç kez kabak gibi çıkıverir ortaya?
Doğrudur. ABD ve küresel sermayenin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme operasyonunda Kürtlere de rol düştü. Irak’ın işgali ile başlayan operasyonun ilk önemli sonucu Kuzey Irak’ta bir Kürt “federe” devletçiğinin oluşturulmasıydı. Hatırlayacaksınız, Türkiye o dönemde bu oluşumun seyrini “kırmızı çizgilerinin” içinde değerlendirmiş ve şiddetle karşı çıkmış, böylelikle Kürt sorununun daha o zamanlar çözülme fırsatını tepmişti.
Her şeyi enerji kaynaklarının ve enerji trafiğinin güvenliği üzerine kurgulayan ABD ve küresel sermaye için geleneksel siyasi endişeler, “yerel teferruatlardan başka bir şey değil” uzun zamandır.
Yani “Kürt hassasiyetiniz sizin cinsel probleminizdir” diyor ve ekliyor küresel egemenler: “Ya bununla başa çıkmayı öğreneceksiniz, ya da bununla birlikte yaşamayı öğreneceksiniz…”
Dünyadaki kanıtlanmış petrol rezervinin %7’si Hazar’da olmak üzere %63’ü;  doğalgaz rezervinin %25’i Hazar’da olmak üzere %57’si Ortadoğu-Hazar havzasında. Daha da önemlisi Batı’yı besleyen enerji nakil hatları bu havzadan başlayıp çok büyük bölümü Türkiye üzerinden dağıtılıyor. Dolayısıyla bölgedeki en büyük rakipleri Rusya ve Çin olan ABD’nin bu haritaya kayıtsız kalamayacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.
ABD, bölgede Rusya ve Çin ile ittifak potansiyeli taşıyan bütün rejimleri derdest etmeye çalışıyor. Saddam’ın Irak’ı ile başlayıp Kaddafi’nin Libya’sına, oradan Esad’ın Suriye’sine yayılan “bahar rüzgârlarının” kaynağı bu.
Öyle veya böyle, Ortadoğu yepyeni bir haritada arzulanan türde bir istikrara kavuşturulacak. Tam da bu noktada istikrarsızlık potansiyeli taşıyan unsurların başında Kürtler, daha doğrusu istikrarsızlaştırma ihtiyacının bittiği noktada “sorun haline gelen Kürtler” geliyor. Bugün Türkiye’nin nefesini tutarak izlemekte olduğu “çözüm” böyle bir çözüm.
Bu kötü mü? Eğer geçen yüzyılın ikinci yarısından bu yana istikrarsızlaştırma üzerine oyun kuran “Emperyalizmin” bugün istikrara gereksinim duymasının sonucu, on binlerce Türk ve Kürt gencinin kanının aktığı kirli savaşın son bulmasından söz ediyorsak, bu neden kötü olsun ki?
Sırf “solculuk” ve “ABD karşıtlığı” saikiyle yeni ve akılcı politikalar üretmek yerine bu “yeni istikrar stratejisine” ve “kirli savaşın son bulmasına” toptancı bir hayır mı diyeceksiniz? Hadi canım siz de!
Türkleri ve Kürtleri tam anlamıyla tatmin etmese ve genel ve nihai olarak “Kürtlerin sorunu” çözülmese de, “Türkiye’nin Kürt sorunu” çözülecek. Ufukta Misak-ı Milli sınırlarının hayli ötesinde Kürtleri ve bir kısım Arapları da kapsayarak geniş bir coğrafyaya yayılan ve kuvvetle muhtemeldir ki, federal bir Türkiye var. Enerji trafiğinin güvenliği için rasyonel bir çözüm!
Gelelim Kıbrıs’a… Anastasiades seçildiğinde umuda kapılanlar da, Güney’deki büyük finans kriziyle kedere boğulanlar da yanılıyor bence.
Krizi fırsata dönüştürmeye yeltenen Rusya’ya son anda güçlü bir hamleyle, karşılık veren AB, elbette bu kararında yalnız değildi. Finans krizini aşmak için borç kapatma karşılığı Rusya’nın talep ettiği üs, sadece AB ve İngiltere’nin değil, çok daha fazla ABD’nin başını ağrıtırdı. AB, Rumlara kapıyı gösterme tehdidiyle tehlikeyi savuşturmayı şimdilik başardı. Ancak Rusya, fırsatçılık yapayım derken niyetini biraz fazlaca açık beyan etmiş oldu… Tam da bu noktada Türkiye’den ilginç bir çıkış geldi: “Ya Çözüm Ya taksim!”
Türkiye, Anastasiades’e “Gel, doğalgaz yataklarını birlikte işletelim. Hepimiz kazanalım” diyerek “Kıbrıs’ı da küresel oyunun bir parçası yapma” havucunu uzatıyor. Ardından da hemen sopayı gösteriyor: “Çözüme yanaşmazsan, taksime razı olursun”.
Krizin pençesinde kıvranan Yunanistan ve Rum yönetiminin, onların derdini daha fazla çekmeye hiç mi hiç niyetli olmadığını saklamayan Almanya ablanın soğuk bakışları ve ABD’nin baskıları karşısında bu teklife kayıtsız kalma ihtimali nedir? Hele ki İsrail’in “anlaşıldı, sen bu bölge jandarmalığı işinde hayli beceriksizsin” diyen Obama’nın nezaretinde Türkiye’nin yeni pozisyonunu sineye çekmek zorunda kaldığı bir dönemde… Bence çok zayıf…
O yüzden diyorum ki, Kıbrıs’ta çözüm kapıda. Şimdi mesele şu… Kıbrıslı Rum ve Türk solu, bu yeni konjonktürü nasıl değerlendirecek? Tıpkı Türkiye’de Kürt sorununun çözüm sürecinde bizim “solcuların” yaptığı gibi dudak büküp izleyerek mi, yoksa inisiyatif alarak mı?
Pragmatizmi, dindarlığından ağır basan AKP’nin ve artık istikrara ihtiyaç duyan ABD’nin manevralarını kavrayamadığınız ve “çözemediğiniz cinsel problemlerinize” takılıp kaldığınız noktada, olup bitenleri uzaktan izlerken savrulacağınız yer, Türkiye’de on yıllardır süregelen kirli savaşın, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün devamını isteyenlerin bataklığıdır. Bahar da geldi zaten… Hazır edin mangalları…