Çocuklar toplumsal erkeklikten nasıl zarar görmez?

Uzm. Nilsu Atıcı

Toplumda sıkça duyduğumuz bir ifade vardır; ‘erkek adam ağlamaz’. Bu söz, kulağa masum bir öğüt gibi gelebilir. Ancak aslında bu cümlenin çocukların hayatında açtığı yaralar, bir ömür boyu taşınabilecek kadar derin olabilir. Çocuklar, çok küçük yaşlardan itibaren belirli kalıplarla büyütülüyor. Ağlamamaları, korkmamaları, ‘güçlü’ olmaları, duygularını bastırmaları, ‘erkek gibi’ davranmaları gerektiği söylenir. Peki bu beklentilerin ortasında bir çocuğun ruh dünyasına ne olur?

Bu yazıda amacım, çocukların toplumsal erkeklikten nasıl zarar görmeden büyüyebileceklerini konuşmak, yanlış algıları doğrularıyla düzeltmek ve hem ebeveynlere hem de eğitimcilere yol gösterici öneriler sunmaktır. Çünkü ‘erkeklik’ diye öğretilen bu dar kalıplar yalnızca çocukların bireysel gelişimini değil, ileride toplumun barış, eşitlik ve adalet duygusunu da doğrudan etkiler. Toplumsal erkeklik, kısaca erkeklerden beklenen davranış biçimlerinin ve rollerin toplamıdır. Fakat bu beklentiler çoğu zaman çocuğun ihtiyaçlarıyla çatışır. Örneğin:

  • Duygularını bastırmak zorunda kalırlar.

Bir oğlan çocuğu üzüldüğünde ya da ağladığında ‘erkek adam ağlamaz’ denildiğinde aslında ona verilen mesaj şudur, ‘duygularını ifade etmen yanlış’. Bu bastırma ileride öfke, kaygı bozukluğu, iletişim sorunları ve şiddet davranışlarına dönüşebilir.

  • Sevgi ve şefkati göstermekte zorlanırlar:

Toplum, oğlan çocuklarına sarılmayı, ağlamayı, şefkat göstermeyi yasaklar. Oysa çocuklukta öğrenilmeyen bu beceriler yetişkinlikte sağlıklı ilişkiler kurmayı engeller.

  • Sürekli rekabet içinde büyürler:

Erkeklerden hep ‘en güçlü, en cesur, en başarılı’ olmaları beklenir. Bu baskı çocuklarda yetersizlik hissi, özgüven eksikliği ve başarısızlık korkusu yaratır.

Kısacası, toplumsal erkeklik kalıpları çocukların çocuk olmasına engel olur. O halde çocukları toplumsal erkeklikten nasıl koruyabiliriz?

  1. Her duygunun sağlıklı olduğunu gösterebiliriz.

Çocuklar gördüklerini öğrenir. Biz üzülünce ağladığımızda, korkunca paylaştığımızda çocuk şunu öğrenir; ‘benim de duygularımı göstermem normal’. Çocuklar için bu önemlidir çünkü toplum onlara sürekli tersini öğretecektir.

  1. Duyguları isimlendirmeli ve açıklamalıyız.

‘Üzgün olduğum için ağlıyorum’ veya ‘korktuğum için elim titriyor’ gibi açıklamalar yaparak çocuğun duygularını anlamasına yardımcı olmalıyız. Bu, duygusal okuryazarlığın temelidir.

  1. Toplumsal cinsiyet kalıplarını konuşmalıyız.

Çocuklarla açık konuşmalıyız. ‘Bazı insanlar erkeklerin ağlamaması gerektiğini düşünüyor, ama bu doğru değil. Herkes duygularını gösterebilir’. Bu farkındalık, ileride baskıcı düşüncelere karşı direnç kazandırır.

  1. Güç kavramını yeniden tanımlamalıyız.

Güç sadece kaslardan ibaret değildir. Empati göstermek, nazik olmak, sorumluluk almak da güçtür. Çocuklarımıza bu mesajı vermeliyiz.

  1. İfade özgürlüğüne alan açmalıyız.

Çocuklarımızın ilgi duyduğu oyunları, oyuncakları, renkleri ya da kıyafetleri seçmesine izin vermeliyiz. Oğlan çocuğu bebekle oynamak, pembe giymek isteyebilir; kız çocuğu ise futbol oynamayı, araba koleksiyonu yapmayı ya da mavi rengi çok sevebilir. Bunların hiçbirinde yanlış ya da ‘yanlış cinsiyete ait’ bir durum yoktur. Çocukların kalıpların dışında kendini ifade etmesi onların yaratıcılığını, özgüvenini ve duygusal sağlığını destekler.

  1. Sağlıklı modeller sunmalıyız.

Erkekliği şiddetle değil nezaketle, empatiyle ve eşitlikle ilişkilendirmeliyiz. ‘Erkek gibi sert ol’ yerine ‘kararlı ol ama aynı zamanda da saygılı ol’ demek çok daha doğru bir mesajdır.

  1. Ceza yerine olumlu disiplin kullanmalıyız.

Fiziksel ceza ya da bağırma, çocuklarda korku ve öfke yaratır. Bunun yerine açıklamak, süre belirlemek, olumlu davranışları ödüllendirmek gibi yöntemler daha etkilidir.

  1. Onay kavramını öğretmeliyiz.

‘Arkadaşının oyuncağını almadan önce izin istemelisin’ veya ‘sarılmak ister misin?’ gibi küçük örnekler, ileride sağlıklı sınırların temelini atar. Onay kültürü çocuklukta öğrenilir.

  1. Çeşitliliği anlatmalıyız.

Herkesin aynı şekilde görünmediğini, hissetmediğini ya da aşık olmadığını öğretmeliyiz. ‘Bazı erkekler erkeklerden, bazı kadınlar kadınlardan hoşlanabilir. Bazı kişiler kimseden hoşlanmayabilir. Bazı insanlar kendini kadın ya da erkek olarak hissetmeyebilir’. Bu açıklamalar çocukların hem kendini hem de başkalarını anlamasını sağlar.

  1. Eşitliği konuşmalıyız.

Cinsiyetçilik, şiddet, homofobi ve ayrımcılığa karşı durmanın önemini küçük yaşta öğretmeliyiz. Eşitlik kavramı çocuklar için soyut olabilir ama günlük hayat örnekleriyle somutlaştırılabilir.

Bugün bir oğlan çocuğuna ‘ağlama’ dediğimizde, aslında yarının toplumuna şiddetin, iletişimsizliğin, eşitsizliğin temelini atıyoruz. Ama ona ‘üzülebilirsin, ağlayabilirsin, korkabilirsin, duygularını paylaşabilirsin’ dediğimizde geleceğe empati dolu, eşitlikçi, sağlıklı bireyler kazandırıyoruz. Çocuklarımızı toplumsal erkeklikten korumak, onların özgürce duygularını yaşamasına alan açmaktır.

Unutmayalım, çocuklar oğlan ya da kız oldukları için değil sadece insan oldukları için değerlidir. Onlara verebileceğimiz en büyük hediye, kendilerini olabilme özgürlüğüdür.