ÇIPLAK AYAK...

Cenk Mutluyakalı

‘Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk...
Hiçbir yere gitmiyor...’

Edip Cansever

------------------------------------


ÇIPLAK AYAK...

Yeni bir seneye adım atsak da, sizi biraz geriye götüreceğim, 55 sene önceye...
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öksüz bir bebek gibi dünyaya geldiği 1960’da, Roma Olimpiyatları vardı.
O sene Etiyopyalı siyah bir adamın çıplak ayakları dokunuyordu dünyaya…
Tabanlarının sızısının bir ülkenin dünyaya açlığını anlattığı Abebe Bikila, 42 kilometre 195 metreyi çıplak ayakla koştu.
Olimpiyat şampiyonu olmuştu, çıplak ayaklı adam.
Ülkesinde kahramandı...
Sonrasında dünyada büyük bir şöhret...
Kendisine bir de araba hediye edilmişti.
O araba ile yaptığı kaza sonunu getirdi.
‘Marka’ ayakkabıları vardı, son yolculuğunda…

***

1984 Los Angeles Olimpiyatları’na bu kez ‘çıplak ayakla’ koşan bir kadın vurmuştu damgasını…
1980’de Amerikalı atletlerin Moskova’daki olimpiyatları boykot etmesi ile birlikte, bu kez Los Angeles’ta Sovyetler yoktu.
Bir de Güney Afrikalılar!..
Ülkelerine uygulanan ambargoyu protesto ederek, yarışlara katılmamışlardı.
Biri hariç!
Beyaz yüzlü Afrikalı Zola, İngiliz büyükbabasından dolayı yurttaşlık değiştirmiş, ‘İngiliz’ kimliği ve çıplak ayakları ile piste çıkmıştı.

***

3 bin metre finalindeki en önemli rakibi, ev sahibi Amerika Birleşik Devletleri’nden Mary Decker’di.
Yarış başladı!..
En önde çıplak ayaklı Zola vardı. Hemen ardında, Amerikalı Mary!..
O kadar yakın koşuyorlardı ki, Mary’nin ayakları, Zola’nın çıplak tabanlarına dolaştı…
Mary düştü, yarış dışı kaldı.
Zola yavaşladı...
O yarışı kazanmadı.


Yıllar sonra ülkesine döndü yine, Güney Afrika’ya…
Doğduğu topraklar için koştu, pek çok şampiyonluklar kazandı.

***

1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulsa da,toplumlar “ortak milli takım” istemedi!.
Öyle ya, hem ‘ortak’ olacaktık, hem de olabildiğince ‘ayrı’...
Kıbrıs Milli Takımı 13 Kasım 1960’da, İsrail ile karşılaşırken, Kıbrıslı Türkler yoktu sahada.
Sonrasında da dünya sahnesinde pek olmadı.

***

Çıplak ayakla gezdiğimiz günleri çabuk unuttuk, ganimet ve üleşme telaşında...
‘Düşen’e bakmadık pek, delice koştuk ‘konfor’un peşine...
Kendi topraklarımıza yabancılaştık!.
Çünkü ‘tabanlarının sızısını hissetmeyi’ pek de göze alamadı kimse.
Bedel ödemedikçe, ödeyemedikçe, aç kaldık dünyaya...
Şimdi bir de bu gözle bakalım, yarınlara.

-----------------------------------------------

Geride bırakırız, umarım...

‘Kıyıyan vuran insanlık’, 3 yaşındaki Aylan Kürdi’nin fotoğrafı kuşkusuz ki geride bıraktığımız senenin en dramatik sahnesiydi...
Bir başka fotoğraf daha çok etkiledi beni... Sığınmacı bir kadın Türkiye'den Yunanistan'ın Midilli Adası'na geçtikten sonra sırtındaki çocuğuyla ilerliyor. Fotis Plegas’in bu fotoğrafı  ‘bir daha yaşanmasın’ dedirtiyor insana...

-----------------------------------------------

Tıpatıp!

Çocuklarımız artık ‘ergen’ ya!..
Bir an önce ‘modası geçmiş’ bizleri terk ederek, dışarılara açılmak istiyorlar...
Belki de haklılar!..
Yeni yıl gecesi dahi ‘siyaset’ giriyor araya..a
Oysa biz, güya, onlar buluşuyor diye seviniyoruz...

***

Madalyonun bir tarafı bu...
Diğer tarafı daha vahim!..
Anne babalarımız onları ‘yalnız bıraktık’ diye sitemde...
Çocuklarımız ‘yalnız bırakmadık’ diye!..

***

Yeni yıl kutlamalarının çeşit türlüsünü deniyor insan, seneler geçtikçe...
Otelde...
Restoranda...
Meydanda...
Evde...
Aileyle...
Dostlarla...

***

Her yeni yıl, biraz daha azalıyor, bu ‘ezber’in sayısı...
Farkında mısınız bilemem ama her seferinde, kutlayacak daha az yeni sene kalıyor önünüzde...

***

Düşünüyorum da, galiba biz de sıkılırdık çocukken; ana babalarımızın, büyüklerimizin, çok da bizi ilgilendirmeyen muhabbetlerinden...
Gel gör ki, bu ülkede, kim bilir kaç kuşaktır, aynı muhabettler sürüp gidiyor!..
Yani bizler, hani zamanında ‘kaçmak’ isterdik ya, benzer muhabbetleri ediyoruz şimdi...
Dertler de isyanlar da umutlar da ‘tıpa tıp’ neredeyse...

***

Velhasıl çocuklar, umarım sizin sofranıza, farklı meseleler meze olur, güne gele!..
Sıkmaz, sıkılmazsınız...

-------------------------------------------

Karınca deneyi

Hani her yerde yayınlanıyor ya, senenin “en”leri!
Bilimsel araştırmalar için de böylesi bir dosya oluşturmuş ajanslar...
Regensburg Üniversitesi bakınız ne araştırmış!..
Karıncalar tuvalete gitmek zorunda kalınca, yuvalarında belirli bölgeleri bu iş için kullanıyormuş!..
Deney yapmışlar bunun için!..
“Karıncalar tuvalet ihtiyaçlarını nasıl karşılıyor” diye...
Yuvadan çıkmıyorlarmış...
Kendi yuvalarının içinde bir iki köşe seçiyor, hep orada görüyorlarmış bu ihtiyaçlarını...
Karıncanın da ihtiyacı neyse...
...
Karıncalar hep çalışkanlığı ile bilinir ya... Hem çalışkan, hem ‘çevreci’ demek ki... İnsanoğlu dersen ‘karınca gibi eziyor’ geleceğini, ne zaman, neyin içine edeceğini bilemeden...

-----------------------------------------------
haftanın notcukları

• “Yılbaşında artık dikkatli besleneceğim” diyenler mi daha fazla, yoksa “bu yıl sigarayı bırakacağım” planları yapanlar mı? Hade!


• O kadar bilet aldım, bir çift çorap çıksa razıydım!.. İlla ki amorti bile yok yani...


• YENİ PARTİNİN vaadi: “Madem ki bu kadar seviniyorsunuz, memlekete her gün kar yağdıracağım.”

• Yeni yıla girerken denk geldi, Yeni Türkü söyledik: “Tak etti canıma, bu maskeli balo, bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri...”

• Rasıh (Reşat) Hindi tarifi verdi... Maggi (tavuk suyu) ve margarinle, masaj yapar gibi hindinin her yerini ovuyorsunuz... Üzerine soğan da rendeleyerek, pişirme poşetine! 3 saat fırında bekliyor. “İlik gibi” diyor!..

“Çocukların bar’a girmesi yasak değil mi” dedik, sonuçta içkili mekan... “Yok” dediler, “sahibi polis zaten !..”

• Bu muhabbeti ‘tavuk’ meselesinde de yaşamıştım ben!.. “Kim denetliyor çiftlikleri” diye sormuştum, denetleyen dairenin müdürü, çiftliğin bayisi çıkmıştı!..

• ‘Olur olur, bal gibi olur’ ülkesi burası... Alıştık ya, en zoru da bu!...