Toplum, cinselliği çoğu zaman kalıplara sokar ve güç ilişkileri, cinsiyet rolleri, sessizlik üzerinden tanımlar. Kadınlar ‘naz’ yapmalı, erkekler ‘ısrarcı’ olmalı. Kadın ‘hayır’ dedikçe ‘evet’ anlamına gelmeli, erkekler her zaman ‘hazır’ olmalı. Kişi evliyse ‘hayır’ deme hakkı yoktur. Partneri varsa ‘zorla da olsa’ kabul etmeli. LGBTI+ bireylerin yaşadıkları çoğu zaman ‘abartı’ ya da ‘başlarına gelenin nedeni kendi kimlikleri’ olarak görülüyor ve maruz kaldıkları şiddet yalnızca bir ihlal değil aynı zamanda kimliklerinden dolayı ‘cezalandırma biçimi’ olarak meşrulaştırılıyor. İşte bu öğretiler, cinsel şiddetin zeminini hazırlayan en tehlikeli normlar arasındadır. Cinsel şiddet yalnızca fiziksel bir saldırı değil bireyin bedenine, iradesine, kimliğine yönelik sistematik bir ihlaldir. Ne yazık ki çoğu zaman şiddetin kendisi kadar ona eşlik eden suskunluk da çarpıcı bir şekilde gürültülüdür.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre cinsel şiddet, bireyin onayı olmadan gerçekleşen tüm cinsel içerikli eylemleri kapsar. Bu eylemler arasında teşhircilik (bir kişinin cinsel bölgelerini onay olmadan göstermesi), onay olmadan dokunma, cinsel ilişkiye zorlama, cinsel içerikli tehditler, gizli ya da izinsiz fotoğraf/video çekme gibi davranışlar yer alır. Bu tanım oldukça önemlidir çünkü hala pek çok kişi cinsel şiddetti yalnızca ‘tecavüz’ ile sınırlar. Oysa rahatsız edici bir bakış, sözlü taciz, zorla öpme, onay olmadan fiziksel temas ya da duygusal baskı yoluyla cinsel yakınlaşma da cinsel şiddettir. Ve hayır! Evlilik cinsel aktiviteler için otomatik olarak onay içermez. Partnerlerden biri kendini mecbur hissediyorsa ya da korkuyla herhangi bir cinsel davranışı kabul ediyorsa bu verilmiş bir onay değildir. Kişilerin cinsel yönelimi, kimliği, giyimi, bulunduğu mekân, dışarda olduğu saat hiçbir şekilde şiddeti meşrulaştırmaz. Yine Dünya Sağlık Örgütü’ne göre cinsel şiddet mağdurlarının çoğu şikayetçi olamıyor. Çünkü suçlanmaktan, yalnız kalmaktan, damgalanmaktan korkuyorlar. Dünya genelinde yaklaşık her 10 erkekten 1’i ve her 3 kadından 1’i yaşamları boyunca fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. KKTC İstatistik Kurumu verilerine göre 2023 yılında toplamda 906 kadın şiddete maruz kalmıştır. ‘Cinsel tecavüz’ en çok Girne’de, ‘darp’ en çok Lefkoşa’da ve ‘telefonda tahrik edici arama/mesaj’ en çok Mağusa’da gerçekleşmiştir.
Bu yazı ‘ne yapılmalı’ sorusu için bir rehber değildir fakat bize bazı yolları hatırlatabilir. O halde ne yapılmalı? Onayın ne olduğunu ve ne olmadığını öğrenebilir, suskunluğu değil dayanışmayı büyütebilir, mağdurları değil failleri sorgulayabilir, kurulan cümlelere dikkat edebilir ve dayanışma merkezleri ile destek ağlarını daha görünür hale getirebiliriz.
Her yeni güne bir kadının, bir trans bireyin, bir çocuğun ölüm haberiyle uyanıyoruz. ‘Kıskandığı için öldürdü’, ‘reddedildiği için vurdu’, ‘birlikteydi, zaten hakkıydı’ gibi cümlelerle cinayetleri haberleştirenler, aslında faillerin dilini tekrar ediyor. Çünkü bu şiddet bireysel değil, sistematik. Çünkü bu ölümler birer olay değil, toplumsal bir çöküşün aynası ve hükümetlerin göz yummasıyla sürdürülen sistematik bir baskı düzeni. Onay hala anlaşılmıyor, şiddet hala bahanelendiriliyor, mağdurlar hala yalnız bırakılıyor. Ama sorumluluk nerede? Yasaları uygulamayan, şiddeti önlemeyen, failleri cesaretlendiren cezasızlık düzeninden kim ya da kimler sorumlu? Ölenin değil öldürenin kim olduğu sorgulanana kadar, sessizlik değil dayanışma büyüyene kadar hiçbirimiz güvende değiliz ve o zamana kadar susmak yok. Unutmayalım! Cinsellik bir haktır ve şiddet o hakkın ihlalidir. Hep birlikte bu şiddete dur demek sadece bir kadın meselesi değil insanlık meselesidir.