Chez Elita’dan Nilgün Güney’in tuvaline mavi renkli tafta bir elbise... 3

Sevgül Uludağ

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

 

ALTIN RENKLİ BAŞAK DEMETLERİ...

Annem de bu mavi tafta elbiseyi giymişti, hatta ben de giymiştim... Bana sıra gelinceye kadar, giyside güveler birkaç ufak delik açmıştı – anneciğim bu minik delikleri altın renkli ipliklerle aplike nakışlar işleyerek kaplamıştı ki anlaşılmasın... Ben bu harika elbiseyi, CTP’nin bir dayanışma gecesinde giymiştim, canyoldaşım Zeki Erkut’la birlikte gitmiştik o geceye ve sırtımda bir tarih taşıdığımın tam olarak bilincindeydim, aile tarihimizin, bölünmüş yurdumuzun tarihçesi gibiydi bu giysi... Güzel günlerin yitip gittiğini, adamızın bölündüğünü ama buna rağmen daha güzel bir gelecek için mücadelenin devam ettiğini hissediyordum... Rahmetlik anneciğim de işte CTP’nin dayanışma gecesine gideceğim için, o güve yeniklerini altın ipliklerle kaplarken, başak demetleri işlemişti bu lacivert tafta elbisenin göğsüne ve beline...

BOYANAN ODALAR, ELDEN GEÇİRİLEN GİYSİLER...

Geçen yaz aylarında, rahmetlik anneciğimin evinde üç odayı boyatmaya karar vermiştik çünkü yıllardır boya yüzü görmemişler, tavan akıtmış ve çökmek üzereydi... Önce kırık kiremitleri tamir etmemize yardımcı olmuştu bize Abohor’dan Taksim Usta – bizzat dama çıkarak birkaç kırık kiremidi değiştirmişti... Ama saçakların tahtaları çürümüştü – bunun için dülger bulmamız gerektiğini söylemişti... Öyle yapmıştık... Ve boyacı da... Dülger ve boyacı, senkronize biçimde çalışmış ve bir on gün içerisinde o çökmek üzere olan üç odanın tavanı yenilenmiş, saçaklar tamir edilmişti...

Odaların kökten tamir ve boyasının yapılabilmesi için tüm dolaplar dışarıya çıkarılmıştı – dolaplardaki giysiler de elden geçirilmişti...

Bu giysilerin bir kısmı annemin giysileriydi... Annem 2005 yılında yani bundan tam 16 sene evvel vefat ettiği halde, onun tüm giysilerini elden çıkaramamıştım, gönlüm buna bal vermemişti... Bir kısmını vermiştim ama bir kısmını saklamıştım. Şimdi tekrardan bu giysilere bakmam gerekecekti...

Ondan geride kalan, sakladığım giysilerden birisi de işte bu mavi tafta elbiseydi 1950’lerden kalma – parlak ve çok güzeldi, üç kuşak kadın bu elbiseyi giymiştik. Annem 1917 doğumluydu, kızkardeşim 1944 doğumluydu ve ben 1958 doğumluydum ve her üçümüz de bu harika elbiseyi giymiştik... Chez Elita’dan satın alınmış bu elbiseyi... Her üçümüz de bu elbiseyi giydiğimiz için, ailemiz bakımından tarihsel bir değere sahipti kendi içinde... Annem Chez Elita’dan başka giysiler de satın almıştı 1950’li yıllarda – bunlardan birisi de siyah, üstü kristaller ve pullarla işlenmiş bir parti giysisiydi... Son derece ağırbaşlı ama çok zarif bir giysiydi bu... Ablam bu elbiseyi hala giyiyor – kestirip etek yaptı ve alınışının üstünden 60 küsur sene geçtiği halde, hala yepizyeni gibi duruyor – siyah bir tafta bu, tıpkı mavi tafta elbise gibi... Anneciğimin tafta başka elbiseleri ve ceketleri de vardı – bunlardan birisini “Uluslararası Gazetecilik Cesaret Ödülü” için gittiğim ABD’de 2008’de giymiştim – bu lacivert tafta ceket de, Chez Elita’dan ve hala yepizyeni gibi duruyor...

TAFTA’NIN VATANI İRAN VE IRAK...

Tafta, başlangıçta ipekten yapılmaktaymış ancak günümüzde sentetik iplikler kullanılıyor yani rayon, asetat, naylon gibi iplikler tafta üretiminde kullanılıyor. Ancak Chez Elita’dan alınmış mavi tafta elbisede bu tür sentetik karışımlar yok – tümüyle ipekten üretilmiş... Tafta, o şekilde dokunuyormuş ki tıpkı bir satranç tahtasına benziyormuş dokusu...

İki tür tafta bulunuyormuş: Bunlardan birincisi yumuşak ve çoğunlukla astar olarak kullanılıyor... Diğeri ise daha sert ve gece elbiselerinin yapımı için üretiliyor... Başka başka tafta çeşitleri de bulunuyor: “Moire Taffeta” denen ve su lekelerinin üzerinde görülebildiği bir başka tafta çeşidi var. “Antik Taffeta” denen tafta ise ipliğinde yumuşak topaklar bulunan kalın bir kumaş... “Faille Taffeta” ise doğal ipliklerle dokunuyor...

Tafta, “Taffeta” sözcüğünden geliyor, bu Persçe bir sözcük, “bükülerek dokunmuş” manasına geliyor. Tafta 12nci yüzyılda Bağdat yakınlarındaki Attabiya’da yaratılmış... Vatanı İran ve Irak... Yakın geçmişte İtalya ve Fransa da tafta üretimi yapmaya başlamışlar. 1950’li yıllarda Japonya da tafta yapımına girişmiş... Ancak ham ipekten yapılan taftaların esas üretimi Hindistan ve Pakistan’da yapılıyormuş. Hindistan’da Bangalor güney bölgesindeki üreticiler, elde dokuma tezgahlarında tafta üretiyorlarmış ancak 1990’lardan sonra yavaş yavaş bu tezgahların yerine mekanik tezgahlar geçiyormuş... Tafta, insanların bildiği en lüks kumaşlardan biri – yumuşak veya sert, hafif veya orta ağırlıkta, opak veya desenli olarak bulunabiliyor. Işıltısı ve sert dokusuyla biliniyor, kayganlığıyla da...

Tafta daha çok gelinliklerde, gece elbiselerinde, ceketlerde ve partiler için giysilerde kullanılıyor. Sert taftalardan perdeler de yapılıyor... Astar olarak, şemsiyelerde, çantalarda, uyku tulumlarında ve hatta duş perdelerinde bile kullanılıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda tafta, paraşüt yapımında da kullanılmaktaymış... Ancak taftanın dikimi oldukça zahmetli çünkü kaygan bir yüzeyi olduğu için özel bir hazırlık gerekiyormuş dikiş için... Kumaş, dikilmeden önce yıkanıyor, çok sert iğneler, iyice bilenmiş makaslar kullanılıyormuş ki kumaş zarar görmesin... Ütülerken de kumaş zarar görmesin diye çok hafif ısıda ütü yapılabiliyormuş.

NİLGÜN GÜNEY’İN TUVALİNE KONAN TAFTA ELBİSE...

Bu mavi tafta elbiseyi daha fazla dolapta saklamak istemiyorum ve aklıma onu ressam arkadaşım Nilgün Güney’e, bir tablosunda kullansın diye vermek geliyor... Hemen onu arıyorum... Mavi tafta elbiseyi alıp stüdyosuna götürüyor... Burada yapışkan hazırlıyor ve giysiyi yapışkana batırıp, tuvaline yapıştırıyor... Şimdi artık tuvalde gerçek bir elbise var, Chez Elita’dan alınmış, en az 65 senelik mavi tafta bir elbise... Sonra Nilgün Güney, bu elbisenin bulunduğu tuvalde, tablo üstünde çalışmaya başlıyor...

Tablo tamamlandığı zaman bir fotoğrafını çekip bana gönderiyor, çok beğeniyorum...

Bugün sizlerle Nilgün Güney’in bu yeni tablosunu paylaşmak istiyorum...

Nilgün, mavi tafta elbisenin üstüne çizdiği kadının yüzüne kaygıyı yerleştirmiş, gözlerinde inanılmaz bir kaygı var... Bu da, son bir senedir koronavirüs nedeniyle değişmiş olan hayatımızı yansıtıyor – hayatımız tümüyle belirsizlikler içinde geçiyor...

“Ancak” diyor Nilgün, “Umut da vardır... Her zaman umut vardır...”

Ve bu tablodaki “umut” da yıldız oluyor, mavi tafta elbiseli kadına dokanan, onu dürten yıldız...

Sanki de “Yukarı bak! Bana bak! Yıldızlara bak!” demek istiyor gibi...

Nilgün Güney’in tablolarında her zaman umut vardır – yalnızca çok dikkatli bakıp o tabloların içine yerleştirilmiş umudu aramanız gerekir... Bazı tablolarında bu bir penceredir, umuda doğru açılan bir pencere...

Bazı tablolarında ise işte bu yıldızdır, kadına dokanan o yıldız, kadının dikkatini çekmeye çalışan yıldız, herşeyin geçeceğini, karanlığın uzaklaşacağını ve herşeyin parlayacağını anlatmaya çalışan yıldız...

Mavi tafta elbise içindeki kaygılı kadın, eninde sonunda yıldızların parlaklığını mutlaka keşfedecektir...

Bizler de sonuçta hep birlikte iyileşip ilerleyeceğiz...

Chez Elita’dan hatıralarımızı içimizde yaşatacağız, o günlerde pek çok kadının hayatına parlaklık getiren o güzel giysilerle dolu zamanları düşünüp gülümseyeceğiz...

Bu mavi kokteyl giysisi tuvalde duracak ve bize mutluluğu, güzel zamanları ve o parka günlerde tekrar geri dönmeyi hatırlatacak, yukarıya bakmayı, ileriye bakmayı hatırlatacak...

Karanlık geçip gidecek ve biz tekrardan ışığa ulaşabileceğiz...

   

Chez Elita'dan alınmış elbiseyi tutkalla tuvale yapıştıran ressam Nilgün Güney'in tamamlamış olduğu tablo...