Kıbrıslı Türkler ekonomik, politik ve sosyal olarak güneyden Kıbrıslı Rumların, kuzeyden de Türkiye’nin arasında sıkışmış, sandviç olmuştur.
Kıbrıslı Rumlar adanın yönetimini Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemediği gibi, onları azınlık statüsüne getirmek istiyor.
Türkiye, adanın kuzey yarısının yönetimini Kıbrıslı Türklere vermek istemediği gibi, onları kendi yurdunda nüfus olarak azınlığa düşürmek istiyor.
Kıbrıslı Türk ilericiler de hem Güney’dekilere, hem Kuzey’dekilere azınlık olmadığını, olmayacağını ve kuzey ve güney coğrafyalarındaki rejimlerin kölesi değil kendi coğrafyasının efendisi olacağını söylüyor; “bu memleket bizim, biz yöneteceğiz” diyor.
Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde Kıbrıslı Türklerin duruşu, bu temelden hareketle, federal çözümdür. Kıbrıs Rum liderliği federal çözümde Kıbrıslı Türklerle yetki paylaşımında cimri duruyor.
KKTC’nin yönetilmesi sürecinde de Kıbrıslı Türk ilericilerin duruşu, Türkiye ile ilişkilerin ‘iki eşit tarafın karşılıklı yarar ve saygı temelinde’ olmasıdır. Türk hükümetleri ise, “ana – yavru” perdesi arkasına saklanarak, “emir – komuta, veren – alan” ilişkisi içinde “parayı veren düdüğü çalar” duruşundadır.
Sandviç olmuş Kıbrıslı Türklerin ilerici siyaset unsurları ise, kendi siyasetlerini onurlu bir şekilde savunarak, hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadır. Bu siyasi mücadele, Güney’in ve Kuzey’in birçok ve haksız ve yanlış horlamalarına karşı sürdürülmektedir.
Sonunda LTB Başkanı Cemal, hem Güney’e, hem de Kuzey’e, kendi siyasetlerini haklı gösterecek ve sürdürecek çok güçlü savlar verdi.
Güney diyor ki, “Kıbrıslı Türkler siyasi eşitlik istiyor, kendi coğrafyasını yönetmek istiyor ama bir belediyeyi yönetmekten bile acizdirler, kendi yarattıkları yönetsel sorunları bile kendileri çözemiyor, şehirleri pislik içinde, hastalık yayılacak, bize de gelmesin diye ara bölgeye fare kapanı koyduk”… Hem de uluslar arası tanınmış kimliğini tüm dünyaya kabul ettirmek için çok çaba sarf edilmiş ve sonuçta başarılmış bir LTB’yi kullanarak yapıyorlar bunu… Cemal’ın yüzünden…
Kuzey diyor ki, “Neyi yöneteyim demişsen hep batırıyorsun, ben olmasam halin harap; dediğimi yap”… Dediği de “mal ve hizmet üreten her şeyini Türk sermayesine ver, nüfus demografisini değişmeme ses çıkarma, yurttaşlıkları bekletmeden ver, cami – külliye yaptırmamı kolaylaştır, din eğitimini de artır, kimliğini değiştirmeye çalışıyorum diye de bağırma”… KTHY kapatıldı, Ercan satıldı, Kıb-Tek ve Telekom sırada… LTB de, Ziraat Bankası’na ait bir kamu işletmesine dönecek… Cemal’ın yüzünden…
Kıbrıslı Türk ilericiler iğne ile kuyu kazarken, Cemal geldi ve kürekle dolduruyor kuyuları… Peki, Cemal da kim, yalnız mı ki? Hayır… Cemal, Kuzey Kıbrıs’taki karanlık rejimin ve onların siyasi çatısı olan bir partinin sahnede tuttuğu ve sahne ışıklarından dolayı gözü bir şey görmeyen birisi…
Bu hasar bilinçli mi yapılıyor? Rejimin derinlerindekiler, bu hasarın olmasına bilinçli olarak izin verdi, Kıbrıslı Türklerin özgüveni gelişmesin diye, “siz yönetmeyi beceremiyorsunuz” suçlamasını içselleştirsinler diye ve 1974’te silahla kurtaranların, ondan itibaren esas yönetenler olmasının Kıbrıslı Türkler tarafından yadırganmaması için; “besleme” dediklerinde “değil miyiz?!” diye düşünerek sessiz kalmaları için…
Cemal, Lefkoşa’yı, Lefkoşalıyı ve LTB çalışanlarını, kelimenin tam anlamıyla, perişan etti; perişan haller devam ediyor. Cemal bir de tüm Kıbrıslı Türklerin itibarını ve haklarını alma kavgalarını, hem Güney hem de Kuzey karşısında zayıflattı. Bir insan ancak bu kadar zarar verebilir. Bu insan, verdiği bu kadar zararı, yaptığı onca hasarı ret ve inkar ederek daha nereye gidecek? Rejimin ve rejimin siyasi çatısının izin verdiği yere kadar, okların kendilerine doğru geldiğini görene kadar…
Ya Lefkoşalı ve Kıbrıslı Türkler, Cemal’ın yüzünden, Eroğlu’nun yüzünden, UBP’nin yüzünden ve rejimin karanlık derinliklerinden çektikleri bu kadar zararı ve hasarı nereye kadar çekecek? Bilinçli oy kullanma sorumluluğunu yerine getirene kadar…
(Özel NOT: LTB Çalışanları ve BES’in, UBP önerilerine karşı aldığı duruşu selamlıyorum)