Büyükelçi değişimi ya da demokrasi utancı

Cenk Mutluyakalı

Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi yine değişiyor.
Hem de henüz görevdeki 6’ncı ayında…

Bunu daha önce Kaya Türkmen’de yaşamıştık.
İlk değil.
Ama ortada benzer bir içerik yok.

Yasin Ekrem Serin'in görevden alınacağını iki hafta önce duymuştum.
Sürpriz olmadı.
Ama asıl sürpriz, eski büyükelçi Başçeri’nin yeniden göreve geleceği iddiaları…
Eğer doğruysa…
Kıbrıs’a ne büyük saygısızlık…

***

İyi Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez, yakın geçmişte Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir konuşma yaptı.

Kıbrıs'tan yüz milyonlarca liranın İngiltere'ye transfer edildiğini, transferi de TC Dışişleri eski Bakan Yardımcısı, şimdinin Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serin'in yaptığını iddia etti.

Kıbrıs’tan transfer edilen paraların AKP'ye yakın bir müteahhide gittiğini, bu parayla İngiltere'de çok sayıda gayrimenkul satın alındığını ortaya koydu.

Bunlar spekülasyonlar ya da iddialar...

İyi Parti Grup Başkanvekili, bu iddiaları gündeme getirdiği için hakkında tazminat davası açıldı ancak yargı "Bu sorgulamaları yapmak milletvekilinin en doğal hakkı" yönünde bir karar verdi.

Büyükelçi Yasin Ekrem Serin’in babası Maksut Serim, uzun bir dönem Türkiye’de hem Cumhurbaşkanlığı, hem de Başbakanlığın örtülü ödeneğini yönetti.

Kıbrıs’ta yatırımları oldu.
O nedenle de yeni büyükelçi hakkında pek çok spekülasyon yapıldı.

Böylesi bir gündemde, Büyükelçi’nin “geri çekilmesi” anlaşılabilir…
Ama eğer göreve yeniden Ali Murat Başçeri gelecekse…
Bu ancak bir “seçim stratejisi” olur.
Ya da yeni bir demokrasi ve müdahale utancı…

***

Başçeri, son Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Beyaz Ev'de "küs" vekilleri topladı, iradeye müdahale etti... Hükümet kurdu, bozdu; Başbakan devirdi, bakan görevden aldı. Bir halkın kendi geleceğini belirleme hakkını darbeledi.

Tarihin dışına itildiğimiz, milli masallarla öğütüldüğümüz, yurdumuza yabancılaştığımız bir süreçte ayıplı bir aktördü Başçeri...

Viyana Sözleşmesi “Her diplomatik personel bulunduğu devletin kanun ve düzenlemelerine saygı gösterme ve o devletin iç işlerine karışmamakla yükümlüdür”  der...
Bu uluslararası sözleşmeyi bağıra çağıra çiğnedi Başçeri...

Yine mi gelecek?
“Alt Yönetim” halıları serilecek yoluna o zaman…
“Büyükelçi” değil “vali” gibi bilinecek.

Umarım yanlış bir duyumdur bu…
“Bu kadarı da olmaz” demeyiz, yeniden…


“Şimdi reklamları izlediniz!”

Ülkemizde “hükümet” olarak anılan ama Meclis’e gitmekten dahi aciz yapının her imza töreni, etkinliği, açılışı ve sunumu sonrasında o meşhur televizyon jeneriğinin yayınlanması şart oldu.
“Şimdi reklamları izlediniz.”
Çünkü hayatın gerçeğinde o “reklamlar” yok.

Meclis’te isyan ediyor Ayşegül Baybars:
“Topluma böylesi saygısızlığı kimse hak etmiyor; hükümet Meclis’te yok. İçişleri Bakanı’nı bekliyorum, haftalardır, gelmiyor…”

Son üç senede dördüncü defa ve yine bir gece vakti “şartlı tahliye tüzüğü” yayınlamışlar.
Bu ne anlama geliyor, biliyor musunuz?
Birileri sizi dolandıracak, çalacak, yaralayacak, canınızı yakacak hatta öldürecek…
Yargı da bu suçun karşılığında bir “ceza” verecek.

Bakanlar Kurulu toplanacak ve diyecek ki, “Cezanın üçte birini çekmişsen serbestsin…”
Hatta katillik, tecavüz ya da çocuk istismarı gibi suçlar varsa bile “cezanın yarısını çekmişsen şartlı tahliye hakkı kazanabilirsin…”

Yargıya müdahale değil de nedir bu?
Hem de sürekli…
Gerekçe de son derece samimiyetsiz: “Cezaevi nüfusu kalabalıkmış…”
İyi o zaman memleketi cezaevine dönüştürelim de içerisi rahatlasın!

Adaleti, yargıyı, kamu düzenini tehdit ediyorlar.

***

Ürün Solyalı bağırıyor Meclis’te:
“Nüfusu geçtik, bize yurttaş sayısını söyleyiniz.”
Bilgisayar kayıtlarında bu bilgi olmalı değil mi?

Doğum yoluyla yılda 3 bine yakın doğal yurttaş kazanıyoruz.
Bakanlar Kurulu ya da bakanlık kararıyla yurttaş olanlar 4 binden fazla…

Dünyada bir başka ülke varsa böyle, birileri bize örnek göstermelidir.

“Yurttaş sayımız nedir? Bu yurttaşların ne kadarı Kıbrıs’ta yaşıyor, ne kadarı yurt dışında…”
Kendi yurttaşlık verilerini bilmeyen bir “devlet” olur mu?

Siz nüfus değiştiriyorsunuz.
Sorular askıda duruyor!

Ne yanıt var, ne de yanıtlaması gerekenler ortada…
Susuyorsanız, suçlusunuz!


***

Bir evde yaşıyorsunuz ama kaç kişi olduğunuzu bilmiyorsunuz.
Ev sahibini bilmiyorsunuz örneğin!
Her odada kaç kişi barınıyor bilginiz yok.
O “ev” sizin için azap değilse nedir?

Nüfusu sayamıyorsunuz, anladık.
Yurttaşlarınızı da mı sayamıyorsunuz, bu dijital çağda…
O zaman…
Kim, niye sizi saysın?