BÜYÜK MEDYA MUHAREBELERİ DÖNEMİ

Neşe Yaşın

Bu dönem tarihe Büyük Medya Muharebeleri Dönemi olarak geçebilir. Belki de bir distopyanın içinde yaşıyoruz ve farkında değiliz bunun. Sözcük cengaverlerinin her sabah kılıç kuşandığı zamanlar bunlar. Kıran kırana kıyımlar yaşanıyor her gün. Bir linç iştahı kabarıyor ve karşıdakini mat etmeye yönelik hırs ve zekâ sağlıyor enerjiyi.  Silahlar paylaşılmış anlatılara ait bazı isimler, olaylar, markalamalardan oluşuyor. Yanlış ya da çarpıtılmış bilgiler üzerine inşa edilmiş, maksatlı anlatılar en üst teknoloji sayılıyor. Evet ve hayır cevabı beklenen sorularla ve seçeneklerden birinin ihanetle eş anlamlı olacağı varsayımıyla savaşa girişiliyor.

 Bir YouTube kanalında bir HDP milletvekilini Ülkü Ocakları ruhu içindeki bir kalabalığın sorularını cevaplamaya çalışırken izledim dün akşam ve bu garip ruh haliyle girdim yatağa. Bazı bakışlar, sözler ve beden diline dair imgeler kafama kazınmıştı adeta. Öylesine çarpıcıydılar ki unutmak ve uykuya dalmak mümkün değildi. Bir sözcükle tanımlamak gerekirse dalga dalga yayılan bir “nefret” denebilir. Arena ortasındaki savaşçının parçalanışını izleme iştahı sarmış tribünleri. Ekrandaki nefret enerjisiyle paralize olmuş biçimde, kanepesine kurulu pasif izleyici olarak saldırılara kendi yanıtlarımı vermeye çalışırken kalbim acıdı.

Ne kadar da Kıbrıs’ın benim gençlik yıllarımdaki haline benziyordu bu. O dönemde barışı savunurken ne kadar cesurmuşuz. O günlerde ihanetle eş tutulan, marjinal duran pek çok kavram merkeze geçmiş, müesses nizam tarafından bile aklanmış durumda bugün. Belki de bu kadar etkilenmem benzer süreçleri yaşamış olmakla ilgili.

Ya birinden ya ötekindensin tercihiyle karşı kalmak nasıl da yorucu.  Senin iraden dışında açılmış cepheler bunlar. Orduların birinde yer alıp karşı tarafa kayıplar verdirmen gerekiyor. Öncelikle kurbanı, zalimi ve kurtarıcıyı netlikle tanımlamalısın. Oysa kurbanlar zalime dönüşebilir, zalim kurban olabilir, kurtarıcı ise hem kurban hem de zalim olma potansiyelini taşır hep. Sen suçladığının yerinde olsan ne yaparsın sorusu hiç sorulmayan. Kayıpların acısı bu sorunun sorulması önündeki en büyük engel. Acının dinmesinin intikamla mümkün olabileceği varsayılıyor nedense. Karşı taraf canavarlaştırılıyor ve sonra o canavardan korkuluyor. Korku ise nefretin ana malzemesi. Birisinden korktuğun için, sana kötülük yapacağını düşündüğün için nefret edersin ondan.

Küçümsediğin, değer vermediğin, şeytanlaştırdığın biriyle konuşman, onu anlaman mümkün mü? Anlamak anlaşmak değildir ama en azından tartışmak ve yakınlaşmak için bir zemin oluşturabilir.

Her alanda sayısız cephe açılıyor. Futbol maçı ve gol analojisi en çok kullanılan. Topun ağlara ulaştığı an için bütün heyecan.

Basitleştirmek insanı rahatlatan bir şey sonuçta. Taraf olmak da bir rahatlık. Yalnız değilsindir, bir tarafın vardır ve hikâye de nettir kafanda. Düşman bellidir, onun yanlışları ve günahlarının dökümü sizinkiler tarafından hazırlanmıştır. Oh ne güzel! Hakikat başka bir yerdedir ve adalet terazi ne kadar hassas olsa da şaşar oysa.

Kendi açımdan yanlış bildiğim pek çok şey olabileceğinden kuşku duymuşumdur çoğu zaman. O yüzden gerçeği biliyorum ve bunu size söylüyorum edasıyla değil de benim vardığım sonuç şu, inandığım da bu şeklinde konuşmaya gayret ederim. Karşımdakine beni ikna etme olasılığını açık tutmaya çalışırım. Bu her zaman başarılı olmaz ama. Bir karşı saldırı, saldırganın nefret enerjisi irkiltip gerebilir insanı.

Sükunetle davranmak çoğu zaman işe yarar ama her zaman değil. Azgın ve öfkeli bir kalabalık, asılsız suçlamalar, karalamalar, toptancı yaklaşımlar, kalem kıran yargıçlar karşısında nasıl sakin kalabilirsin.

Bir beceri geliştirmek mümkün elbette. Japon dövüş sanatındaki aikido tekniğini tartışmalarda kullanmaya çalışmışımdır kimi zaman. Saldırgan büyük bir hırs ve şiddetle sana doğru gelirken yana çekilirsen sana vurmak yerine yere düşer. Tam düşecekken bir hamleyle onu kurtarıp yaralamasını engellersen de harika olur. Böylece zalim, kurban ve kurtarıcı denkleminin nasıl değişken olduğu da netlikle görülür.

Onca hırpalanmaya rağmen köşeme çekilmedim hiçbir zaman. Bir noktada içerikten çok biçimle uğraşmayı denemek istedim. Çemberin dışına çıkmaya, balkondan bakmaya çalıştım. Manzara hiç iç açıcı değil ne yazık ki. Kıran kırana süren bu savaşların bir galibi de olmayacak. Hep birlikte kaybedeceğiz.