Bu ülkenin hastalığı “Popülizm”…

Ünal Fındık

 

Popülizm ciddi bir hastalıktır. Üstelik çaresi de yoktur. İnsanlığın baş belası kanser gibi bütün organları sarar, tüketir, bitirir ve en sonununda da yok eder.

Bu hastalık KKTC’yi çoktan sardı. Bu ülkenin kuruluşunda “Ganimet anlayışı” vardı. Bu anlayış hala sürüyor. Ganimetçiliğin zehirlediği insanların kurduğu yapı da ancak bu kadar olurdu.

Bu yapı önce Türkiye’den gelen parayı paylaşma üzerine kuruldu. Sonra 1974 ganimeti geldi. Kurulan yapı bir biçimde gelen ganimeti üleştirdi. 1980’li yılların ortalarından itibaren Türkiye yine KKTC bütçesine katkı göndermeyi sürdürdü. Bu yıllar hem Rum mallarının, hem de gelen paranın kapişari edildiği yıllar oldu.

Bütün bu süreçte herkes bir biçimde devlet işine girdi, kısa sürede de “full’dan emekli”  oldu. Yani 1-2 sene, ya da 3-5 sene devlet dairesinde çalıştıktan sonra 30 yaşında, 30 yıl hizmet vermiş gibi emekli oldu.

Ardından 15 yıl herhangi bir işyerinde çalışarak bir de sigotadan emekli oldu. Sonra çocuklar büyüdü. E çocuklar da kapağı devlete atmalıydı. Hemen iktidardaki siyasilere yaklaştı. Oy vermek için bir şartı vardı “Benim çocuğu işe alacan, söz ver oy vereyim”.

Bu kısır döngü ta o zamanlardan toplumun içine yerleşti. Sanki masum bir gelişmeymiş gibi bunu herkes içselleştirdi. Gün geldi yıkılmaz denilen UBP iktidarı yıkıldı. Ama bu anlayış değişmedi. Bu kez çocuğu işe alacak olan CTP milletvekilinin peşine düşüldü.

Sadece bu kadar mı?

Değil. Ziraatçıya teşvik, hayvancıya teşvik, narenciyeciye teşvik, sanayiciye teşvik, turizmciye teşvik, Arpa ekene teşvik, ekmeyeyene da teşvik. Patates ekene teşvik, domates ekene teşvik. Süte teşvik, hellime teşvik. İhracata teşvik, sırasında ithalata bile teşvik.

Emin olun kaç çeşit teşvik verdiğimizi, bu teşviklerden kaç kişinin yararlandığını, bunların kaçının devlet memuru olduğunu kimse bilmez.

Dağıt babam dağıt. Ver babam ver. Kimsenin tanımadığı bu ucube yapı ancak böyle ayakta durabilir. Evet anlayış budur. Sırasında bu ucube yapının ucube anlayışına bizi bile inandırırlar.

Popülizm geldiği son nokta artık bardağı taşırdı. Enflasyonun % 100’leri geçtiği yıllarda devlet çalışanını korumak için devlette maaş çeken herkese her 2 ayda bir hayat pahalılığı ödeneği verirdi. Bu rakam oransal olarak maaşlara yansıtılırdı.

Böylece yüksek maaş alanlar daha çok hayat pahalılığı aldığı için makas onların lehine açılıyordu. Ancak 2000’li yıllarda Türkiye ekonomisi kısmi bir rahatlama yaşadı. TL’den 6 sıfır atıldı ve enflasyon da dizginlendi.

Bu yıllarda çalışanlara 2 ayda 1 değil, 6 ayda 1 hayat pahalılığı verilmeye başlandı. Ama TL sizing olmadığı ve sizing tarafınızdan kontrol edilemediği için yeniden dalgalandı. Enflasyon yine tırmanmaya başladı. Böylece Ocak ayında hayat pahalılığı oranı arttı. Bu da maaşlara yansırken yeniden yüksek maaşlıları öne çıkardı.

Milletvekillerinin maaş artışı ilk o zaman konuşulmaya başlandı. Haziran sonu hayat pahalılığı daha yüksek çıktı. Böylece yüksek maaşlılar yine öne çıktı. Sosyal medyada yine milletvekili maaşları gündem oldu.

İşte burada siyasi irade bana göre bir zaafiyet göstererek milletvekillerinin alacağı artışı almaması ve bu paranın düşük maaş alan 1453 kişiye bölüştürülmesi kararı aldı.

Yani siyasi irade popülizme bir kere daha yenik düştü. Çünkü çare bu değildi. Siyasi irade de bunun care olmadığını biliyor. Ama kendilerini sakız gibi tartıştırmamak için deyim yerindeyse “popülizme havlu atıyor”.

Halbuki bu ülkede asgari ücretle çalışan, ya da kendi nam ve hesabına çalışan ve hayat pahalılığı ödeneği almayan binlerce kişi var.

Yoksa bu kesim hayat pahalılığından etkilenmiyor mu? Marketlerde onlar için ayrı raflar mı var? Benzin istasyonlarında onların benzin aldığı pompalar ayrı mı? Kıb-Tek onlar için farklı tarife mi uyguluyor?

Boşuna uğraşmayın bu yapı bu ülkeyi düze çıkaramaz. Bırakın düze çıkarmasını yerin yedi kat dibine batırır.

Öyleyse yıkın gitsin. Yeni bir yapı kuralım. Sil baştan. Ganimete dayanmayan, bedava Rum malının olmadığı, Türkiye’den alınan paranın sadece altyapı yatırımları için kullanıldığı, devlette yeteri kadar çalışanın olduğu, fazlaların rantabıl biçimde dağıtıldığı ya da eritildiği, kalanların da deyim yerindeyse “insan gibi çalıştığı”, herkesin layıkıyla işini yaptığı bir yeni yapı kuralım.

Statükocular bırakmaz mı?

Kim demiş gönüllü biçimde bırakacaklar zaten. Önemli olan statükocular ne kadar çoksa olsun bu yeni yapıyı onlara rağmen kurabilmektir.

Ben size revizyon, reform, ya da iyileştirme önermiyorum. Ben size açık açık devrim öneriyorum. Yıkalım ve yeniden kuralım diyorum. Temelleri sağlam olsun diye de peşinen söyliyeyim bu populizm hastalığını sakın ola yeni yapıya bulaştırmayalım.