Bu travmayı kim görecek?

Mert Özdağ

Elbette 'iş' bir ihtiyaç…

Hayatın olmazsa olmazı.

Ancak Kıbrıs'ın kuzeyinde durum biraz farklı…

"Üniversiteli işsizler" konusu, uzun süre başımızı yakacak, görünür, ancak 'konuşulmaz-tartışılmaz' bir sorun olmaya devam edecek belli ki… Bu sorun görmek isteyenler için evet var!
Somut olarak görmek de mümkün.
Ancak konuyu irdeleme yöntemlerimiz ya da tartışma ağırlığımız ne kadar yeterli?
İşte bu, tartışma kaldırıyor.
Gençlerin aileleri, ya da daha doğrusu ‘veliler sorunu’ ile başlamak lazım bu durumu irdelemeye…
Zira esas mesele orada başlıyor, eğitimin ilk yıllarında!
Velilerin istek ve beklentilerinde…
"Bizim zamanımızda yoktu, biz okuyamadık" diye başlayan cümleleri kuran anne ve babaların evlatlarını çok güzel yerlerde görme güdüsü ile fitillenen bu istek sonuçları kimi zaman belirsiz olan bir tünelde bitiyor.
Aslında kendini "alt sınıfta" gören aile "oğlum doktor olsun, mühendis olsun" dürtüleri ile sınıf atlama çabasına girişiyor.
Ve bunun için de elbette "üniversite" bir araç!..
Elbette yeni dönemin trendi "özel okullar" da bu güdülerin ve dürtülerin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Mesele şu; ne olacak bu üniversiteli işsizler?
Gerçekten kafa yorulması gereken ciddi bir sorun bu…
Çocuk yaşta velilerinin bitmek tükenmek bilmeyen "daha iyiye" baskısı altında ezilen gençlerin zirveye çıktıkları eğitim hayatlarının sonunda ellerine verilen bir kağıt parçası ile hayata atılmaları ya da atılamamaları çok katmanlı bir sorun…
Bundan 10 bilemedin 20 yıl önce üniversiteden mezun olan bir genç için iş bulmak devasa bir sorun değildi.
Neredeyse işi hazırdı herkesin.
Peki ne oldu da işler artmazken üniversiteli profesyoneller arttı?
Evet, yakın çevremde izlediğim kadarıyla benim dayım, teyzem gibi Türkiye üniversitelerinde yüksek öğrenim yaparak adaya gelenlerin devlet kadrolarında rahatlıkla istihdam edildiği dönemleri yaşadık.
1980'lere denk gelen bu iyi dönem giderek kötüleşti.
1980'lerde bir TC üniversitesinde öğretmenlik okuyan genç adaya geldiğinde rahatlıkla devlete istihdam olarak hem sınıf atlama olanağı buldu hem de devlet şartlarında iş güvencesi…
Ancak şimdi aynı şartlarda mezuniyet diplomasını alan gençleri aynı kolaylık beklemiyor.
İktidara mensup partide “en kıymetlilerin” çocuğu değilseniz, kamuya girmek neredeyse imkansız…
Geriye özel sektör kalıyor ki bu da "güvenceden yoksun-düşük maaş" ve beklentilerin aşağıya çekildiği bir ortam demek…
İşte uzun uzun seneler kendini geliştiren, yüksek öğrenimini en üst seviyeye taşıyan üniversiteli de bu durumu kabul etmek istemiyor, çalışmıyor!..

Hatta dahası da var.

İyi maaşla özelde iş yapmak istemeyenler de çoğaldı ki, bu da tam bir travma!
Yakınan izlediğim bazı örneklerde bu "çalışmama" hallerine ailelerin de destek olduğunu izliyorum.
"Ne gidecen babam 2 guruşa çalışasın, otur evde devlete girene gadar da ben veririm sana onların vereceğini" diyen baba çok!..
Elbette herkes bu yöntemi seçmiyor.
Hayat bir mücadele ve bu mücadelede "devam" etmek isteyenler ise iş hayatına girme yolunu da seçiyor.
İş hayatına girenleri de çok farklı bir sorun bekliyor bu kez…
Binlerce rakip!..
Malum özel sektör çok çalışan ve azla yetinenleri arıyor!..

Kimse kusura bakmasın ama, genelde durum bu…
Bu nedenle azla yetinenler, daha fazla ezilmeyi göze alanların şansı yüksek…
Bizim üniversiteli, bu kez de kendi gibilerle rekabet etmek zorunda kalıyor.
Kamuya girmek ise hem adaletsiz bir süreç hem de artık maddi olarak bir çekiciliği de yok.
"Göç Yasası" denen yasa işte burada ciddi bir soruna yol açıyor.
Okuyan, kendini geliştiren üniversiteli tam da kamuya girme olanağı da yakalamışken bu kez "daha az maaş" sorunu ile beklediği sınıfsal fırlamayı yapamıyor-mevcut durum beklentilerini karşılamıyor.
Zira ailesinden gördüğü alıştığı şartlar, tüketim alışkanlıkları, çevresi ona "daha fazla tüketmeyi" emrederken o, iyi bir yarışın sonunda kazandığı zaferle (kamuya istihdam edilerek) keyif alması gerekirken yine yenilgi, yine hüsran yaşıyor.
Burada takip ettiğiniz üzere birçok unsurun birleşmesi ile ciddi bir travma beliriyor.
Ailelerin beklentisi…
Üst seviyeye çekilen tüketim alışkanlıkları.
Ve özel okullara ödenen binlerce liralık kaynak…
Bu üç faktörün birleşmesi ile oluşan hayal kırıklığı ortamı bizlere şunu gösteriyor:
Ailelerin desteği olmadan bu şartları sürdürmek olanaksız.
Yani üniversiteli kamuya istihdam edilse bile (ki bu en şansıları) yine aileye bağımlı yaşamaya devam ediyor.
Durumu daha net gösteren birkaç örnekleme yapalım mı?

Sosyal medyaya bakın! İyice bakın!

Girne'nin en lüks otelinin plajında çekilen selfileri göreceksiniz!

Aynı günün akşamı, aynı otelin diskosundadır muhtemelen aynı grup, ellerinde Sex On The Beach'ler!

Ya da 'yeni oyuncağım' diyerek paylaşılan son model lüks arabaları…

Bu ciddi bir sorundur dostlar, önemli bir toplumsal travma…
Kendisinin alt sınıfta olduğunu kabul etmeyen, daha doğrusu "işçi" olduğunu reddeden, hatta kimi zaman "işsiz" olduğunu kabul etmeyen gençlerin üst sınıf gibi yaşam alışkanlıkları geliştirmesi ve bunu yaşaması, ya da yaşamaya çalışması ele alınması gereken bir sorundur.
Bu mevcut durum yarattığı travma nedeniyle gençlerde ciddi bir ‘sinir harbi’ yaşatmaya devam edecek belli ki…
Bu sinir harbi sınıfsal bir duruş olmaktan çok "anlık-günlük" çıkışlarla kendini hissettirecek, hissettiriyor.
Sosyal medyadaki aşırı çıkışları dikkatle inceleyiniz.
Sözünü ettiğim yaşlardaki gençlerin çok fazla öfke ile çıkıştıklarını göreceksiniz.
İşte bu öfke patlamaları ana okuldan günümüze ailelerin beklentileri ile tırmanan 'biriktirdiği özel çabanın' özel ürünüdür, özel sonucudur…
Bu sorun irdelemeye değerdir.

Ve evet, iş, işsizlik, kamuya istihdam gibi olgular da bu büyük resmin, daha doğrusu 'büyük travma'nın bir parçasıdır.