'BU MEMLEKETTEN BİRŞEY OLMAZ'

Sami Özuslu

Adam öyle diyordu, ayak üstü sohbette..
"Kim gelirse gelsin, bu memlekette birşey değişmez."
Tarih: Dün...
Yer: Kıbrıs'ın herhangi bir köyü...
Herhangi bir tarihte de, başka bir köy veya kasabada da olsak durum
değişmiyor.
İnsanlar bıkkın.
Insanlar ümitsiz.
İnsanlar kızgın.
İnsanlar çaresiz.

***

Yine de "Crans Montana'dan birşey çıkar mı?" diye umutlanmak istiyor, onca
bıkkınlık, umutsuzluk, çaresizlik, kızgınlık arasında insanlar.
Kıbrıs sorununa çözüm bulunması dışında toplumsal konsensusun olduğu başka
hiçbir beklenti, başka tek bir hedef kalmadı galiba...
Toplumu kemiren, özgüvenini yitirmesine neden olan bir yığın sebep var
dünden bugüne.
Teşkilat döneminden itibaren sürekli bir kontrol mekanizması var Kıbrıslı
Türkleri idare eden.
Çekince giden. 
Bırakınca duran.
Böyle mi acaba gerçekten?
Yani bir çeken, bir iten var mı hakikaten?
Yoksa artık toplumsal halüsinasyon mu görüyoruz?
Zor bir mevzu...

***

Peş peşe travmalar yaşıyoruz.
Ani, beklenmedik, erken ölümler...
Trafik felaketleri..
Cinayetler...
Eskiden ender olan vakalar, artık çok kısa periyotlarla tekrarlanıyor.
Daha bir travmayı atlatmadan bir diğeri...
Cenazeden cenazeye koşup duruyoruz.
Kim demiş 'Küçük toplumun derdi küçük olur' diye?
Tam tersi...
Herkesin birbirini tanıdığı, en kötü ihtimalle bir tanıdığının tanıdığı
çıktığı bu toplumda acısız gün geçirmek neredeyse imkansız.
Yine de bu toplumun o kadar çok güzel tarafı var ki!..

***

Khaled Houseini'nin 'Bin muhteşem güneş' kitabında buldum bu sefer de
tedaviyi.
Afganistan...
Son 40 yılda sosyalistlerin etkinliğinden Taliban'ın, El Kaide'nin
iktidarına uzanan, sürekli savaşların hüküm sürdüğü, inanılmaz insan
hikayeleriyle dolu, yer yer çok acıtıcı bir roman...
Romanda hayat hikayesi anlatılan Meryem ile Leyla adlı iki Afgan kadınının
başına gelenler, çatışmalı coğrafyalarda, hele kökten dinciliğin
kökleştiği yerlerde nasıl da korkunç travmalar yaşandığının resmini
koyuyor önünüze.
Kızların 12 yaşına gelir gelmez çok yaşlı insanlarla evlendirilmelerinden
mi bahsetmeli, açlıktan sefaletten mi, gökten sürekli yağan bombalardan
mı, şeriatın 'kurtuluş' olarak görülmesinden ve kuşkusuz sonucunda bunun
kurbanı olunmasından mı?
Buna rağmen hayat bir şekilde akıp gidiyor o koşullarda bile ve aşklar
yaşanıyor, çocuklar doğuyor, insanlar kendilerine hedefler koyabiliyor.
Çoğu insan göçüyor elbette, ama içlerinde hep memleket özlemi, hep sılaya
dönme arzusu...
Leyla da öyle yapıyor ve çocuklara adıyor kendini...
Sefalet içindeki, kimsesiz, çaresiz Afgan çocuklarına...
Bir yerinden tutuyor memleketinin...

***

"Bu memleketten birşey olmaz" evet...
Bezdirdiler hepimizi.
Sırtımıza vurup ağzımızdaki lokmayı alıyorlar artık, pek ses çıkarmıyoruz.
Sistemi değiştiremezsen sistem seni parçası yapar muhakkak.
Benzettiler bizi.
Bu umutsuzluk, bu kızgınlık, bu bıkkınlık, bu çaresizlik duygusu sisteme
uyumdan.
Uyduk, uydu olduk.
Yörüngesinden çıkamazsak eğer sistemin, aynı sürat ve rotada dönüp durmaya
devam edeceğiz.
Ah vah çekerek.
Göçerek.
Sıkıntıdan hastalanıp ölerek.
Mecnun olamadık da, Leyla olmak mümkün hala...
Bir yerinden tutmakla...
Belki umut orada...