Bu dil, bu ağız...

Cenk Mutluyakalı

Polisin eylemciyi darp etmesi ne demek?
Geri kalmışlık bu...
Orantısız güç kullanmak ve zulüm!
Demokrasiden nasibini almamış, gerici yönetimlerde yaşanır böylesi.
Diktatör rejimlerinde!
Hukuk dışılığın hüküm sürdüğü 'kabile' düzenlerinde...
Ne kadar 'yazıklar olsun' dersek buna!
Aynısı...
Bir eylemcinin masum bir polise taş atması ve şiddet uygulaması için de geçerlidir.
O polis ki, pek çoğunun kalbi iktidarın değil aslında eylemcinin yanındadır!

***

Öyle anlaşılıyor ki 'eylem disiplini' pek de önemsenmemiş!
Organizasyon biraz 'öğrencilerin yarattığı etki üzerinden büyüyelim' yaklaşımı ile koyverilmiş.
'Gösteri' dünyası, adeta!
Mikrofon aşıklığı!
"Söz"ün değil de "sözcülüğün" yarışı!

***

Çocukları, öğrencileri, kitleyi de eylem yerinde bırakmışlar bir anda...
Yüz yüze, polisle!
Oysa ki bir eylemin sorumluluğunu üstlenmek, en başta, her bir katılımcının güvenliğine kefilliktir!
İlk andan, tek bir eylemci meydanı terk edene dek.

***

Bir dostumuz aradı, “siz, eylem sırasında bakanların fotoğrafını yayınlıyorsunuz yemede, içmede... Bir de 'grev' yapan ama 'eylem alanı'na uğramayanları görseniz ya...”
Kendi ayıpları!

***

Barış sürecinde 'örgütlü mücadele'ye ihtiyaç eskisinden çok fazladır.
Tam da bunun için gereklidir, eleştiri.
Çünkü 'güvensizlik' konusunda 'siyasiler'le adeta yarışıyor, sendikal figürler!
Bunu değiştirmek için 'toplumsal' odaklı bir samimiyete ve tutarlığa ihtiyaç var!
Mesela bu 'mesai' kaosunu anlamıyorum!
Sendikaların bugünkü uygulaması, "çocuklar okula karanlıkta gelmeli" diyor!
Kamuda, yurttaşın hizmet hakkından eksiliyor, her gün, bir saat!
Hükümet değil yurttaş yaşıyor mağduriyeti!
Böyle olmuyor.

***

“Niye AB ya da Başpapaz’ın saatine uyalım? Böyle bir şey olamaz” diyen Başbakan’a son sözüm!
Bu dil, bu ağız, bu yaklaşım, bu sığlık, bu ucuzluk, bu pespayelik çağa yakışmıyor!
Ne yapacak martta!
Bu kez ‘ileri’ mi alacak saatleri?