Bu adada en önemli şey dostluklar… 2

Sevgül Uludağ

Toplumlarımız, liderlerimize yol gösteriyor… Kıbrıslılar barış içinde, dostluk içinde yaşamak istiyor…

Leyla Kıralp, Monika Vasiliu’yla ilgili bana gönderdiği yazısında şöyle diyor:

“Sevgili arkadaşım Monica Vasiliu,
Senin yokluğunu hissettim bugün. Yanımda olmanı istedim. Elimi yine o yumuşak ve sıcacık ellerinin arasına alıp “Leyla pes etmek yok” demeni istedim. Sen ne güçlü bir kadındın Monica!

2003’te sınır kapılarının açılmasıyla tanıdık birbirimizi. “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” dolayısıyla RİK 2 kanalına birlikte davet edildik. Anlattıkları beni hayrete düşürmüştü. 15 Temmuz 1974’da Yunan Cuntası’nın yaptırdığı darbede, EOKA B tarafından yerde sürüklenmiş ve kalçasından sakatlanmıştı. 20 Temmuz’u 14 Ağustos’u anlatırken de “biz Kıbrıslılar bunları hak etmedik. Biz Kıbrıslılar birlikte mücadele etmeliyiz. Güney ve Kuzey Kıbrıs yoktur. Tek bir Kıbrıs vardır. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar birbirine düşman değil, düşman bizi birbirimize öldürtenlerdir” diyordu.  Sesi, kararlı sözleri hala capcanlı, kulağımda…

Sonra konuşma sırası bana gelmişti. Ben de yaşadıklarımı anlatmıştım. 1974’de ilk eşimin EOKA B tarafından evden esir alınıp götürüldüğünü, katledildiğini, kayıp olduğunu, evimi ve köyümü terk etmek zorunda kaldığımı anlatmıştım. Ben bunları anlatırken yerinden bir ok gibi fırlamış ve yanıma gelip elimi tutmuştu.

Program çıkışı beni arabasıyla Ledra Palace’a götürmüştü. Birbirimize telefon numaralarımızı vermiştik. Bir hafta sonra bize, Mağusa’ya gelmişti. Şevki ve Mustafa’yı görünce “siz benim dostlarımsınız” demişti. O gün babasının Mağusa’daki evine gitmiştik. Ama evi sadece arabadan görmek istemişti. O günden sonra biz artık sık sık görüşen, birbirimizi telefonla arayan arkadaşlar olmuştuk. Bize Viktorya ile gelmişti. Viktorya’ya “manevi kızım” diyordu. Viktorya’nın çocukluğu Vasiliko’da geçtiği için dedemleri ve teyzemleri çok iyi hatırlıyordu.

Kalçasının ağrımasına rağmen bastonuna dayalı halde ilk kitabım olan ‘Paylaştığımız Islak ve Beyaz Mendil’in tanıtım gecesinde bizimleydi.

Viktorya’nın kızının düğününe gitmiştik. Düğün salonundakilere gururla “işte benim Kıbrıslı Türk dostlarım” diyerek bizi tanıtmıştı. Düğün sonrası bizi evine götürmüştü. Evinin salonunda Ümit İnatçı’nın çizdiği tablolar asılıydı.

Sevgili arkadaşım, sen o günlerde kansere yakalanmıştın. Ama bizden gizliyordun. Sen hep güçlü idin. Hep umutlu idin. Hep güzeldin.

Melandra House daha inşaat halinde iken görmeye gelmiştin. Ve ilk hediyemizi sen getirmiştin. Bir tabaka, bir bakır çaydanlık ve iki tane bakır şamdan. “Şamdanlar babamın hatırası” demiştin.
Ne sen iyi Türkçe biliyordun, ne de ben iyi Rumca. Ama yine de çok iyi anlaşabiliyorduk. 

Hastalığın hayli ilerlemişti ama sen hala güçlüydün. Bana “kanserim” derken bile güçlüydün. Benim kanım donmuştu bu haber üzerine. Oysa sen grip olmuşsun gibi davranıyordun.

8 Nisan 2011 tarihinde ben Londra’ya gitmek için Ercan yolundayken hayat arkadaşı Akilleas aradı beni. Monica’ya kötü birşeyler olduğunu anladım. “Monica’yı kaybettik” dedi. Cenaze yerini ve saatini söyledi. Mustafa beni Ercan’a bıraktı ve cenazeye gitti.

Ben uçakta hep seni düşünmüştüm arkadaşım. Cenazene katılamadığım için, seni kaybettiğim için çok üzülmüştüm.

Londra’ya iner inmez Mustafa’yı aradım. Cenazeyi sordum. Mustafa’nın verdiği cevap şuydu: “Monica her zamanki gibi güzeldi !”.

Sevgili arkadaşım, 5 yıl oldu sen yoksun. Kaç defa çözüm olacak diye birlikte umutlandık. Kaç defa barış adına birlikte slogan attık. Sen sızlayan kalçana, seni bizden ayıran kanser illetine rağmen, ayağını hep sertçe yere vurdun ve ısrarla, inatla “çözüm olmalı, barış olmalı” dedin.
Geçen gün çözümü, barışı beklerken yine hayal kırıklığı yaşadık.

Yine çözüm bulunamadı, kangren olmuş Kıbrıs Sorununa. Kangren olmuş bir soruna nasıl bir çözüm bulunabilecek ki sevgili Monica? Ama duyuyorum sen yine “Çözüm olmalı, barış olmalı” diyorsun. Israrla ve inatla...

Öyle bir moral çöküntüsü yaşadım ki, soluğu köyümün boş sokaklarında aldım. Dolaştım durdum boş sokaklarda ve gece olunca mecburen geri döndüm.

Bir kaç gün sonra da, güne Beşparmaklar’daki o korkunç kaza haberiyle başladık. Hepimizin içi yandı. Hayatta olsaydın, biliyorum ki duyar duymaz bizleri arayacaktın. “Ne yapabilirim? Kan vermem lazımsa gelip vereyim” diyecektin. Gerekirse, bastonuna tutunarak, yola çıkıp gelecektin.

Şu an seninle sohbet ediyorum sevgili arkadaşım. Eminim beni duyuyorsun. Seni çok özledim Monica. Senin çok sevdiğin “soğuk çay” yaptım.  Hem çayı yudumluyor, hem de seninle konuşuyorum.  Sana söz veriyorum. Olumsuzluklar karşısında hep senin gibi güçlü olacağım. Ve ayağımı yere sertçe vurup “çözüm olmalı, barış olmalı” diye haykıracağım…”

DEVAM EDECEK