Brandi Savva’yı icat eden barmen: Stelyos Sürmelis…

Sevgül Uludağ

Bay Stelyos Sürmelis, Kıbrıs’ta içki tarihçesine damgasını vuracak olan “Brandi Savva”yı icat eden barmendi…

Brandi Savva’yı 1946 yılında Forest Park Oteli’nde iken Kral Faruk için icat etmişti…

Kral Faruk, sık sık Trodoslar’daki Forest Park Oteli’nde kalmaya geliyordu ve insanların içki içtiğini anlamamalarını istediğinden, yaverini Bay Stelyos Sürmelis’e göndererek, bu Kıbrıslırum barmenden kendisi için içki içtiğinin anlaşılmayacağı bir içki hazırlamasını istemişti.

Forest Park’ın barmen Bay Stelyos Sürmelis ise, “Brandi Savva”yı böyle icat etmişti: Limonata, brandi yani Kıbrıs konyağı ve birkaç damla angostura ekleyerek harika içkisini ortaya çıkarmıştı. Artık Kral Faruk, gönül rahatlığıyla bol bol limonata kılığındaki Kıbrıs konyaklarını içebilirdi!

Aradan üç yıl geçtikten sonra 15 Ekim 1949 tarihinde Ledra Palas Oteli açılınca, Bay Stelyos Sürmelis de, otelin sahibinin ricası üzerine Forest Park’tan Ledra Palas Oteli’ne gitmişti… Forest Park Oteli ile Ledra Palas Oteli’nin sahipleri o günlerde aynı şahıslardı… Böylece Bay Stelyos Sürmelis, Ledra Palas Oteli’nin barında çalışmaya gitmiş ve meşhur içkisi “Brandi Savva”yı, gelen ünlülere de, sade turistlere de ikram etmeyi sürdürmüştü…

Stelyos Sürmelis’in oğlu Mihalis Sürmelis’in sosyal medya sayfalarında paylaştığı bu fotoğraflar çok ilginç… Fotoğrafların birinde Bay Stelyos Sürmelis, 1960 yılında Ledra Palas Oteli’nde dört kadına servis yaparken görülüyor… Bir diğer fotoğraf ise 15 Ekim 1949’da, Ledra Palas Oteli’nin açlışında çekilmiş. Bu fotoğrafta Bay Sürmelis, Ledra Palas oteli müdürü Bay Zerpini’ye, 1946 yılında Kral Faruk için icat etmiş olduğu ünlü içkisi “Brandi Savva”yı nasıl yaptığını gösteriyor…

Bir diğer fotoğraf ise, 1960’lı yıllarda bir yılbaşı günü çekilmiş Ledra Palas Oteli’nde… Tüm personel bir arada görülüyor…


1. Stelyos Sürmelis Ledra Palas otelinde servis yaparken


Aredyu’dan bulunmayan tek “kayıp”: Niyazi Cemal’ın öyküsü…

"Kayıp" Necati Niyazi Reynar'la ve Aredyulu "kayıp" yakını Mehmedali Göçer'le Niyazi Cemal'ın Aredyu'dan "kayıp" edilişine ilişkin röportajımızın son bölümü şöyle:

SORU: Ama senin kardeşin Naim Hüseyin’i ve beraberindeki Salih Mehmet ve Kemal Hüseyin’i, Tseri’ye götürdülerdi… Farklı yere götürdülerdi yani gibi durur… Necati Bey der ki, POLİTİS’te Mihalis’in yazısında mezarlıkta vurdukları yazar kendini…

MEHMEDALİ GÖÇER: Bir silah sesi duyulduydu… Annemin dediği, köyü çıkınca, dışında bir silah sesi duyulduydu. Ama şimdi tabii, senelerinan annem köye giderdi, “Sizinkiler sağdır” derlerdi kendilerine… Hatta annem beş lira verdiydi, “Bulalım kendilerini” falan dediydi… Hiç eser yoğudu… O günlerde öldürdülerdi kendilerini, bir kuyuya attılardı.

 

SORU: Mezarlıkta vurduysalar, mezarlığa da gömmüş olabilirler…

MEHMEDALİ GÖÇER: Kıbrıslıtürk mezarlığı zaten köyün girişindedir, durur daha… Rahmetlik Çavuş Dayı’nın mezarı yapılmışıdı, biraz zengindi, varlıklıydı diye güzel bir mezar yaptılardı kendine. Mezarlığın dibinde bizim tarlamız vardı. Ve ben o gün gittiğimde köye, gördüm ki tarlamızın içine ev yaptılar. Ondan sonra da ikinci defa gittiğimde, o evin yıkıldığını gördüm. Dedim “Ne oldu da yıkıldı?”

Dediler bana ki “Anam öldü da yıktılar evi” dediler.

Ama ağaçlar dururdu.

Mezarlığın etrafı da kesilmiştir yeşil bezlerle… Gördük… Ben dikkat ettiydim… Bir iki defa gittim, ondan sonra da gitmedim artık. Hele sizin evlerin tarafına gidince, böyle moralim sıfır olur. Hiç istemem gideyim.

 

SORU: Şimdi bunu POLİTİS gazetesinde de yazınca ben, biraz insanların belleği tazelenecek ve belki bir şey hatırlayan varsa, çıkıp bize söyler…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Esasında o kahveci vardı, Yorgi… Son gittiğimizde, “Seni isterim bir gün ayrı, görüşelim” dedi bana. O da öldü… Yoksa o adam zannedersem birşeyler bilirdi ve söyleyecekti… Ama uymadı görüşelim tekrardan…

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Ben köye gittiğimde, kahveye oturduydum. Bir gözünde sakatlık olan bir adam ağlardı, ben söylediğimde kendine işte “Ben Naim’in kardeşiyim” dediğimde kendine, ağlardı. O kahveci mizdi bilmem. Ondan sonra sormadım da kendine neçin ağlar. Hatta benim hanım dedi, “O adam ağladı” dedi. Herhalde o bilirdi durumu diye düşünürüm.

 

SORU: Sen hatırlar mın Niyazi Bey’i?

MEHMEDALİ GÖÇER: Tabii…

 

SORU: Nasıl biriydi?

MEHMEDALİ GÖÇER: Aslında mert bir adamıdı böyle. Yani köyde biz çocuktuk, onu böyle görürdük, örnek. Onun kardeşi da vardı, Şevket, o da mert bir insandı. Biz onlardan çok örnekler alırdık… Hem dürüsttü, hem da mert bir adamdı. Bir şey olduğunda hemen ona söylerdik, o bizi korurdu. Çocuktuk çünkü. O da bize sahip çıkardı yani. Kamyonu vardı. Sedon kamyon… Nere gitti o Sedon kamyon?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: 63’ten sonra geldi aldı bizim “Teşkilat” kamyonu, gitti… Çalıştırırlardı, limandan mal mı ne taşırlardı… Birkaç sene öyle gitti, sonra verdilerdi bize kamyonu, Mora’da dururdu. Anneme derdim, “Anne satalım kendini”, “Yok” derdi bana, “baban gelecek… Baban gelecek…”

Hurda oldu…

MEHMEDALİ GÖÇER: Ben gittiğimde köye, bir şöför vardı, Yanni miydi, Yorgi miydi, ona sorduydum, dediydim kendine “Ne yıktınız bu evleri?” diye… Komşusuydu Niyazi Beyler’in…

“E kerpiç idi da onun için” dediydi bana…

Dedim kendine, “Tamam… Bizimkiler kerpiç… Seninkiler tuğla mızdı?” dedim… “Seninkiler da kerpiç idi… Ne yıkmadın?”

Düşün ki dibindeki Şevket’in evini yerinan bir etti…

Ondan sonra bizim incir ağacı vardı, onu da sordum kendine, “Neçin kestiniz bu ağaçları?”

Bir tek kahve kaldı sağlam… Niçin kaldı o kahve, ben anlamadım daha hala…

 

SORU: Siz Türkiye’deyken burada kardeşleriniz, aileniz ne yapardı?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Benim kardeşim Caner da asker idi. Mücahit yani… Küçük bir maaş alırdı… Annemin da bir maaşçığı vardı. İaşe yardımı da verirlerdi. Sonra biz kendimizi kurtardık.

 

SORU: Ne okuduydunuz?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Ticari İlimler okuduydum Adana’da…

 

SORU: Sonra naptınız?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Dönünca bir sene aşağı yukarı boş kaldık, hadiseler çıktı, 1974 olayları çıktı… Askerdik gene burada, birlikteydik burada Dereboyu’nda… Dereboyu’ndaydık…

 

SORU: İbrahim Latif’i hatırlarsınız?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Evet, hatırlarım. Benim esas birliğim 22nci bölüktü, ben askerliğimi orada yaptıydım ama… Arasta’daydı bu. Ergün Digidak’ın bölüğü… “Digidak” derdi kendine.

Şimdi, 1974’te ben evlendiydim, 14 Temmuz 1974’te! Bu bizim evlenme günümüzdür!

14’ünde evlendik, 15’inde darbe oldu sabahleyin, akşama da mevziye gittim! En yakın birlik buradaydı, hemen oraya gönderdiler…

 

SORU: Go desinler, evlendiniz!

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Evlendik! Eşimin adı Naciye… Tekin Birinci kardeşlerde işlerdi o… İkinci harekattan sonra da, münhal açıldıydı Maliye’de, müracaat ettim, o zaman aldılar bizi, Mağusa gümrüğüne gittim, orada gümrük memuru olarak çalışmaya başladıydım.

 

SORU: Mağusa’da kalırdınız yoksa gider gelirdiniz Lefkoşa’ya?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Evlendiğimde burada Lefkoşa’da kalırdım, Toros’un apartmanında… Sonra tayin alınca gittim Mağusa’ya, hala daha Mağusa’da oturuyorum… Çalıştım gümrükte işte, 2000’de de ayrıldım, emekli oldum.

 

SORU: Anneniz herhalde beklerdi, geri dönecek diye?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Hep beklerdi, son zamanlarına kadar elbiselerini hala daha saklardı…

 

SORU: Hiç ümidi kesmedi yani…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Kesmedi ama 74’ten sonra başladılar desinler öldü falan, kimisi derdi “Götürdüler kendini Yunanistan’a”…

 

SORU: Hiç duydunuz mu ne oldu? Herhangi bir dedikodu, nereye gömüldü, ne oldu diye… Yok Yunanistan munanistan da, daha somut bir şey duydunuz mu hiç?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Duymadık işte, duyamadık onu. Hatta POLITIS gazetesinde bir şey çıktıydı, Aredyu’dan üç Kıbrıslıtürk’ün “kayıp” olması falan diye… Orada okudum ben… Aldıklarındaymış kendisini köyde, mezarlığın karşısında vurmuşlar. Mezarlığın yanında diye…

 

SORU: Mihalis Theodoru’nun yazısıydı o… Şimdi onu Kayıplar Komitesi’ne aldılar işte… Yani Aredyu’nun mezarlığının karşısında gömülüdür gibi bir izlenim edindiniz o yazıdan?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Zannetmem… Götürdüler, başka yere gömdüler?

 

SORU: Kıbrıslıtürk mezarlığı mıydı o?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Evet… Hiç duyamadık, öğrenemedik bir şey…

 

SORU: Babanızı düşündüğünüzde ne hissedersiniz?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Acı hissederim ama yani unuttuk da yani… 60 sene geçti üstünden…

 

SORU: Yazalım bakalım, tek bulunmayan odur çünkü Aredyu’dan – diğer “kayıplar”ını bulduk Aredyu’nun, okurlarımızın yardımlarıyla çünkü…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Aynı şahıslardır alan kendilerini…

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Benim o günlerde rahmetlik annemden duyduğum komşusu rahmetlik Halil Dayı’nın bir av tüfeği varıdı…

 

NECATİ NİYAZİ REYNAR: İki tane da bizde varıdı av tüfeği… Bir tanesi amcamındı…

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Halil Dayı’nın da tüfeğini almış… Çünkü Halil Dayı da köyde yoğudu o günlerde…

 

SORU: Etti üç av tüfeği…

MEHMEDALİ GÖÇER: Halil Dayı köyde yoğudu diye, onun tüfeğini da aldıydı evden… Yoksa bir artniyeti yoğudu… Onlar köyde kalmazlardı…

 

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Ava gelirlerdi haftasonu da bıraktılar babamın evde tüfekleri… Da haftasonu gelirlerdi ava…

 

SORU: Kıbrıslırum polisi da bunu gerekçe yaptı ki alsın kendini ve “kayıp” etsin…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Tüfekleri daha önce aldılardı… Tüfeğin biri babamındı… Biri da amcam Hasan’ın tüfeği idi. Amcam Hasan, Lefkoşa’da kalırdı, av zamanı köye avlanmaya gelirdi. Tüfeği bizdeydi, av zamanıydı zaten o zaman… Pazar günü gelirdi köye, avlanmaya… Bir da Halil Dayı’nın tüfeği bizdeydi. O da Lefkoşa’da kalırdı, dönmediydi köye… 1958’de köyden kaçtıydı ve 1960’ta dönmediydi köye… Onun tüfeği da bizdeydi. Üç av tüfeği vardı yani bizde. Av zamanı olmayaydı, o tüfekler bizde olmazdı yani.. Av zamanıydı diye bu tüfekler bizdeydi.

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Onlar da götürüp getirmesinler diye, Niyazi Bey’in evinde bıraktıydılar av tüfeklerini.

 

SORU: Tüfekler üstünde durdum çünkü mesela Mustafa İzzet Zorba vardı Yeşilköy’de (Ayandroniko’da) Karpaz’da – “kayıp”tır o da… Onun da kamyonu vardı ve ona “Teşkilat” özel bölme yaptırttıydı kamyonuna, silah kaçırsın diye… Onun için ayrıntılı sorarım size bunları…

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Öyle değilidi. Bunlar, köylünün malıydı, bu av tüfekleri. Av nedeniyle Niyazi Bey’in evinde dururlardı.

 

SORU: Onun dışında “Teşkilat”, “Onu yap, bunu yap” diyebilirdi ve Kıbrıslırumlar bundan haberdar olabilirdi – çünkü bilirlerdi herşeyi…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Yani öyle “Teşkilat” silahı yoğudu köyde, ben görmedim öyle bir şey…

 

SORU: Evet ancak bunlar “mobil” idi, “seyyar” idiler. Deyebilirlerdi kendine “Git filan yerden al silah ve falan yere teslim et” – kastettiğim budur… “Al bunu, kuriye olarak taşı…” – Çok kullanırlardı bu insanları ve bir kısmı da, bu Kıbrıslırumlar tarafından bilindiği için bu süreçte “kayıp” edildilerdi… Kastettiğim, anlamaya çalıştığım budur… “Yok” deyemezdi kimse bunlara, zaten neçin “yok” desindi… Yaparlardı bu işleri… Öyle inanırlardı… Öyle gerek görürlerdi çünkü…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: “Teşkilat”ta olabilirdi ama bilemeyik yani… Bu konuda bir bilgimiz yok…Öyle bir şey duymadık, görmedim ben…

 

SORU: Kıbrıslırumlar ne zaman aldılardı bu av tüfeklerini?

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Birkaç gün evvel aldılardı…

 

SORU: Geldiler, yokladılar evleri yoksa?

MEHMEDALİ GÖÇER: Yok, istedilerdi versinler, herkes da verdiydi yani…

 

SORU: Önce tüfekleri topladılar, sonra da insanları topladılar…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Evet, evet… Direnç olmasın diye…

 

SORU: Bu da gösterir ki, planlıydı…

MEHMEDALİ GÖÇER: Muhakkak planlıydı… Ben o gün köyde yoktum ama annem daha sonra söyledi bana, o gün Niyazi dayı demiş ki “Beni öldürecekler, onun için hellalaşalım da kaçalım” demiş… Karısından o şekilde ayrılmış… Yani bunu bilmem siz duyduysanız ama annem bunu söylerdi bana… Yani ilk onu aldılardı köyden. Ve ben şüphelenirim yani, yakın bir kuyuya attılar onu da… Bizimkileri attıkları gibi…

 

SORU: Ama senin kardeşin Naim Hüseyin’i ve beraberindeki Salih Mehmet ve Kemal Hüseyin’i, Tseri’ye götürdülerdi… Farklı yere götürdülerdi yani gibi durur… Necati Bey der ki, POLİTİS’te Mihalis’in yazısında mezarlıkta vurdukları yazar kendini…

MEHMEDALİ GÖÇER: Bir silah sesi duyulduydu… Annemin dediği, köyü çıkınca, dışında bir silah sesi duyulduydu. Ama şimdi tabii, senelerinan annem köye giderdi, “Sizinkiler sağdır” derlerdi kendilerine… Hatta annem beş lira verdiydi, “Bulalım kendilerini” falan dediydi… Hiç eser yoğudu… O günlerde öldürdülerdi kendilerini, bir kuyuya attılardı.

 

SORU: Mezarlıkta vurduysalar, mezarlığa da gömmüş olabilirler…

MEHMEDALİ GÖÇER: Kıbrıslıtürk mezarlığı zaten köyün girişindedir, durur daha… Rahmetlik Çavuş Dayı’nın mezarı yapılmışıdı, biraz zengindi, varlıklıydı diye güzel bir mezar yaptılardı kendine. Mezarlığın dibinde bizim tarlamız vardı. Ve ben o gün gittiğimde köye, gördüm ki tarlamızın içine ev yaptılar. Ondan sonra da ikinci defa gittiğimde, o evin yıkıldığını gördüm. Dedim “Ne oldu da yıkıldı?”

Dediler bana ki “Anam öldü da yıktılar evi” dediler.

Ama ağaçlar dururdu.

Mezarlığın etrafı da kesilmiştir yeşil bezlerle… Gördük… Ben dikkat ettiydim… Bir iki defa gittim, ondan sonra da gitmedim artık. Hele sizin evlerin tarafına gidince, böyle moralim sıfır olur. Hiç istemem gideyim.

 

SORU: Şimdi bunu POLİTİS gazetesinde de yazınca ben, biraz insanların belleği tazelenecek ve belki bir şey hatırlayan varsa, çıkıp bize söyler…

NECATİ NİYAZİ REYNAR: Esasında o kahveci vardı, Yorgi… Son gittiğimizde, “Seni isterim bir gün ayrı, görüşelim” dedi bana. O da öldü… Yoksa o adam zannedersem birşeyler bilirdi ve söyleyecekti… Ama uymadı görüşelim tekrardan…

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Ben köye gittiğimde, kahveye oturduydum. Bir gözünde sakatlık olan bir adam ağlardı, ben söylediğimde kendine işte “Ben Naim’in kardeşiyim” dediğimde kendine, ağlardı. O kahveci mizdi bilmem. Ondan sonra sormadım da kendine neçin ağlar. Hatta benim hanım dedi, “O adam ağladı” dedi. Herhalde o bilirdi durumu diye düşünürüm.

 

SORU: Sen hatırlar mın Niyazi Bey’i?

MEHMEDALİ GÖÇER: Tabii…

 

SORU: Nasıl biriydi?

MEHMEDALİ GÖÇER: Aslında mert bir adamıdı böyle. Yani köyde biz çocuktuk, onu böyle görürdük, örnek. Onun kardeşi da vardı, Şevket, o da mert bir insandı. Biz onlardan çok örnekler alırdık… Hem dürüsttü, hem da mert bir adamdı. Bir şey olduğunda hemen ona söylerdik, o bizi korurdu. Çocuktuk çünkü. O da bize sahip çıkardı yani. Kamyonu vardı. Sedon kamyon… Nere gitti o Sedon kamyon?

 

NECATİ NİYAZİ REYNAR: 63’ten sonra geldi aldı bizim “Teşkilat” kamyonu, gitti… Çalıştırırlardı, limandan mal mı ne taşırlardı… Birkaç sene öyle gitti, sonra verdilerdi bize kamyonu, Mora’da dururdu. Anneme derdim, “Anne satalım kendini”, “Yok” derdi bana, “baban gelecek… Baban gelecek…”

Hurda oldu…

 

MEHMEDALİ GÖÇER: Ben gittiğimde köye, bir şöför vardı, Yanni miydi, Yorgi miydi, ona sorduydum, dediydim kendine “Ne yıktınız bu evleri?” diye… Komşusuydu Niyazi Beyler’in…

“E kerpiç idi da onun için” dediydi bana…

Dedim kendine, “Tamam… Bizimkiler kerpiç… Seninkiler tuğla mızdı?” dedim… “Seninkiler da kerpiç idi… Ne yıkmadın?”

Düşün ki dibindeki Şevket’in evini yerinan bir etti…

Ondan sonra bizim incir ağacı vardı, onu da sordum kendine, “Neçin kestiniz bu ağaçları?”

Bir tek kahve kaldı sağlam… Niçin kaldı o kahve, ben anlamadım daha hala…

DEVAM EDECEK