Bizi uçuruma sürükleyen 1 Cumhurbaşkanımız var!

Birikim Özgür


2010’da Cumhurbaşkanlığı görevini devralan Derviş Eroğlu üç önemli konuda topluma önderlik etmek bir yana üçünde de şahsi çıkarları ve beklentileri doğrultusunda yaptığı yanlış tercihlerle bizi çıkmaz bir sokağa hapsetmiş bulunmaktadır.
Sayın Eroğlu, Kıbrıslı Rumların maksimalist bir tutumla çözümü Türkiye’nin AB üyelik süreci çerçevesinde ele alıp kısa vadede federal çözüme ulaşmak yerine uzun vadede üniter devlete dayalı bir çözümü hedeflemesini kendince bir fırsata çevirmiş ve 2004’le oluşan “çözüm yanlısı toplum” imajımızı “zamana oynayan toplum” imajına terk etmiştir. Bu durum AB ile ilişkilerimizin iyice cılızlaşmasına ve Kıbrıs’ta çözüm iradesinin temsilcisi ve öncüsü olmanın yarattığı haklı zeminde ileriye götürülebilecek pek çok haklı talebimizin dikkate dahi alınmamasına sebep olmuştur. Uluslararası hukukun dışında olan ve bu ciddi sorununu aşma zorunluluğu bulunan bir toplum açısından böylesi bir liderlik tercihi intiharla eşdeğerdir. Toplumumuz Sayın Eroğlu’nun iki devletli çözüm hayali nedeniyle uçuruma sürüklenmektedir.
İkincisi, Kıbrıs sorunundan bağımsız olarak dünyada ve bölgemizde yaşanan gelişmeler ışığında çağdaş bir vizyon etrafında kenetlenme ve gerek demokratikleşme gerekse de ekonomik anlamda gelirlerimizin etkin ve verimli kullanımı hususunda kendi iç düzenlemelerimizi biran evvel hayata geçirme zorunluluğumuz ortada iken Sayın Eroğlu Cumhurbaşkanı olarak bırakınız ortak bir toplumsal vizyonun oluşturulmasına öncülük etmeyi bu konuda toplumumuzun ortak akıl oluşturamaması için elinden geleni ardına koymamıştır. Sivilleşme konusunda Türkiye Mersin’e giderken Kıbrıslı Türklerin tersine gitmesini kendi siyasi geleceği açısından bir koşul olarak algılamış, Türkiye’de askeri vesayetin kökünü kazıyan hükümetle değil de bu alandaki gelişmelerden ciddi rahatsızlık duyan hükümet karşıtı çevrelerle ilişkilerini canlı tutmayı tercih etmiştir. Diğer taraftan kamumuzun sürekli zarar üreten yapısını ciddiyetle gözden geçirmeyi, zarar eden kamu kurumlarımızın rasyonelleştirilerek yüzdürülmesini ve bölgemizde küreselleşme sürecini iyi okuyabilen tüm ülkelerde olduğu gibi ekonomiyi büyütmek için çağcıl enstrümanlarla üretimin teşvik edilmesini hiçbir zaman öngörmemiş hatta bu yönde atılacak adımları kendi siyaset yapma biçimine tehdit olarak algılamıştır. Bu anlamda Sayın Eroğlu değişimden yana değil değişim karşıtı bir siyasi tutum içerisinde olagelmiştir. Günün gerektirdiği doğrultuda köklü reformların önemini kavrayamayan ve toplumuna anlatamayan bir lider muhakkak ki toplumunu uçuruma sürüklemektedir.
Üçüncüsü Türkiye ile ilişkiler meselesidir. Türkiye ile ilişkilerimizin odağında geçmişte “ulusal dava” varken artık karşılıklı imzalanan protokollerin ön plana çıktığı bir gerçektir. Bizim irademiz dışında gelişen bu yeni durum karşısında Sayın Eroğlu kendi imzasını taşıyan 2009-2012 dönemini kapsayan protokol sürecini başından sonuna kötü yönetmiş, eski alışkanlıklarla Türkiye ile dalga geçercesine bir tutum sergileyerek Türkiye’ye karşı halkımızı el altından sürekli kışkırtmıştır. Bu konuda toplum içinden yükselen irrasyonel sesleri akılla ve sağduyuyla ele almak ve yönlendirici olmak yerine bunları kendine destek şeklinde algılamış ve iyi ilişkiler çerçevesinde halkımızın hassasiyetlerinin de gözetileceği yapıcı süreçlerin yaşanmasını engellemiştir. Çözümsüzlük koşullarında Kıbrıslı Türklere yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmakta hiçbir beis görmemiştir.
Kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılamadığı bu garip geçiş döneminde Deniz Gezmiş’in güzel bir sözünü hep akılda tutmakta yarar vardır: “Devrimcilik demek halk dalkavukluğu demek değildir. Her şeyden önce devrimcilerin görevi halkın önünde gitmek, halkın gerçek özlemleri için mücadele etmektir”.
Kıbrıs sorununa ilişkin beklentilerimizin karşılanması da değişimle birlikte fakirliğin değil refahın artması da Türkiye ile ilişkilerimizde özne olma istencimizin yaşam bulması da ayak oyunlarıyla değil kararlı ve saygın bir politik liderlikle mümkündür ancak…