Bülent Şemiler’in Mete Tümerkan ile olan söyleşisini dün Havadis’te ilgiyle okudum.
Şemiler gerçekten de son derece kritik bir sürecin, yaşayan en yakın tanıklarından biri. Özellikle Kıbrıs sorunuyla ilgili anlattıkları son derece düşündürücü.
Ben anlattıkları yanında, anlatmamayı tercih ettiği, belki de çok daha önemli dönemeçlere dair de bildiklerini dinlemeyi çok isterim.
Bülent Şemiler, Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın en yakınındaki isimdi. Şimdilerde şüpheli ölümü nedeniyle mezarından çıkarılıp incelemeye alınan Özal’ın.
Eminim Özal’ın ölümüne kadar giden süreçte, belki de her şeye rağmen bir türlü kaldırılamayan sır perdesini aydınlatabilecek bilgilere de sahiptir, Bülent Şemiler.
Derin devletin faaliyetleri ile ilgili de bildikleri vardır, mutlaka…
Hatta yaşadıkları… Belki biraz da bu yüzden, belli konularda hala konuşmamak konusunda hassasiyet hatta endişe taşıması da anlaşılırdır.
Özal’a yapılan otopsi sonucunun resmi raporu henüz yayımlandı. Ancak Birgün Gazetesi tarafından yayımlanan haberler, ardından ortaya atılan iddialar, Adli Tıp’ın yalanlamasına rağmen, Eski Cumhurbaşkanı’nın öldürülmüş olduğu şüphelerini fazlasıyla kuvvetlendiriyor.
Zira aradan geçen zamana rağmen, bozulmamış cesede yapılan otopsinin kesin sonuçlar verdiği ve cesette yüksek dozda striknin adlı bir zehrin bulunduğu yazılmıştı. Bunu yalanlayan Adli Tıp Kurumu’nun, bulgular konusunda devletin üst düzeyine bilgi verdiği ve ulaşılan sonucu tekrar teyit etmek üzere çalıştığı yazıldı.
Şimdi beklenen resmi rapor.
Ve eğer zehirlenmişse, bunun uzun sürede mi, yoksa kısa zamanda mı olduğuna ilişkin bulgular.
İşte bu bulgular varsa bir cinayetin kimler tarafından işlendiğine ilişkin de önemli bir sonuç çıkarabilir.
CHP kanadı, Adli Tıp Kurumu’nun güvenirliğini kaybettiği gerekçesiyle, otopsinin bağımsız kuruluşlar tarafından da yapılması gerekliliğine vurgu yapıyor.
Dileyelim ki kısa süre içinde yıllar süren tartışmalara son noktayı koyacak güvenirlikte bir sonuç çıkar.
Bülent Şemiler Mete Tümerkan’a verdiği röportajda Bush döneminde, Körfez Savaşı’ndan hemen sonra, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Amerika’dan destek alındığını ve Özal’ın federasyon temelinde bir çözüm için girişim başlattığını anlatıyor.
Ardından Maraş’ın açılması ile ilgili bir araştırma yapıldığını, mülkiyet konusunda tespitler yapılıp, raporlar hazırlandığını, ama Maraş çözüm için kozdur diyen resmi teze uygun olarak, askeri yönetimin giriş izni vermediğini.
Çözüm konusunda Özal’ın ortaya koyduğu iradenin, bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından engellendiğini de ve Denktaş’ın o bildik TBMM konuşmasının perde arkasını da anlatıyor, Şemiler.
İster istemez keşke, Denktaş’ın çözüm karşıtı olan duruşunun tam tersi cesarette bir çözüm yanlısı duruşa sahip olabilseydik diye düşünüyorum.
Denktaş’ın Kıbrıs’ta çözüm istemediği su götürmez tarihi gerçekliklerden biri. En kritik aşamalarda Türkiye’ye karşı nasıl etken bir tavır ortaya koyduğu da.
Kıbrıslı Türkler’in belki de en büyük şanssızlığı çözüm karşıtlığında bu kadar gözü kara bir politika yürütülürken, çözümü zorlayabilecek ve her şeye rağmen direnebilecek cesarette bir liderlik yakalanamamasındadır.
Şimdilerde Kıbrıs sorunu haber değeri taşımayan bir konu.
Ama Kıbrıslı Türkler’in çözümsüzlük nedeniyle yaşamaya devam ettikleri, gündemin ana konusu.
Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile Türkiye’deki AK Parti yönetimi 1 Temmuz’a, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyeliğine kadar müzakerelere takvim koymuştu.
1 Temmuz geçti… Müzakereler kendi doğallığında donma sürecine girdi.
Ama Türkiye “tanımam” dediği Kıbrıs Cumhuriyeti ile her platformda ilişkisini sürdürmeye “tanırım” dediği KKTC’nin maçtaki bayraklarını bile toplatmaya devam ediyor.
Ve Cumhurbaşkanı Eroğlu, yine radikal tedbirler almaktan, yeni takvimlerden bahsediyor.
İkinci Cumhurbaşkanı Talat’ın da dediği gibi, bugüne kadar alınan bütün radikal tedbirler, KKTC’nin ilanı dahil, başımıza çoraplar ördü.
Ama sanırım artık alınacak çok da radikal tedbir kalmadı.
Bundan sonrası resmi ilhak…
Ama bunu da bir fiili durum olarak, su projesinden, vali edasındaki Büyükelçi açıklamalarına kadar gündelik hayatın içinde zaten yaşıyoruz.
Ve kimse çıkıp kafa tutup bu böyle olmayacak diyemiyor, çok uzun zamandır.
Kıbrıs sorununda Maraş’ın kilit öneme sahip olduğuna inananlardanım. Ne var ki, konunun içeriğinden öte, bu konuda adım atacak cesaretlere ihtiyacımız var.
Cumhurbaşkanlığı döneminde Maraş konusunda masaya öneri götüren ikinci Cumhurbaşkanı, konuyu erken kaldırmıştı masadan. Kısa süre içinde de resmi söyleme geri döndü. Şimdilerde yeniden Maraş ile ilgili açılım yapılabileceğine ilişkin açıklamaları var.
Türkiye derin güçlerden ve çok başlı yönetimden çok çekti.
Bugün tamamen olmasa da sivil yönetimin iktidarı yeni bir dönemin başlangıcını yaratıyor. Ama bu hesaplar içinde her zaman çözümsüzlük siyasetleriyle yer alan Kıbrıs, bugünlerde sivil iktidarın da çözümsüzlüğü kullanma önceliğine hapsolmuş durumda.
Sanırım Kıbrıs sorununda bize bir Denktaş lazım.
Ama çözüm taraftarı ve gücünü demokrasiden alanı.