Biz de savaşa karşıyız ama şimdi zamanı mıydı?

Aslı Murat

 

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın yaklaşık 6 gündür Suriye’de yaşanan savaş ile ilgili yaptığı açıklama, gerek Türkiye gerekse Kıbrıs’ın kuzeyinin gündemini fazlasıyla meşgul etti. Yürütülen tartışmaların bir boyutu Recep Tayyip Erdoğan’ın, KKTC cumhurbaşkanlığını işaret ederek : "Oturduğu makam kendi gücü ile elde edilmiş bir makam değil Türkiye Cumhuriyeti’nin mücadelesi ile kazanılmıştır. Haddini bilsin" demesi üzerine şekillenirken, diğer bir boyutu ise Akıncı’nın sarf ettiği sözlerin içeriği ve tutarlılığı üzerinden ilerletiliyor. Kısacası mesele birçok boyutu ile ele alınması gereken bir noktaya geldi.

Öncelikle şunu söylemem gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye topraklarında gerçekleştirdiği eylem bir savaştır. Bunu harekât, operasyon v.b.  gibi kelimeler kullanarak tarif etmeye çalışmak, en naif tabirle şu anda yaşadığı evi terk edip kaçmak zorunda kalan, yaralanan, ölüm korkusu ile burun buruna gelen ve öldürülen sivillerin yaşadıklarını meşrulaştırmaktır. Mesela günlerdir hem iktidarın kontrolünde olan havuz medyasını hem de alternatif (ne kadar kaldıysa) haber kanallarını takip etmeye çalışıyorum. CNN Türk’te izlediğim programda, kendisi de diğer katılımcılarla aynı düşünceleri paylaşan bir konuşmacının ağzından “yaşanan savaşta” diye bir cümle çıkıyor. Anında tüm konuşmacılar ayakkabıları ile ağzına girip: “Buna savaş diyemezsin, yapılan terör örgütlerine yönelik bir operasyondur, harekâttır” diyerek sözünü kesiyorlar. Adam toparlamaya çalışırken “çatışma” sözcüğünü sarf ediyor, hadee yine aynı tepki. Sonunda pes edip, “evet, operasyon” diye kendi kendini düzeltiyor. Kelimeler o kadar önemli mi, demeyin. Kullanılan dil, söylediklerinizin anlamını ve içeriğini de ortaya koyar. Bugünlerdeki egemen algı, tüm savaş koşulları mevcutken, yaşananı tanımlamak için bizi başka kelimelere sığınmak zorunda bırakmasıdır. İşte Kıbrıs’ın kuzeyinde kopan papara da bundan kaynaklanmıştır. Savaşı savaş olarak tanımlamak ve insanların öldüğünü, akanın da kan olduğunu söylemek hainlikle eş değer tutularak, saflar belirlenmiştir.

Kendini solda ve sağda konumlandıran parti liderlerinin büyük bir kısmı, aralarındaki nüansların varlığını koruyarak, bombaların patladığı, sıcak çatışmaların yaşandığı, sivil ölümlerin (aralarında  Suriyeli Kürt siyasetçi Hevrin Halef’in de bulunduğu) gerçekleştiği olayı savaş kelimesi üzerinden tanımlamamıştır. Yani yukarıda da aktardığım üzere, egemen devletin diline hapsolmuş, onun çizdiği sınırın ötesine geçememişlerdir. Akıncı ise konuşmasında, çocuğun adını koyarak savaşa vurgu yapıp; Kıbrıslı Türklerin bu koşulları çok iyi bildiğini, isminin “Barış Pınarı” olsa da akanın su değil kan olduğuna vurgu yapmıştır. Böylece malumu ilâm etmiştir. Afrin sürecinde dile getirdikleri ile bugün arasında bir çelişki ortaya çıktı mı, evet çıktı. O da Kıbrıs’taki pek çok politikacı gibi, seçim hazırlığı dönemlerinde nabza göre şerbet yöntemini benimseyebilir. Bu kısım beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Esas önemli olan, şu anda savaş karşıtı bir yerden barışın sesini yükseltmiş olmasıdır.

Sonrasında pek muhterem şahsiyet Erdoğan’ın buyurgan ve had bildirici açıklamasının ardından  Akıncı’nın ikinci bir açıklama yaparak, “Türkiye’deki duygu seli içinde mesajım yanlış algılandı…  Kastım PKK filan değil. Türkiye ile Suriye arasında en kısa zamanda diyalog ve diplomasi kanalları açılsın istiyorum” dedi. Bunlarla geri adım attığını düşünmüyorum çünkü söylediklerini yeniden tekrar etti. PKK – PYD ile ilgili sarf ettiği cümle belki cumhurbaşkanı sıfatından kaynaklanıyor, belki de şahsi görüşüdür bilmiyorum. Ama bu konuda kendisi ile hemfikir değilim. Hepimiz biliyoruz ki, dünyanın pek çok ülkesinde benzer örgütler ile devletler müzakere masalarına oturmuş, sorunun şiddet ile değil siyasi olarak çözülebilmesi için gerekeni yapmışlardır. Keza Türkiye de çok yakın geçmişinde bu yönde girişimler içinde girmiştir. Kimse bunu reddedemez. Bugüne kadar çatışarak, savaşarak hiçbir sorun çözülmemiştir. Aksine sorun daha da karmaşıklaşmış, taraflar daha da keskinleşmiş ve kutuplaşma artmıştır.

Netice itibariyle Akıncı ilk açıklaması ile savaşın yakıcılığının yaşandığı en yoğun dönemde vicdanlardaki barış ateşini alevlendirmiş ama ertesi gün dile getirdikleri ile ufak çaplı bir akıl karışıklığı yaratmış olabilir. Bu durumda kanaatimce ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilecektir. Siyasiler seviyesinde mesele çamura bulanmış vaziyettedir. Ama Kıbrıslı Türklere düşen önemli bir görev vardır. O da bugünlerde dibimizde yaşanan savaşın karşısında her daim barışı savunmak ve Cumhurbaşkanlığı üzerinden toplumun iradesini aşağılayan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yarattığı zihniyete karşı durmaktır.  Akıncı’nın söylediklerini ister kabul edin ister etmeyin, edilen hakaret hepimizedir. Bunun karşısında susanlar da, kendince özür dileme girişiminde bulunan şükrancılar da onurumuzu çiğnedikleri için, yarın yürüyecekleri her türlü yolda yalnız bırakılmalıdırlar. Aksi takdirde kendi siyasi geleceğini düşünenlerin bencilliğinde kaybolup gideceğiz.

Son olarak yazının başlığına açıklık getireyim. Barışı savunurken ama ile başlayan cümlelerin sahteliğine gizlenmek, Kıbrıs’taki sağın uyguladığı bir tarzdır. Şimdilerde kendini solda tanımlayanların da diline yapışmış vaziyette. Kurtulalım bu çirkin alışkanlıklardan. Unutmayın taklitler asıllarını yaşatırlar. Nasıl ki Amerika, Ortadoğu’ya “insan haklarını, barışı” götürmek için girdiğinde barış çığlıkları atmışsak, bugün de aynısını yapmalıyız. Ne farkı var ki? Peki ya ilerleyen dönemde hortlaması muhtemel İŞİD belasının hesabını kim verecek? Cevabını bilenler bir adım öne çıksın lütfen.