Bıraksalar...

Cenk Mutluyakalı

-Savaşa savaş diyorum, teröre lanet, ve barışı istiyorum, evladımın kokusu kadar-

 

Savaşa savaş demiyorlar.
Diyemiyorlar!
Dedirtmiyorlar!

*  *  *

“Kutsallar Mahallesi”nde yürürken yüzünü milliyetçilikle yıkayanlar, savaşı allayıp pullayıp “barış” diye satmak istiyorlar.
Kitle psikolojisi “kemik sızısı” üzerinden kuşatılıyor.
Sızlıyor insanlık...

*  *  *

Bir genç daha ölüyor bu tartışmalar yaşanırken...
Yüzlerce insan daha terk ediyor evlerini, bir kamyon kasasında kaçıyorlar, bir coğrafya daha altüstlüğü yaşıyor...
Yeni bir çocuk babasız kalıyor.
Yeni bir ana evlatsız...
Kutsallar Mahallesi’nde böylesi “ayrıntılar” elbette pek umursanmıyor.

*  *  *

Savaş güzellemesi var.
Tam da bunu yazmıştı Zülfü Livaneli, geçen ay, Bavul’da...
“İnsan soyunun en korkunç eylemi öldürmek, en kötü huyu ise alışmak. Savaş denilen toplu cinayete alışıldığı ve bu davranış insan özelliklerinden biri sayıldığı için savaş haberlerini duyduğumuzda dehşete kapılmıyoruz. Sanki savaşsız bir dünya mümkün değilmiş gibi geliyor.”

*  *  *

Kurşun yarası kadar acıtıyor, dil yarası...
Birileri, haddimizi bildiriyor.
Sızlıyoruz!
Sözcükler yutkunuyorum ve geçmiyor boğazımdan...

*  *  *

Savaş kurbanlarının şöyle bir öyküsü vardır.
Eğer “bizimse” katledilmişlerdir.
Eğer “düşmanınsa” yok edilmiş.
İnsan soyunun en alçak eylemidir, gözyaşını ve acıyı dahi cepheleştirmek...

*  *  *

Savaşa savaş diyemiyorlar.
Bunu anladık.
“Barış” da demeseler en azından!

*  *  *

Bir gün onlar da soracaklar:
Bu memleket kimin?
Yurtsuzluk çökecek toprağa...
Çok daha iyi anlayacaklar, savaşı ve barışı...

*  *  *

Bıraksalar, barışa barış diyeceğiz...
Gün gele...
Bıraksalar...