Bir zamanların panayırları, sokak satıcıları, bohçacıları, evde dikilen entarileri…

Sevgül Uludağ

Panikos Stilianu, geçtiğimiz günlerde sosyal medya sayfasında yaptığı bir paylaşımla bizleri bir zamanların sokak satıcılarına götürüyor… Evet, bir zamalar sokak satıcıları vardı, bohçacılar vardı ve ben hala annemin evde diktiği ve renkli molinalar ve boncuklarla işleyip süslediği entarileri hatırlarım…
Panikos Stilianu, eski sokak satıcılarına dair şöyle yazıyor: 
“…  Panayırcılar, “pramadeftis”ler (“seyyar kumaş satıcıları”), sokak satıcıları…
Bundan bir asır önce, insanların her gün hayatta kalmaları, tarlalarda çalışmalarına ve köylerinin civarında yetiştirdikleri doğal yiyeceklere bağlıydı… Gıda çeşidi son derece sınırlıydı… Bazıları, gerekli gıda ürünlerini toplayabilmek için uzun mesafeler yürümek zorunda kalıyorlardı…
Benim köyüm Yerakiyes’te de gıda çeşitleri sınırlıydı. Köylüler, küçük bahçelerinde yetiştirdikleri bitkilerden elde ettikleri gıdaları veya ormandan ya da dere kenarından toplayabildikleri, ailelerinin tüketebileceği gıdalarla idare etmeye çalışıyorlardı… 
Doğal otlar, mantarlar, doğal olarak yetişen meyvalar, tohumlar ya da bitki kökleri ve doğanın sunduğu ne varsa, onları yiyorlardı…
Avlamak için tüfeği olanlar, doğadan kuşları ya da yaban tavşanlarını avlayabiliyorlarsa o zaman şanslı sayılmaktaydılar… Kimileri ormanda otlayan hayvanları ya da vahşi keçileri (muflonları) avlamaktaydı. Tabii bazılarının ahırlarında beslediği birkaç keçisi veya tavuğu ya da domuzu vardı…
Asmalar ve üzümler, Kıbrıs’ta uzun yıllar boyunca kutsal bitkiler olarak kabul edimekteydi… Köyde de yapılan esas iş, asma yetiştirmekti. Üzümlerden sucuk, köfter, şarap, zivaniya ve üzüm şurubu ile kuru üzüm üretmekteydiler… Asmaların yanısıra başka ağaçlar da vardı ve bunlar arasında zeytin, badem, ceviz ve birkaç meyva ağacı da bulunmaktaydı: Elma, armut ve incir gibi…”

“PANAYIRLAR…”
“Köyde başka yiyecek bulmak çok zor ya da imkansızdı. Bu nedenle ünlü bir Aziz’in isim gününde veya Paska’da veya Noel’de veya Bayram kutlandığı dönemlerde bazı köylerde büyük panayırlar kurulurdu.
Bu panayırlar boyunca pek çok köylü eşşeklerine kendi ürettikleri ürünleri yüklerler ve bunları panayırlarda satarak yerine başka şeyler almaya giderlerdi… Bu alış-verişte en yayın olan şey ise ürünlerin değiş tokuş edilmesiydi… “Alış-veriş” olarak adlandırılırdı bu… Sözkonusu panayırlara büyük tüccarlar da katılır ve başka ülkelerden Kıbrıs’a getirmiş oldukları çeşitli malları satmaya girişirlerdi…”

“HER PANAYIR İÇİN HAZIRLIKLAR…”
“Her bir panayır için hazırlıklar, günler öncesinden başlardı… Eşşek ve panayıra götürülecek olan öte berinin hazırlanması gerekirdi… Geceleri için giyeceklerin (uyuyacakları esnada giyecekleri) hazırlanması gerekirdi. Yanlarında yeterli miktarda su taşımaları gerekirdi. Gidilecek yol uzun ve zorlu bir yoldu… Dar monobadilerden yokuş aşağı ya da tepelere tırmanmaları, ormanlardan ve derelerden geçmeleri gerekecekti… Panayırdan panayıra yol alacaklardı… Geceleri galif gibi derme çatma barınaklarda, kulübeciklerde ya da terkedilmiş evlerde yatıp kalkacaklardı… Buraları soğuktan, yağmurdan, tilkilerden ve hırsızlardan koruma sağlayan yerlerdi… Bazı şanslı olanlar ise o günlerin iyi bilinen “Hanları”nda bir oda kiralayabilenlerdi…”

“OMORFO PANAYIRI…”
“Bölgemizde kurulan Omorfo Panayırı, en meşhur panayırdı… Yakınlarında da Pendaya Hanı vardı (Pendaya, “Beş Aziz” demektir) ve bazı köylüler bu handa kalırdı geceleri… Bir diğer meşhur panayır da Cikko Manastırı’da kurulan panayırdı… Ayrıca Lefke’de (ki burada bir de çarşı vardı), Limnidi’de ve Galabanyot köyüde kurulan panayırlar da meşhurdu… 
Birkaç gün sonra eve dönen panayırcılar (sokak satıcıları) bezelye ve bakla, arpa, buğday, un ve ne gerekli görüp almışlarsa onlarla birlikte geri dönerlerdi… Kendi üretmiş oldukları ürünleri, kendilerinde olmayan başka ürünlerle değiş-tokuş etmiş olarak geri dönerlerdi… Ürettikleri şarap ve zivaniyaları, bazı temel ihtiyaçları için para toplayabilmek maksadıyla genellikle o günlerin kahvelerine ve tavernalarına satarlardı…”

SOKAK SATICILARINI HATIRLAMAK…
Panikos Stilyanu’nun sözünü ettiği sokak satıcılarını ben de çok iyi hatırlarım çünkü 1958 yılında doğdum… Ben küçük bir çocukken şimdi gördüğümüz büyük süpermarketler yoktu, yalnızca küçük bakkallar vardı ve bu bakkallardan bir kısmı da mallarını Morris van arabalarına yükleyerek mahalleye gelirlerdi… Arabalarının borusunu çalarlar, vanın arka kapılarını açarlardı: Arabanın içinde meyvalar, sebzeler ve bolibif, mercimek, pirinç, şeker gibi bozulmayan yiyecekler olurdu… Bu bakkallardan biri de Ahmet Dayı idi ve her zaman sokağımıza gelirdi – komşu kadınlar Morris vanının çevresine toplanır, sattığı sebze-meyvalardan ve diğer yiyeceklerden satın alırlardı…
Zaman zaman üstü açık bir pikap araç gelir ve sokak satıcıları “Karpuuz! Karpuuz var!” diye bağırırlar, boru da çalarlardı… İnsanlar hemen karpuz satın almaya koşardı… Bu karpuzları köfünle ve kantarla tarttıklarını hatırlarım… Satın alınan karpuzlar, yatakların altına istiflenir ve istendiğinde bir tane alınıp kesilir ve yenilirdi… Şimdilerde bırakın bu kadar çok karpuz satın almayı, yarım karpuzu bile bitiremez hale gelmiş durumdayız!

BOHÇACILAR… 
Bir de bohçacılar vardı ki onlar da kumaş, çarşaf, yastık yüzü, peşkir ve bunun gibi şeyler satmaya gelirdi… Bahçede ya da oturma odamızda oturup boçalarını açarlar ve sattıkları öte beriyi sergilerlerdi…

EVDE DİKİLEN ENTARİLER…
Sonraları bu daha da gelişecek ve bu satıcılar rengarenk kumaş doldurdukları arabalarıyla mahalleleri gezer olacaklardı: Bu kumaşları arşınla satıyorlardı ve özel bir makasla kesiyorlardı kaç arşın kumaş satın alıyorsanız… Bu kumaşlardan entariler dikildiğini hatırlarım… Rahmetlik anneciğimin Singer marka güzel bir dikiş makinesi vardı, o nedenle “arşın” denen 60 santimlik ölçü birimine alışkındım. Annemle birlikte zaman zaman Lefkoşa’da Arasta’ya giderdik ve orada böylesi kumaşları satan mağazalara giderdik… Bunlardan biri de Boyacılar’ın dükkanı idi… Seneler sonra röportaj yaptığım bir Kıbrıslıtürk (bu dükkanda senelerce çalışmıştı) bana aslında bu dükkanın bir Kıbrıslıermeni’ye ait olduğunu, iki toplum arasında sürtüşmeler başladığında, dükkanını yanında çalışan birisine verdiğini ya da sattığını anlatmıştı… 
“Boyacı”nın dükkanı Yeşil Hat’ta çok yakın, hatta Yeşil Hat’tın bitişiğindeydi… Lefkoşa’nın tam ortasıydı bu ve çok büyük bir dükkandı ya da ben küçük olduğum için bu güzel mağaza bana çok büyük gibi gelirdi… Annemle bu dükkana gitmeyi çok severdim çünkü annem kendisi ve benim için bu dükkandan güzel kumaşlar seçerdi, seçtiği bu kumaşlardan kendisi ve benim için en güzel entarileri ya da pantolon takımlarını dikeceğini bilirdim… “Boyacı”dan sonraki durağımız ise düğmeci “Coşkun”un dükkanı olurdu… Orada da dikeceği entariler için en güzel düğmeleri seçerdi… Farklı renklerde iplikler, zipler, kopçalar, sustalar satın alırdı… 
Kıbrıs’tan Londra’ya göç etmiş olan kardeşleri Kıbrıs’a ziyarete geldiklerinde de ona çeşitli materyaller getirirdi: Dikiş için iplikler, birkaç elbise biçip dikmeye yetecek kadar kumaş… Bunlar küçük şeylerdi ama çok değerliydiler çünkü rahmetlik anneciğim kendi dizayn ettiği giysiler dikmek için her tür materyali, en iyi biçimde değerlendirmesini bilirdi… 

“BURDA” DERGİSİNİN KALIPLARI…
Annem ayrıca “Burda” dergisi satın alırdı ve böylece giysi kalıpları içeren bu dergiden kalıp çıkarmak için beyaz yağlı kağıtları kullanırdık, kalıpları bu kağıtlara çizip keserdik ve annem bu kalıplardan giysiler dikerdi… “Burda” dergisinden beyaz yağlı kağıda çıkardığımız kalıpları, keseceği kumaşın üstüne koyar ve bir tür sabunla işaretler çizerdi – bunu, Singer marka makasıyla kumaşı kesmeden önce yapar, sonra da kestiği parçaları beyaz iplikle ilerdi… İlinmiş ve bir araya getirilmiş parçalardan oluşan entari ya da pantolon için “prova” yapardık – henüz tamamlanmamış entariyi ya da pantolonu giyerdik ve böylece annem, üstümüze tam oturup oturmadığına bakar, şuraya bir kası, buraya bir düzeltme yapabilirdi toplu iğnelerle tutturarak… Sonra da entariyi ya da pantolonu Singer makinesinde güzelce diker, öncesinde ilmekte kullandığı beyaz iplikleri de sökerdi… 

RENKLİ MOLİNALAR VE BONCUKLARLA SÜSLENEN YAKALAR… 
Sonrasında ise zaman zaman entariyi süslemeye girişirdi… Kendi dizayn ettiği örneklerden birini seçer – ki bu genellikle çiçek ve benzer dizaynlar olurdu – ve bunu renkli molinalar ve ışıltılı boncuklarla elbisenin yaka bölümüne yakın bir yerlerde işlemeye başlardı… Her zaman bir deftere çizimler yapardı – elbiselere bu çizimleri aktaracağında da beyaz yağlı kağıda çizdiklerini kopyalar, bunu entarinin uygun bir yerine iğnelerek işlemeye başlar, sonra da kağıdı koparıp temizlerdi… Bu bluzlar, entariler ve pantolon takımları son derece özgün parçalardı çünkü o günlerde şimdiki gibi büyük giysi mağazaları yoktu – annemin diktiği bu giysileri severek giyerdim… 
Ve eğer bir bluzun ya da entarinin başına ufak bir kaza gelmişse – bir meyva lekesi, bir yanık, bir sökük olabilirdi bu – rahmetlik anneciğim derhal o kısım için özel bir dizayn yapar ve üstüne bir yaprak veya bir çiçek işler, böylece yanan ya da sökülen yeri güzelce kapatır, o bluz ya da entari çöpe gitmemiş olurdu… Giymeye devam ederdik…

ELİNDEKİNİN DEĞERİNİ BİLMEK… 
Geçmişimizde o günlerde, herşeyin büyük değeri vardı ve biz de bu değeri bilirdik… Hiçbir zaman giysiler çöpe atılmazdı, dayandıkları sürece giyilirlerdi… Ve çoğu şey de uzun süre dayanırdı… Hatta elde işlenen fanellalar, hırkalar bile sökülüp yünü yıkanır, yeniden başka bir fanella işlemek için kullanılırdı… Bunlar çok yaygındı ve kimse de bundan şikayetçi olmazdı… Annem, aynı yünleri kullanarak benim için çok güzel fanellalar örerdi… Ben de bunları severek giyerdim… Onun hatırası olan bu güzel fanellaların bazılarını hala dolabımda saklarım…
Çünkü tüm bunları sevgiyle, özenle yapardı, hiçbir zaman “bunu yapmak zorunda olduğu için” değil, coşkuyla yapardı – elinin altındaki malzemelerden birşeyler yaratmanın coşkusu ve sevinciyle yapardı bunu… Bana öğrettiği de buydu: Elindekilerin değerini bilmek…  Belki de durup nereden gelip nereye gittiğimizi, gerçek değerlerin neler olduğunu düşünmemiz gerekiyor bu adanın insanları olarak…

1950'li yıllarda Lapta panayırında lokma yapan bir sokak satıcısı kadın...

 1950'li yıllarda Lapta panayırından bu resim, Cypriot Memories grubundan...

1912'de Leymosun'da Kataklizmos Deniz Panayırı'ndan görünüm...

Bir zamanlar Burda dergisi, giysi kalıpları verirdi ve bunlar yaygın biçimde kullanılırdı...

DEVAM EDECEK...