Bir zamanlar Kıbrıs’ta hayat… (6)

Sevgül Uludağ

Finikeli Kemal Zekai, 1923 yılında dünyaya gelmiş, yani tam 98 yaşında… Tam bir asırlık ömrüne neler neler sığdırmış… Bir asırlık ömrü boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, geçirdiklerini anlatıyor bize…

Oğlu Oktay Zekai’nin yardımıyla onu görmeye gidiyoruz Lefkoşa’da, Kızılbaş’taki evinde… Evinin yan tarafında ekip biçtiği bir alan var Kemal Zekai’nin… Evet, o hala ekip biçiyor canı için – çünkü hayatının ilk dönemi rençberlikle geçmiş Finike’de, orada bıraktığı 60 küsur dönüm tarlaları, arazileri var… Bu yüzden onu bir eve, bir odaya hapsetmek mümkün değil. Yaşı 98 olsa dahi, o topraktan asla kopmamış, kopamamış… Hayata böyle sarılıyor…

Finikeli Kemal Zekai’nin kardeşi Aytekin Zekai 23 Nisan 1964’ten beridir hala “kayıp”… St. Hilarion yöresinden “kayıp” edilmiş Aytekin Zekai ve ondan geride kalanlara hala ulaşılamamış…

Finikeli 98 yaşındaki Kemal Zekai’yle röportajımızın devamı şöyle:

AYTEKİN ZEKAİ, AMERİKAN AKADEMİSİ’Nİ BİTİRDİYDİ…

SORU: Aytekin Zekai nasıl bir insandı?

KEMAL ZEKAİ: Aytekin Zekai okulu bitirdi köyde, babam gendini Amerikan okuluna koydu, İskele’ye… Ve gittiydi bubam ora, ev duttu, iki dane talebe galıllardı. O talebe ayrılınca, bubam ve annem da gittiydi ve bir sene galdılardı o evde, te Aytekin bitirsin okulunu… Larnaka’da okulunu bitirdiydi ve geldi Lefkoşa’ya. Lefkoşa’ya geldi, ondan sonra ben da çocukları aldım, geldim Lefkoşa’ya. O zaman işler için ihaleler açılırdı, gardaşım Aytekin idi bu ihalelere bakan. “Madem öyledir” dedim genne, “bak bul bana iş oğlum” dedim genne, “ben geldim çocukları okutmaya, iş araycam, her işi yaparım” dedim. Beni yolladıydı İngiliz askerinin Gologoş’ta kampı vardı, askeri bölgede kilisecik var orada… Gittim bir on gün da onun içine, kiliseyi temizlerdim. Ondan sonra durduttular beni…

SORU: Tek bir kilisecik varıdı orada?

KEMAL ZEKAİ: Tek bir küçük kiliseciğdi…

SORU: Az ilerisinde Grammar School vardır bombalanan… Bu kiliseciği uçak alanından baktığında görün… Yoldan baktığında görünmez ama… Şu biz giderik bazan, “kayıp” yakınları, “kayıp” sevdikleri bulunduğunda, Kayıplar Komitesi’nin laboratuvarında, sevdiklerinin kalıntılarını görsünler, o laboratuvar uçak alanının yanındadır hemen. Oradan baktığında görünür bu kilisecik… Bu kiliseciğin dışında “kayıplar”ın gömülü olduğu anlatıldığı için bu ayrıntıcıkları sorarım… Gösterdik burayı uzaktan Kayıplar Komitesi yetkililerine ama daha kazmadılar…

KEMAL ZEKAİ: İşlediydim o kilisecikte. Ondan sonra uçak alanında işlediydim, bir Rum aldıydı ihaleyi, uçaklar şu gelirdi, pisti dökeceklerdi beton… Anlaşmaları Rum-Türk garışık olacaktı, o Rum’a dediydi kardeşim, alsın beni işe… Aldılar beni işe… Ben gündüz işlerdim bütün gün, gece da saat 9-10’a gadar galırdım da onları süpürgeynan düzeltirdim, sıyrıncak olmasın. Saat 10’a gadar… Getirillerdi, atallardı beni buraya, Pancaro’nun Hanı dellerdi, Pancaro’nun Hanı’ndan ben yürürdüm yaya, giderdim Mağusa Kapısı’na, oraşta bırağırdım sabahtan velesbidi da giderdim. Alırdım velesbidi da giderdim Kaymaklı’ya. Yani ben öyle hayat geçirttim bu çocukları okutmak için gızım…

GİRNE’DE MAHKEMELERDE BEYLİF’Tİ...

SORU: Huyları nasıldı Aytekin Zekai’nin?

KEMAL ZEKAİ: Aytekin çok insancıldı, yavaş bir insandı… İngiliz’de işlerken bu şekilde, ondan sonra aldılar gendini Girne’de mahkemelere beylif olarak… Evlendi, iki dane da çocuk ettiydi… Hanımının adı Fatma… Oğlu Gürel, limanda amir idi Mağusa’da. Kızı da Gülsev, eski Kaymakam’ın sekreteriydi ama emekli oldu şimdi. Bunda evlendiydi, sonra Girne’de ev kiraladıydı, onda galırdı.

Bu şeyler olunca, çoluk çocuğunu topladı, kiraladı bir kamyon, godu içine eşyalarıynan beraber çoluk çocuğunu, yolladı bura, Lefkoşa’ya. Gendi galdı, bir on gün daha… Düştü Kaymaklı, biz gaçtık gittik Mandrez’e, çadırların içindeydik. O da gaçtı, gece çıktı Girne’den, o tepelerin üstünden iki kişi – bir da arkadaşıynan gendi yani – çıktılar tepelerden, zorula geldi ve geldi Mandrez’e görsün bizi, çadırlara…

Geldi görsün bizi Hamit Mandrez’e, açtı öyle çadırı da gördü bizi, “Amaaan be abi” dedi, “nerelere düştük” dedi… “Allah bizi beklesin…”

Son bu 23 Nisan bayramıydı…

Karısına dedi, “Be hanım, gidelim sinamaya…”

Girne Kapısı’nın oracıkta bir da sinama varıdı.

“Gidelim bir da sinamaya da kısmet artık…”

Ve o zaman – anlattı bana sonra yani karısı – almış potinlerini ve potinlerin altına yazmış numarasını ve adını…

“Şayet gaybolursak, bulsunlar bizi” dedi. Yani öyle gelmiş genne.

SORU: Ne numarasıydı yazdığı potinlerin altına?

KEMAL ZEKAİ: Künyesini. Askerde numara verillerdi gennere, asker numarasıydı o. Onu yazmış.

SORU: Jiletnan yazdı potinlerin altına yani…

KEMAL ZEKAİ: Evet… Ve o şeyde ansızın aranmışlar ki dağ düştü. Eybil Teğmen aldı bundan gendini götürdü… Eybil Teğmen, Yeşilköylü’ydü… 3-4 kişi bir landroverin içinde… Godular malzemeyi da gittiler… Oracıkta duyduğum yani, Rumlar kesmişler ağaçları, kesmişler yolu. Benim duyduğum bu…

OKTAY ZEKAİ: Beni götürdü Güner abi, karşıya uçaksavar kurduydu Rumlar, virajıdı böyle, virajda uçaksavarınan bir daradılar bunları… Da orada ölenler oldu, kalanlar oldu…

KEMAL ZEKAİ: Kimisi öldü, kimisi galdı. Gardaşım hem bir kişi daha, yaralı galmışlar orda. Ondan sonra bilmem nasıl oldu, bir İngiliz varıdı ki üç yıldızlı, bilmem neyimiş…

MAJOR MACEY ARAŞTIRMIŞ...

SORU: Major Macey idi o…

KEMAL ZEKAİ: O gitmiş, görmüş gendini Girne Hastanesi’nde… Ve gelmiş anneme, hem babama… İstemiş fotoğrafını gardaşımın.  İstemiş fotoğrafını versin gene da gitsin.

Verdi gene fotoğrafı, te gitsin, hastaneden gaybetmişler gendini. Bulmamış… Bulmamış genni…

Ondan duydu, Cengiz Topel Hastanesi’ne yani Pendaya Hastanesi’ne, İngiliz oraya gitmiş, onda da bulmamış.

Annem söylediydi bize bunları, benim bildiğim duyduğum, annem söyledi. Ondan sonra İngiliz çıktı, şöferiynan Mağusa’ya gidecek, Mağusa yolunda İngiliz’i şöferiynan beraber aldılar, gaybettiler.

SORU: Macey’ydi bu ve şöförü Platt… Bu Dr. Küçük’ün irtibat subayıydı. Makarios’un da varıdı bir irtibat subayı… Birleşmiş Milletler Barış Gücü ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Muavini arasındaki irtibat subaylarından biriydi. 7 Haziran 1964’te şöförü Platt ile birlikte Galatya’dan Mağusa’ya giderken arabalarıyla birlikte “kayıp” edildiydi… Macey, o dönem “kayıp” edilenleri araştırmaktaydı… “Kayıp” otobüsteki Kıbrıslıtürkler’in akibetini da araştırmaktaydı, aynı zamanda İngiliz Ardath sigara dağıtımcısı Gibbins’in “kayıp” edilmesini da araştırmaktaydı. Gibbins, Ardath sigaralarının dağıtımcısıydı ve Kıbrıslıtürk gettolarına girip sigara dağıtırdı – bizimkiler bunu istemedi, yerine kendi “teşkilat”larından bir adam koymak istediler ve sigaracıyı Konedra’da öldürüp parasını çaldılar, sigaralarını çaldılar, İngiliz sigaracıyı da bir kuyuya attılar… Bu kuyunun olası yerini gösterdik ama kazılmadı… Ailesiyle da yazıştık… Macey’nin ailesiyle da yazıştık… Macey, şöförü Platt, sigaracı Gibbins, hiçbiri aranmakta olan “kayıplar listesi”ne konmadı maalesef…  Macey ve şöförünün gömülmüş olabileceği bir yer var, onu gösterdiydik, o da kazılmadıydı – buraya bazı Kıbrıslıtürkler mi yoksa Macey ve şöförü mü gömüldüydü, çok belli değildi ancak Macey ve şöförünün “kayıp” edildiği bölgedeydi bu olası gömü yeri… Onun ve şöförünün gömülmüş olduğu yeri bilenler vardır… Bir Kıbrıslırum okurum bana haber gönderdi torunuyla, Macey’nin ve şöförünün gömü yerini bilir ve gösterebilir diye ama araya pandemi girdi, barikatlar kapandı ve gidemedik.

Sigaracı öldürülünce, yerine “teşkilat”tan birisi atandı ve o işi üstlendi yani Kıbrıslıtürk gettolarına sigara dağıtımını. Sanırım o dönem sigaraya “teşkilat” bir şilin ekstra zam yaptıydı – tam tarihinden emin değilim… Bu öldürme olayından önce miydi, sonra mıydı, tam bilemeyeceğim… O ekstra bir şilini “teşkilat” alırdı diye duyduydum…

Macey, sigara dağıtımcısı Gibbins’i ararken, her gittiği yerden sigara paketlerini alır ve içine, içinde basılı numaraya bakardı – anlamaya çalışırdı bakalım o sigaralar, Gibbins’in arabasındaki sigaralardan mıdır – eskiden sigara paketlerinin iç kapağında bir tür seri numaraları olurdu…

Hasılı “kayıplar”ı ararken, Macey da “kayıp” edildiydi…

Aynı dönemde Makarios’un Birleşmiş Milletler’le İrtibat Subayı da Martin Packard adlı bir İngiliz subaydı ve o da apar-topar adadan şutlandıydı… Bir İngiliz yetkili kendisine “You got it wrong, my son” demiş yani “Sen bu işi yanlış anladın oğlum…” demiş. Çünkü Packard, köylerinden kaçan ya da kaçırılan Kıbrıslıtürkler’in karma köylere geri dönmeleri için tarafları ikna etme sürecine giriştiydi, bu da adayı bölme planları yapan NATO’cu güçleri ve tabii ki onlara dahil olan İngilizler’i öfkelendirdiydi… Onun için Packard’ı adadan apar topar gönderdilerdi, barış ve uzlaşma sağlayamasın diye. Macey’yi ve şöförü de “kayıp” edildi – böylece Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Makarios ile Cumhurbaşkan Muavini Dr. Fazıl Küçük’ün Birleşmiş Milletler ile irtibatını sağlayan her iki subay da ortadan kaldırılmış olmaktaydı o günlerde…

OKTAY ZEKAİ: Bizden sigara paketlerinin içindeki numaraları yazmamızı istedilerdi, belki da nedeni buydu o zaman…

KEMAL ZEKAİ: Benim bildiğim gardaşım için aha bunlardır da belki da dağda bulunmadı şimdiye gadar, belki da bundandır…

SORU: Bazı Kıbrıslırum okurlarımız aracılığıyla birkaç yer gösterdik dağda, bulunmadı, bazıları da hala kazılmadı… O günlerden bir “kayıp”, Ahmet Hasan Dayı – keçileriyle bir mağarada kalırdı… Bir Kıbrıslırum okurumuz, bir mağara gösterdi gelip Londra’dan bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine – burada insan kalıntıları gördüydü askerliğini yaparken Kartal Yuvası’nda, o bölgede… Hatta bir akşam birileri bir kafatası getirmiş bölüklerine… 1964 sonrasıydı bu kafatası olayı… Dağ tarafından ulaşması zordu ancak Ağırdağ tarafından ulaşılabilecek bir noktadır diye düşünürüm, Ağırdağlı bir arkadaş öyle söyledi bana…

OKTAY ZEKAİ: Amcam gelirdi çadırlarda bizi ziyarete Hamit Mandrez’e, bir ara ne getirdiydi? Portokal getirdiydi… Bu gadar sakalı varıdı…

ÇOCUKLARI KÜÇÜKTÜ...

SORU: Siz nasıl duyduydunuz kardeşinizin “kayıp” olduğunu?

KEMAL ZEKAİ: İşte gayboldu, ondan sonra duyduk ki gittilerdi dağa da gayboldu. Da anneme haber verdilerdi. Ailesine haber verdilerdi…

OKTAY ZEKAİ: Amcam “kayıp” edildiği zaman çocucukları küçüğdü, yengem hiç konuşmazdı… Dişleri döküldüydü üzüntüsünden… Çok perişan olduydu yengem… Hiç konuşmazdı, bizi görür kaçardı kadın… Senelerinan kaldı öyle, son evlendi da düzeldi. Çok iyi bir insandır yengem… Menteş vardı, Oğuz Bey vardı, onun kızkardeşidir Fatma yengem… Ahmet vardı kardeşi bakkal…

SORU: Bizim akrabalarımızdırlar… Rahmetlik annem, Ahmet beyinan hep görüşürdü, gelirdi bizim eve, hatırlarım…

OKTAY ZEKAİ: Akraba da çıkıyoruk biraz daha…

KEMAL ZEKAİ: Benim bildiğim bunlar… Gayboldu, aradılar, giden gelen Rum tarafına bazısı barikatlarda yok gördüler gendini, yok bilmem ne…

ÇOK YARDIMSEVERDİ...

SORU: Hikayeler…

KEMAL ZEKAİ: Evet… Anneme çeşit şey söylediler rahmetliğe, bubama… Çeşit çeşit şey söylellerdi, yok buldu, yok bulacaklar…

Çok yardımsever, çok iyi bir insandı gardaşım Aytekin Zekai…

Ben evleri yaptıydım Kaymaklı’da da borçlandıydım. Senet da etti bana, bir ay geçmedi aradan, adam istedi benden parayı… Dedim “Be nerde bulacam?”

“Ağabey” dedi, “benim biraz param var, vereyim da azar azar verin bana gene…” da verdiydi bana rahmetlik para da sonra ödedim genni. O şekilde.

Ekizdir… Aynur’un ekizidir…

SORU: Kaçıncı çocuktu?

KEMAL ZEKAİ: Ondan sonra Ayer olduydu işte… Sondan bir evveldi ekizler, Aytekin ve Aynur…

SORU: Kaç kardeştiniz siz?

KEMAL ZEKAİ: Yedi kardeş… Altısı erkek, bir kız… Bir tane da öldüydü daha evvel… Turgut’udu ölen…

SORU: Say bana isimciklerini lütfen…

KEMAL ZEKAİ: Birincisi Halit, ikincisi Torgut, üçüncüsü ben, dördüncüsü Adnan, beşincisi Selçuk, Selçuk’tan sonra ekizler Aynur hem Aytekin, ondan sonra da Ayer. Şu anda ben, Selçuk, Ayer hem Aynur hayattayık, gerisi ömür bıraktı…

Annem rahmetlik hasta olurdu, kimsesi yoğudu, çocuklar güçük güçük, bubamın annesiynan da küsüdü annem, ben yapardım bütün işleri.

Bir gün gittim, godu beni annem yoğurayım un – götürdüydüm buyday, godu beni eledim, godu beni başladım yoğurmaya…

Bir cira geldi Nada’dan, Mavromadu dellerdi genne…

“Nedir be yaptığın?” dedi.

“Aha yoğururum” dedim.

“Nedir?”

“E be, nenem yoktur… Nenemnan küstür annem” dedim. “Çocuklar da ağlar, ekmek ister… Godu beni yoğurayım yavaş yavaş da şey edeyim…”

Amman anam, cira gaktı oraştan öyle, gitti rahmetli nenemi aldı, getirdi ve barıştırdıydı genneri!

Yani ben böyle, o evin direğiydim ben. Herşeyi ben yapardım. Bubam rahmetli destebanıdı, öğretmendi…

O destebannıkta da dayak bile yediydi biçare. Gitti buldu bir davar burçakların içinde, gitti aldı gaçırsın getirsin çünkü alınca da getirirdi, sekiz şilin desteban parası alırdı.

Ertesi gün endi sahipleri davarın, duttulardı rahmetli bubamı, dövdüler bir hayle gendini da geldi yattıydı, ganı açıldıydı…

SORU: Sekiz şilin vermesinler diye dövdülerdi gendini?

KEMAL ZEKAİ: Ya…

Ben tek bir gün da çobancılık yaptım. Rahmetli garaşım Halit çobanıdı, hasta oldu…

“Be” dedi bana, “gidecen sen, napacayık, galdı davar içerde…”

E bubam desteban…

Aldık genneri gittik biz ovaya, yarısını bıraktık davarın, yarısını aldım geldim eve… Ondan sonra bubam rahmetli desteban, aldı getirdi eve galanları ovada toplayıp, yazdı sekiz şilin da ki aldı getirdi eve – gendi gendine ceza yazdı yani…

“Sen” dedi bana, “getirdin eve?”

“Getirdim…”

“Hani be, aha bunnar ne?” dedi.

“ANNEM PEYNİR YAPARDI...”

SORU: Çünkü sen rençberlikten anlardın, çobancılıktan değil…

KEMAL ZEKAİ: Rençbercilik… Ekerdim gologas, fıstık, böğrülce, bilmemne… Onları idare ederdim, suvaracaydın… Bahçası varıdı, portokal ağacı varıdı, ceviz ağacı varıdı, her ağaçtan içinde varıdı bahçanın…

Annem da peynir yapardı. O peynirleri ben alır da götürürdüm te Leymosun’a, satardım da gelirdim. Kaç para? Bir şilinidi danesi. Yarım şilin da norları verirdik. Ağnadın? O zamanın parası nerde? Dört onnuk, bir guruşudu… On guruş, bir şilinidi… Yirmi şilin, bir liraydı. Biz öyleydik…

Buyday ekerdik… İlk sene ben buyday, arpa ektim, ettik ikiyüz kile arpa. Bubam rahmetlik, kiraladı bir otomofil, doldurdu, gitti Arçoz, Vasa’ya ki hep Urum köyüydü, onnardan… Ve satsın. Dolaştı, dolaştı, hepsini sattı. Kaç para? 12 guruş kilesi. Kile böyle on oggaydı her biri ki iki kutuydu böyle, doldururduk, on ogga, on ogga, yirmi ogga bir kileydi. 12 guruş… Ağnadın? Buğdayın kilesi da 3 şilin. O zamanın şeyinde para…

Ne arardı para? Alaman harbından sonra başladı – Alaman harbının içinde gelirdi İngiliz, bize getirirdi öyle çürük buydaylar, verirdi halka da alırdı eyilerini gendi da yollallardı askere. Guru üzümü satılmazdı, emrederdi, gollardı ekmeklere. Yani bunnarı biz hep geçirttik gızım.

Onunçindir yani biz, çok şeyler gördük geçirttik.

Bunnar, bu şimdikiler, “Söyleme öyle şey, yalandır, yoktur” deller. Benim gızgardaşım bile, bazı şeyleri söylerim da der bana “Yalan söylen” der. E nerde gördü? Nerde gördü? Çocuğdu onnar, bir şey bilmez, görmedi.

Ama biz bunnarı hep gördük, geçirdik.

BAKKALYA ADLI BİR KIBRISLIRUM...

SORU: Kaymaklı’da ilk kimin evine yerleştiydiniz 1963 öncesinde?

KEMAL ZEKAİ: İlk, Salih Efendi’nin evine, Susuzlu’ydu – Ertoğrul varıdı… Onun gardaşının evi varıdı… Bizim köylüydü onlar. Anaları Hacı Havva’ydı, Hasan varıdı… Turgut’u da vurdulardı, öğretmen çıktıydı o… Vurdulardı Rumlar gendini.

Salih’in evinin yanında Bakkalya varıdı bir Urum, varıdı üç dane oğlu, iki dane da gızı… Gızı asıl EOKA’cıydı. Böyüğü evlendi da ayrıldıydı… E bubam da o zaman hocaydı falan, dediler genne, “Muska yapar da getirir sana geri gocanı”… Geldi bubama getirsin geri genne gocasını. “Yapacam” dedi bubam genne “ama gelecek, eğer ki idare etmezsan geni gaçacak sana, tekrar getiremem sana geri genni…”

Getirdi geri genni yani bubam, naptı yaptı, okudu üfürdü! Geldi gavurcuk… Geldi etti, ondan sonra gene gaçtı… Gene geldi gadın, “Getiremem sana artık” dedi bubam gendine. Yani bu gibi şeyler da olurdu gızım.

DEVAM EDECEK