Sınırlar.
Bölünmüşlük.
Kimlik.
Yeniden düşündük bu kavramlar üzerinde...
"Yerleşimci" kimdir ya da "göçmen" kim?
Kimdir "mülteci"?
Bu ev kimin, kim bu eve ait?
Ne kadar fazla parçalanmış kimlik var içimizde...
Has-Der Gençlik Kulübü’nün işbirliği, Avrupa Birliği Bilgi Merkezi’nin ev sahipliğinde harika bir film izledik, bir aynaya bakar gibi…
***
Yeşil Hat, fiziki bir sınır!
Barikat.
Şimdilerde “kapı” diyorlar.
Açıldığı gibi kapanabiliyor da...
“Sınır”, yalnızca siyasi bir terim değil; bir yaşam biçimi, bir alışkanlık, bir kabulleniş.
Kimi zaman bir dayatma.
Ama en kalıcı olanı: Zihinsel sınırlarımız.
***
Yannis, hayatı dağılmış, borca batmış bir Kıbrıslı müzisyen...
Lefkoşa’nın güneyinde, barikat yakınlarındaki o köhne, yıkık dökük, metruk evlerde yaşıyor.
Ülkeyi terk etmeye hazırlanırken, eski sevgilisinden yadigâr köpeği kaçıyor.
Kuzeye!
Köpeğinin peşine düşüyor genç adam...
Kuzeye geçiyor.
Doğduğu evi buluyor.
O evde şimdi, 1974 savaşının ardından Türkiye’den adaya gelmiş, burada doğmuş ve yeni bir aile kurmuş bir başkası var:
Hasan!
- Sen kimsin?
- Burası benim evim.
- Benim de evim.
- Ben bu evde doğdum.
- Ben de...
- Çık evimden.
- Savaş suçu işliyorsun.
- Bir yerde doğmuş olmak nasıl savaş suçu olur?
***
Yannis’le Hasan yine de bir dostluk kuruyor.
Köpeği Jimmy’yi birlikte arıyor ve buluyorlar.
Şimdi mesele, köpeği yeniden güneye geçirmek…
Geçiş noktasında Kıbrıslı Rum polise takılıyor Yannis:
“Köpek geçemez.”
- Bu benim köpeğim, bak Yunanca da anlıyor.
- Köpek geçemez, güneye hastalık taşıyabilir.
- Kuşları ne yapacağız?
***
Çok yaratıcı bir senaryo, harika bir kurgu, sürükleyici bir anlatı...
Kimi anlarda gülüyor, kimi anlarda hüzünleniyoruz.
Toplumsal ve insani mesajları yoğun; yürek ısıtan, sıcak ve sempatik bir hikâye...
Siyasal gerilim, mizahla dengeleniyor.
Ada’nın bölünmüşlüğü, estetik, duygusal, düşündürücü bir dille hepimize yeniden hatırlatılıyor.
Kıbrıslı yönetmen ve senarist Marios Piperides, ilk uzun metraj yapımında önemli bir iş başarmış. Kıbrıs, Almanya ve Yunanistan ortaklığıyla çekilen Smuggling Hendrix adlı film, pek çok festivalde ödül almış.
Umarım adanın dört bir yanında çok daha yaygın gösterilir.
Türkçe altyazı da mutlaka olmalı...
***
Bir mağazanın önünde başlıyor hikâye...
Tabelada koskocaman “No Borders - Sınır Yok” yazıyor.
Vitrinde iç çamaşırları (!)
Ledra Palas barikatından yürüyor Yannis, kuzeye geliyor.
Telefonunu sinyal alıyor, mesaj geliyor: “Türkiye’ye hoş geldiniz!”
Yannis, kuzeye geçmiş.
O akşam yıkıntılar arasında yerde uyuyacak...
Gidiyor ve kendine plastik bir deniz yatağı alıyor.
Yatağı şişiriyor; yastık kısmında Türkiye bayrağı...
Ters çeviriyor: ‘KKTC’ bayrağı...
Hasan’ın isyanı da anlamlı:
“Biz buralıyız” diyor, “Benim çocuklarım buralı...”
Ama...
“Ne Kıbrıslı Türkler buralı görüyor bizi, ne Kıbrıslı Rumlar...”
Ada’nın bölünmüş gerçeğinden herkes kendi payına düşeni alıyor.
***
O geceden içimizde kalan en güçlü his, ortak aidiyet duygusuydu.
Kimi zaman birbirine karşıt gibi görünen iki kimlik, iki hikâye, iki kader aslında aynı evde kesişiyordu.
Yannis ile Hasan’ın “bu ev benim” tartışması, yalnızca bir evin değil; bir ülkenin, bir kimliğin, bir tarihin tartışmasıydı.
İnsan hayatında “sınırlar” varsa...
Bu sınırların “ihlali” de vardır mutlaka...
O anlar bir özgürlük duygusudur, bir isyan, bir başkaldırı...
İşte finalde bu duyguyu yaşıyoruz.
Köpek, Jimmy...
Zincirinden kurtuluyor.
Koşa koşa, ne kadar barikat varsa aşıyor.
Koşuyor.
Koşuyor.
Koşuyor!
(Film gösteriminin ardından, Beran Djemal moderatörlüğünde Kent Sosyoloğu Özlem Ünsal ve filmde rol alan Oya Akın’ın sohbeti de çok keyifliydi. İzlenimleri ve deneyimleri değerliydi. Avrupa Birliği Bilgi Merkezi’ne, serin bir Lefkoşa gecesinde bu güzel deneyim için teşekkürler.)