Bir kent öldüğünde, çok insan ölür

Cenk Mutluyakalı

Üzgünüm.
Bu kadar yalın, bu kadar özet.
Yol boyunca düşündüm, tek bir sözcükle nasıl anlatabilirim diye…
25 sene sonra yıkıntılar arasında yeniden gezerken ve kırık camlara yansıyan gözleri düşlerken, sarmaşıkların örttüğü pencerelerin öksüzlüğünde tek bir sözcük aradım.
Ölümün içinden yaşamı fısıldayan begonvillere baktım, zamanı unutturan…
Öyle ya, “zaman çünkü durur bir yerde.
Boğazımda düğüm düğüm imgeler, sızıyla, isyanla, utançla aradım o sözcüğü…
Tek bir sözcük bulabildim: “Üzgünüm.

*  *  *

Ölü bir kenti andık yeniden…
“Yıkıntıydı burada, ölümün adı.”
Güneşin tutulduğu ve ay’ın esir alındığı bir yerde ölü bir kenti andık.
Kıyıların molozlara tutunduğu ve denizin kanadığı yerde andık.
Katille yüzleşmek istemeden andık, ölü bir kenti…

*  *  *

Bir kent öldüğünde, çok insan ölür.
Bir o kadar hayal ölür, bir o kadar anı.
Bir kent ölmekle kalmaz, bin düş ölür.

*  *  *

Göğe tutunamamış merdiven basamakları var, yarıda kalmış hayatlar gibi…
Uyumuş kent, uyanamamış.
İnsanın aklı ermiyor, çıldırıyor düşündükçe…
O opera binası nasıl terk edilir kaderine, onca otel nasıl çürümeye bırakılır?
Ressamların atölyeleri, bankaların vezneleri, galerinin vitrinleri…
Ah…
“Bugün Dubai neyse, o gün de Maraş öyleydi” diyor asker…
Öyleydi de niye kıydılar kente?
Kırk beş sene geçmiş, bunca tiyatro binası yapamamışsın sen, tek birini dahi başaramamışsın, ne istedin onca güzellikten, ne!

*  *  *

Yok, yollar, duvarlar, kırık kapılar, paslı çanlar değil sadece…
İnsanlar da var(dı.)
Bu kentin insanları vardı, çocukları vardı bu evlerin, anneleri vardı telaşla yemek masalarını toplayan…
Ve onca yatırımın içinde alın teri vardı, gelecek hayalleri vardı.
Sen “başkasından bulduğuna” dahi toz kondurmazken…
Emek vardı, birikim vardı, ömür vardı hepsinin temelinde…

*  *  *

Neyi anlatmamı istiyorsunuz, betondan fışkıran kaktüsleri mi yoksa o ihtişamlı markaların çürümüş neon lambalarını mı? Nikos’un cafesinin kırk beş sene önce inmiş kepenklerini mi anlatmamı istersiniz? Panjurları kırık apartmanların avlusunda büyüyen kedileri mi yoksa perdeleri açılmamış odaların ışıksızlığını mı? Esareti mi anlatayım size "özgürlük" diye sunulan yoksa yıkıntının orta yerine kurulan orduevi saadetini mi? Neyi anlatmamı istersiniz...

*  *  *

Bu sokakları vurdular.
Tek bir gün dahi buralarda anısı olmayanlar vurdu.
Hem de alnından, tek tek…
Kentin ölüsü yatıyor orada, kırk beş senedir.
Kemikleri dağılmış, eti çürümüş, dökülmüş…
Kentin ölüsü, otuz bin insanın düşü arasında uzanmış, yatıyor.
Ve Kapalı Maraş’tan dönerken ter içinde, tek sözcüğüm var cebimde…
“Üzgünüm.”