Bir kalp ne kadar yük kaldırır?

Cenk Mutluyakalı

Eskiler “kalp doktoru” derdi.
Kalbimizi avucunun içine aldığını, baktığını düşünürdük.

“Kardiyolog” demeyi yeni yeni öğrendik sanırım.
“Kalp cerrahı” bilmezdik çocukken.

Tek bir cerrah vardı.
Kalbe de o dokunurdu, göze de…

Hatta Girne’de Doktor Halim vardı; her şeydi o!
Kırığa da o bakardı, yaraya da…
Kalbe de o bakardı, safraya da…

***

Bisikletten çok feci düşmüştüm, unutmam.
“Chopper” marka bir bisikletim vardı, ganimet…

Teyzeme gidiyordum, iniş aşağı; yavaşlamak için ön frene basmıştım.
Hata!
Fena düşmüştüm.
Yüzüm gözüm kan içinde…
Hemen apar topar Doktor Halim’e, tabii ki.

Adamcağızın işi başından aşkın.
Baktı bana, “Ne oldu?” dedi.

“Bisikletten düştüm…”

Elimi kolumu yokladı, başımı sırtımı…
“Al çocuğu eve götür,” dedi anneme.
“Evinizde sarı ilaç yok mu sizin?”

“Doktor amca,” demiştim, “dişlerim sallanır.”
“Annen dondurma alsın, giderken dondurmayla ağzını çalkala,” demişti.
Hakkını yemeyelim, iyi gelmişti gerçekten.
"Kilim Pastanesi" vardı o zaman, o dondurmanın lezzetini de unutmam ayrıca...

***

Ne kadar da gelişti tıp şimdi… Bir insan ömrünün yarısı kadar zamanda, neler neler değişti.
Vücudumuzun her noktası için ayrı bir uzman var artık.

Uzmanlıklar arttıkça sağlık ticarileşti tabii...
Ama insan ömrü uzadı.

Doktorlar daha az muayene ediyor hastasını, daha az dinliyor, daha az dokunuyor; şimdi çoğunlukla teknoloji devrede, filmler, tahliller, manyetik görüntüleme...

***

Bir röportaj izledim geçenlerde.

Kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez’e harika bir soru yöneltilmişti:
Bir kalp en çok ne kadar yük kaldırabilir?

Ünlü cerrah şöyle diyordu:
Kalp inanılmaz bir organ; çok yük kaldırabilir.
Acıyı da… Sevinci de
Onca stresi, gerilimi, heyecanı da…”

***

O kadar güzel anlatıyordu ki deneyimli cerrah, dinlerken gülümsedim...

Kalp neden bir tanedir?” diyordu.

Çoğu organımız çifttir. Bakınız, iki gözümüz var daha iyi görmek için, iki kulağımız var, iki akciğerimiz, iki böbreğimiz… Ama tek kalbimiz var, değil mi? Tek değil aslında. Bir de karşınızdakinde var. Sevdiğiniz bir insana niye sarılırsınız? Elini sıkabilirsiniz, merhaba diyebilirsiniz ama sarılmak bambaşkadır. Sağ yanınız boştur ya... Sarıldığınızda, diğer kalple doldurursunuz. O yüzden kalp aslında çifttir. Size ait kalbi bulduğunuzda dünyanın en mutlu insanı olursunuz.”

***

Hiç bu gözle bakmamıştım “sarılmak” eylemine.

Bir insanı kucaklamayı hiç böylesine düşünmemiştim.

Elbette tıbbın ötesinde bu; belki biraz felsefe, belki fazlasıyla romantizm.
Ama yine de…
Kalbimiz hâlâ bu kadar yükü kaldırabiliyorsa, onca haksızlığa, onca kötülüğe rağmen hâlâ atabiliyorsa, bunun tek nedeni var: Sevdiğimiz, güvendiğimiz, dayanıştığımız, sarılıp güç aldığımız insanlar…

Kucaklayınız…
Sımsıkı...
Kendinizi çok daha umutlu hissetmek için...
Umudunuz yitmesin diye...