Bir isyan, bir üretim

Mert Özdağ

Fark etmişsinizdir, hükümet rahat bir döneme girdi.
Toplumsal muhalefetin bazı kritik noktalarına hükümet kanalınca yapılan 'nokta atışları' etkisini gösterdi.
Ufak tefek çıkışlar dışında sendikalar grev yapmıyor!
Eylem hazırlığında olanlarla kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılıyor ve ne hikmetse o eylem "askıya" alınıyor.
Zaman zaman hayvancılardan ses geliyor örneğin, bakıyorsunuz 2 gün sonra eylem askıda!
Bazı öğretmen sendikaları lokal eylemler yapıyor, ara ara…
Memur sendikaları da keza öyle…
“X kurumunun X bölümünde eylem”
Tamamen lokal, az kişiyi ilgilendiren ufak sorunların itirazları.
Bir nevir mırıldanma hali.
Bütünlüklü bir hareket yok.
“Göç Yasası değişsin” tantanası da dinmişe benziyor.
Dedim ya hükümet kurumların özelleştirmesine yol vererek TC kaynaklarını da kullanarak nokta atışları yapıyor.
Emeklilere yapılan ödemeyi de bu çerçevede değerlendiriyorum.

Dediğim gibi hükümet rahat bir döneme girdi.
Birkaç hafta sonra meclis açılacak. Bir nebze olsun bu rehavet ortadan kalkacak. HP artışı da gündemde "Çalışanlar güvence altına alındı" mealinde Bakanlar Kurulu kararları ile gün geçiştirilecek.
Toplumsal muhalefet adına memleketteki genel manzara bu, ne yazık ki.

                                                                            *  *  *

Peki sosyal medya ne alemde dersiniz?
Siyasi deşarj açısından oldukça “gaz” alıcı.
Yazdınız mı okkalı bir ileti?
Ohhh, tamamdır!
Hükümetin işi zor 
bu ileti karşısında (!)
Toplumsal muhalefet dediğimizi o bütünlüklü olgunun sosyal alemde kum taneciklerine dönüştüğünü görmek üzüyor insanı…
Herkes hemen hemen bir şeylerden rahatsız!..
Durmadan şikayet eden var.
Her Allah'ın günü…
Günübirlik tepkiler yumağı.
Peki bu şikayetlerimizi neden daha genel daha bütünlüklü bir çerçeveye sokamıyoruz?
Dedim ya hükümet nokta atışları ile iyiden iyiye toplumu bölmeyi başardı.
Hiç kimse kusura bakmasın ama biz bu statükoyu çok seviyoruz dostlar.
Kamu kaynakları ile kişisel ve zümresel gelirlerimizin artırılmasına dayalı bir sistem kurdular bize…
Ve bu sistem öylesine kemikleşmiş ki; büyük bir şok (Kıbrıs sorununun çözümü, ilhak, vs) olmadıkça pek değişeceğe de benzemiyor.
Değiştirmeye kalkışanı sizler zaten oylarınızla al aşağı ediyorsunuz.
Zaten 'tokmak'  da başkalarının elinde…
Bunu 'su' meselesinde yaşadık, hem de iliklerimize kadar…
Dönemin iktidar partisi "Bu su çok pahalı olacak, TC ile biraz daha müzakere edelim" dediğinde Türkiye 'kamu maaşları' kozunu masaya sürüp hepinizi "isyan" ettirdiğinde bu günleri göremediniz, göremedik.
Aynı şeyi birçok konuda defa defa yaşadık.
Ne zaman ki statükoya karşı bir girişim olsa kamu kaynaklarını elinde bulunduran TC Elçiliği, buradaki işbirlikçileri ile toplumla oyuncak gibi oynadı.
Ve günün sonunda hiçbir şey değişmedi.
Bu toplum kamu kaynaklarına, dolaylı olarak da TC Maliyesi'ne bağlı kalmaya devam etti.
Ve şimdi o 'toplum' dediğimiz olguyu da yurttaşlık furyası ile değişime uğratıyorlar.
Bir bakacaksınız, seçimde yine birinci parti çıkacaklar, yarattıkları ‘yeni’ oylarla!
Çıkış yolu var mı? Elbette vardır.
Turgut Özal dönemi yıkıp kapattığımız fabrikaları yeniden açmak!
Bu toprakların her bir zerresinde üretim yapabilecek bir rüzgar yakalamak.
Kısacası önce ciddi bir isyanla yaşananlara dur demek ve sonrasında da  üretmek!
Eğer üretirsek bu çıkmaz sokaktan çıkabilecek yeni bir yol bulabileceğiz.
Üretmez, günü geçiştirmeyi seçersek eğer, böyle gelmiş böyle gidecek.
Kıbrıs sorunu çözülse dahi!
Tercih bizim.
Bu güne kadarki 'tercihimiz' ortada…
Bu zinciri kırabilecek gücümüz var, bundan eminim.
Ama niyetimiz var mı? Orasını zaman gösterecek.

 


 

FARKLI AÇIDAN DA BAKALIM…

Biz yöneteceğiz!

 

Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye hükümetlerine tepkisini anlıyorum ve hak veriyorum.
Doğrudur, Türkiye tarafından dayatılan yönetim şekli kötü sonuçlar doğurmuştur.
Birçok noktada irademiz ayaklar altına alınmış, yöneticilerimiz iş yapamaz duruma getirilmiştir.
Hiçbirine itirazım yok.
Ama gerçekler “kendi kendimizi yönetme” sözcüklerinin ardına saklanmamalı...
“Kıbrıslı Türklerin iradesi” gibi cümleler konunun teknik ve ekonomik aklını hiçleştiren bir durum ortaya koyuyor.
'Kendi kendimizi yönetebilme' becerisi konusundaki eleştiriler hoşumuza gitmese de değerlendirmeye, öz eleştiri yapmaya değer.
Yalan mı yani?

  • Kamu kurumlarını partizanlıkla yönetmedik mi?
  • Hepsinin bütçeleri yerle bir değil mi?
  • Peki belediyeler?
  • Birkaç başarılı belediye başkanının yönettiği kentler dışında yerel yönetimde de enkaz halinde değil miyiz?
  • Çalışanların sosyal yatırımlarının yapılmadığı, emekli hakkını alamayan belediyeler yığını yok mu karşımızda?
  • Lefkoşa Belediyesi?

Cemal Başkan'la başlayan ve hala devam eden iflas sürecinde 'irade'miz birinci derecede sorumlu değil mi?

  • Daha açık konuşmak gerekirse, belediyeleri batıran siyasetleri-siyasileri biz kendi ellerimizle-irademizle seçmedik mi?
  • Seçmeyi de geçtim, seçilen her siyasinin kapısına 'kişisel' çıkarlarımız için dayanmadık mı?

Onları (siyasileri) partizanlığa, adam kayırmacılığa, biz kendi hür irademizle itmedik mi?

  • Kamu kurumlarını partilerin istihdam çiftlikleri, kurumların yönetimlerini 'üst düzey siyasi ödüllendirme' cepheleri olarak görmedik mi?
  • Üst kademe yöneticilerini seçerken çoğunlukla 'partiye' yakınlık hislerimizi devreye koymadık mı?
  • Partide en iyi çalışanları 'yönetim kurulu' üyesi yapmadık mı?
  • Hatta 'başkana' en yakınları en iyi yerlere yerleştirmedik mi?
  • Partideki gençleri şuraya-buraya istihdam etmedik mi?
  • Kamuda adaletli istihdam sorununu çözmemize 'irademiz' miydi engel?

Evet dostlar, elbette biz yönetelim, itirazım yok.
Ama 'yönetmekle’ ilgili özeleştiri de şart.
Ne olur, ‘yurtseverlik’ fırtınasına kapılıp, hatalarımızı konuşmaktan çekinmeyelim.
Ganimet düzeni bizi kör etmiş, erken para kazanma hırsı üretimimizi yok etmiş, kamu kaynakları hep çekici gelmiş bu güne kadar…
'İrade-biz yönetelim' sözcükleri yetmez işlediğimiz günahları örmeye dostlar, yetmez.

Tıpkı bayrak edebiyatının örtemediği gibi…
Hele hele de çirkin çirkin tırmandırılan 'Kıbrıslı Türk milliyetçiliği' hiç silmez hatalarımızı.
Hepimiz suçluyuz bu durumdan, hepimiz. Kimseyi ayırmıyorum.
Sadece siyaset kurumu değil, hepimiz. Şimdi birileri yüzümüze vuruyorsa 'siz yönetemiyorsunuz' diye, durup düşünmekte fayda görürüm ben, öfke kusmak yerine…
Neden bu cümleyi kurabilecekleri süreçleri yaşadık biz? Hiç mi, ufacıkta mı hatamız yok?
Neden kendimize bu sözlerin söylenmesine zemin yarattık acaba diye sormak daha akılcı geliyor insana…
Körü körüne irade diye çığlık atmaktansa…
‘Biz nerede yanlış yaptık’ diye düşünmeği yeğlerim, üzüle üzüle…  Evet, altını çiziyorum, elbette biz yönetelim.
Hem de öyle bir yönetelim ki utansın denizin ötesindeki... 
Gailem bu...


Al sana yeni dert!.. Kuraklık bastırdı, kucağımızda bulduk mu şimdi “kuraklık” meselesini… Ah ah, bu memleketin kafası hiç dertten kalkmayacak, hiç!.. Öde bakalım kuraklık parasını!.. Ödeyebilirsen!.. Serdar Başkan “Maliye’de para çok” demişti… Kasayı arala başkan!