Bir hikâye

Tayfun Çağra

Son zamanlarda bizim dışımızda oluşan politikaların bize dayatmaları bağlamında Kıbrıs sorunundaki Federasyon çözümümüz iki devletliye dönmüş olsa bile Birleşik bir Kıbrıs’ta yaşayabilmenin güzelliğini, keyfini şimdilik hikâyelerde yaşamaya devam ediyoruz. Bir gün gerçek olması dileği ve gayretiyle Eylül 2015 tarihli yazımı tekrar paylaşmak isterim;  

***

Ahmet ve Melek, yanlarında Eleni ve Kostas ile uçağa bindiler… Yanlarında antrenörleri ve sağlıkçıları vardı…
Çin’de yapılacak buz dansı şampiyonası için Ercan’dan direkt uçuş yaptılar… Neden Ercan da Larnaka değil?
Çin’deki programlarına Ercan’dan kalkan Cyprus Air’ın uçuş saati daha uygundu.
Havaalanında buluştuklarında sarıldılar ve birbirlerine başarı dilediler.
Çin’e varışlarında otellerine yerleştiler hemen…
Melek ile Eleni, Ahmet ile Kostas beraber kalacakları odalarına çıktılar ve ertesi günkü yarışma için dinlenmeye çekildiler.

***

Melek ile Kostas’ı, Ahmet ile Eleni’yi çift olarak çalıştırmıştı hocaları… Melek ile Kostas çiftler grubunda yarışırken, Ahmet ile Eleni buz dansında yarışacaklardı. Çiftler grubu erkeklerin kadınları havalara daha çok kaldırıp indirecekleri, daha fazla güç gerektiren bir kategori olduğu için Melek’in çıtı pıtı yapısı, Kostas’ın güçlü yapısını çok zorlamayacaktı.
Çalışmalar sırasında da bu durum ortaya çıkmıştı zaten…
Buz dansı kategorisi daha romantik, müziğin ritmine uygun yumuşak hareketlerin daha fazla olduğu bir kategoriydi ve Ahmet ile Eleni bu kategoriye dansçı geçmişleri nedeniyle de daha uygundular.

***

Zamanı geldi, önce Ahmet ile Eleni piste çıktılar… Güzel bir etap sergilediler… Alkış aldılar, pistin kenarında, salondaki büyük panoda yer alan Birleşik Kıbrıs bayrağının yanındaki isimlerinin karşısında yazılacak puanlarını beklediler… Heyecanları yüzlerinden okunuyordu, puanlar açıklandı, dereceye girememişlerdi ama mutluydular, sarıldılar birbirlerine ve hocaları eşliğinde pistten ayrıldılar.
Sıra Melek ile Kostas’a gelmişti… Onlar da tribünlerdeki destekçilerinin ellerindeki ortak bayraklarının eşliğinde gösterilerini sundular… Harika bir gösteriydi, bir ara Melek, Kostas’ın kollarında yukarılardayken azıcık tökezlemiş olsalar da güçlük derecesi fazla olan bir gösteri sundular, ardından bol alkış aldılar…
Puanlar açıklandı, Melek ile Kostas, Kıbrıs’ı üçüncü yaptılar. Ekranlardan sevinçle el salladılar Kıbrıs’a… Birbirlerini tebrik ettiler, ekip pistten ayrılırken Ahmet ile Eleni geldi yanlarına, hep birlikte sarıldılar, sevinci paylaştılar…
Güzel bir şampiyonanın ardından Larnaka Havaalanı’na döndüler… Aileler ve vatandaşlar alanda karşıladı onları… Ülkede büyük bir mutluluk vardı.

***

Çok mu ütopik geldi bu hikâye!.. Neden olmasın! Fazla uzak olmadığını ummak isterim bu güzel günlerin… Ne demiş Nazım Hikmet; En güzel günler henüz yaşamadıklarımızdır.

***

Neden çok garip ve inanılmaz gibidir böyle hikâyeler… Sporcularımız Türkiye takımlarında yarışmak ve oynamak durumunda kalırken neden kendi ülkemizde böyle bir birliktelik olmasın ki!
Neden birlikte sevinmeyelim, neden beraber aynı şeyi alkışlamayalım, neden aynı şarkıyı söylemeyelim… Farklı şeylere sevinmek veya üzülmek şimdiye kadar bizi yormadı mı? Bundan sonra sevinçlerimiz de hüzünlerimiz de ortak olsa ne olurdu!

 


 

Akıl-fikir yok!

 

 

Yine doğaya karşı bir ‘gelişme’ girişimi… İskele’de Long Beach’de yapılması planlanan otele karşı bölgede tepki var.

Olması gereken tepkiye dört bir taraftan da destek var.

Oraların güzel, halkın yoğun gittiği, gezilecek, dinlenilecek, denize girilecek bir yer olduğu görüldü ya… O zaman birilerinin oranın avantajını bireysel olarak kendi hanesine yazdırması, oranın rantını elde etmesi ve bunu yaparken de buna onay verenlerin de ödüllendirilmesi! gerek.

Aklımızı bir türlü başımıza almıyoruz. Ya almak istemiyoruz, ya da cahilliğimizden bunu düşünemiyoruz. Belki de para hırsı gözlerimizi kör ediyor.

Önce halkın malı olan, denizleri, kıyıları mal sahiplerinin uhdesinden çalıyoruz sonra da iklim değişikliğine küçücük bir yer olsak da katkımızı koyuyoruz maalesef...

Doğal afetleri, kuraklığı, fırtınaları, hortumları ve şimdi dünyayı mahveden corona’yı da insanın dünyayı yok etmeye çalışmasından, daha çok para hırsından dolayı yaşarken beynimiz bir türlü kötüye karşı iyiyi öngöremez hale geldi.

Günü düşünüp daha çok para kazanmanın yollarını arar olduk. Başkalarının yaşam hakları, yasal hakları geri plana itilip öngörüsüz, üç gün-beş gün sonrayı bile düşünmeden hareket ediyoruz.

Bunu yaparken devletin onay mercileri de bu kötü gidişe paralel hareket ediyor veya bu onay mercileri daha yukarıdan gelen baskılara direnemiyorlar ve özelde ülkemizin, genelde dünyanın yok oluşu devam ediyor.

Devlet ama gerçekten devletler bu kötü gidişe karşı halkı, bireyi ikaz eder durumdayken, yasal yaptırımlar uygularken, bizde tam tersi bir şekilde bireyler ve sivil toplum örgütleri devletin bu uygulamalarını engellemeye, devlet üzerinde özellikle çevre konusunda baskı kurmaya çalışıyor.

Bazen başarılı olunuyor ama bazen da engellemek için geç kalınmış oluyor. Giden gidiyor… Bireysel para kazanmak uğruna herkese ait olan zenginlikler yok oluyor.