“Bir anne, çocuğunun kalıntılarında ideoloji aramaz…”

Sevgül Uludağ

Avrupa Parlamentosu’nun yalnızca “1974 kayıpları” için “anıt yaptırma” kararına tepkiler devam ederken, araştırmacı yazar Mete Hatay, “Bir anne, çocuğun kalıntılarında ideoloji aramaz” diye yazdı. Mete Hatay, sosyal medya paylaşımında şöyle dedi:

“Avrupa Parlamentosu’nun 1974 kayıpları için bir anıt inşa etme kararı, ilk bakışta soylu bir jest gibi görünüyor: Kıbrıs’ın uzun ve acılı tarihinin bir kabulü. Oysa bu karar, çok daha az övünülecek bir gerçeği açığa çıkarıyor. Avrupa hâlâ bu adanın yalnızca bir tarafının yasını duyuyor.”

“ACININ MİLLİYETİ YOKTUR..”

“Oysa onyıllar boyunca hem Kıbrıslırum hem de Kıbrıslıtürk aileler, 1963–1974 arasında kaybettikleri sevdiklerinden bir haber bekledi. Üstelik yirmi yılı aşkın süredir, Kayıp Şahıslar Komitesi iki toplum için de sessizce ve birlikte çalışıyor; kimlik tespitleri yapıp cenazeleri ailelerine ulaştırıyor. Çünkü toprağın altında, acının milliyeti yoktur.

Ne var ki Avrupa’nın bu seçici hafıza siyaseti, tarihin çoktan birleştirdiğini yeniden bölüyor. Kıbrıslıtürklerin acısı hâlâ “rahatsız edici” bulunuyor; varlığı yalnızca sessizlikle kabul ediliyor.

Yalnızca bazı kayıpları onurlandıran bir anıt, aslında bir anıt değildir. Bu, kurgulanmış bir hafıza, seçerek unutturmadır. Bir acıyı “insani” diye yüceltip diğerini “siyasi” diye kenara itmek… Oysa kemikler iki dil konuşmaz; bir anne, çocuğunun kalıntılarında ideoloji aramaz.”

“TÜM KAYIPLAR ONURLANDIRILMALIDIR…”

“Eğer Avrupa gerçekten kayıpları onurlandırmak istiyorsa, hepsini onurlandırmalıdır. Siyasi olarak konforlu olanı değil, tüm gerçeği. Belki de en dürüst anıt ne taş ne bronzdur; bulunan bir kemiğin titreyen bir ele teslim edilmesidir. Çünkü tam da orada, tanınma gerçek olur ve bölünme bir anlığına çözülür.

Kayıplar yalnızca bir topluma ait değildir. Onların yokluğu hepimize aittir. Ve anma, gerçekten anlam taşıyacaksa, işte bu ortak hakikate teslim olarak başlamalıdır.”

FİKRİ TOROS’UN YAZDIKLARI…

Avrupa Parlamentosu’nun kararına tepki gösteren CTP Milletvekili Fikri Toros ise sosyal medya paylaşımında “Kayıplar, sadece bir toplumun değil, tüm Kıbrıslılar’ın ortak yarasıdır” dedi. Fikri Toros şöyle yazdı:

“Avrupa Parlamentosu’nda yalnızca Kıbrıslı Rum kayıplara anıt yapılmasını öngören karar, ayrımcı bir siyasetin ötesinde, insani değerlere vurulmuş ağır bir darbedir.

Kıbrıs’ta 1963 yılından itibaren yaşanan trajediler, her iki Kıbrıslı toplumu derin acılara boğmuştur. Kayıplar, sadece bir toplumun değil, tüm Kıbrıslıların ortak yarasıdır.”

“KAYIPLAR KOMİTESİ’NİN İNSANİ MİSYONU HİÇE SAYILDI…”

“Bu karar, yıllardır büyük bir özveriyle çalışan ve toplumlar arası güven tesisine önemli katkıları olan Kayıp Şahıslar Komitesi’nin iki toplumlu insani misyonunu hiçe saymakta olup kabul edilemezdir. Ayrıca, ortak yurdumuz Kıbrıs’ımızda kalıcı barışın temelini oluşturacak olan empatiyi de zedelemektedir.”

“TEPKİMİZİ EN SERT ŞEKİLDE ORTAYA KOYACAĞIZ…”

“Kıbrıs’ta kalıcı barışın yolu, acıları ayrıştırmaktan değil, paylaşmaktan geçmektedir. Barış tesisi sürecinin elzem bir koşulu olan ortak insanlık değerlerine bağlılığı savunan biz Kıbrıslıların barış çabalarının, Avrupa tarafından da desteklenmesi asgari beklentilerimiz arasındadır. Bu tür kararlar, aşırı sağın ve ayrımcı söylemlerin güçlenmesine hizmet etmektedir ve Avrupa’nın temsil ettiği değerlere de zarar vermektedir.

Avrupa Parlamentosu Başkanı ve ilgili milletvekilleri nezdinde gerçekleştireceğimiz görüşmelerle tepkimizi en sert bir şekilde ortaya koyacağımız bilinmelidir!”

NE OLMUŞTU?

Avrupa Parlamentosu’nun yalnızca “1974 kayıpları”yla ilgili bir anıt yapma kararı hakkında, 24 Ekim 2025’te bu sayfalarda şöyle yazmıştık:

“Avrupa Parlamentosu, Kıbrıslıtürk kayıpları “unuttu”!...

Avrupa Parlamentosu’nun DİSİ’li bir Kıbrıslırum AP Milletvekili’nin önerisi üzerine yalnızca 1974 anısına “anıt yaptırma” kararı üzüntü yarattı. Geçtiğimiz Çarşamba gecesi duyurulan bu kararın, 1963-74 yılları arasında “kayıp” edilen Kıbrıslıtürkler’i görmezden gelerek “kayıplar” konusu sanki 1974’te “başlamış” gibi konuyu ele alması ve Kıbrıslıtürk kayıpları “unutması” tam bir skandal niteliğinde. Avrupa Parlamentosu’nda 2026 bütçesi görüşülürken DİSİ’li AP Milletvekili Mihalis Hacıpandela’nın önerisi üzerine “1974’te Türk işgalinin kurbanları ve kayıplar için Avrupa Parlamentosu’nda bir anıt yaptırılması” karar önerisinin, milletvekillerinin çoğunluk oylarıyla geçtiğimiz Çarşamba akşamı kabul edildiği duyuruldu.

KIZILYÜREK’İN YOKLUĞU BU KARARLA HİSSEDİLDİ…  

Bu konuda Avrupa Parlamentosu’nda geçen dönem AKEL’den Avrupa Parlamentosu Milletvekilliği yapmış olan Niyazi Kızılyürek’in yokluğu, bu kararın kabul ediliş tarzıyla daha da belirginleşti. Eğer Niyazi Kızılyürek hala AP Milletvekili olmuş olsaydı, Avrupa Parlamentosu’nda böylesi bir karar alınırken, Kıbrıslıtürk kayıpların varlığı da vurgulanmış olacak ve böylesi dar bir bakış açısıyla kaleme alınmış bir kararın çıkmaması için Kızılyürek elinden geleni yapacaktı… Ancak bu konuda herhangi etkili bir girişim yapılmadığı ya da yapılamadığı sanılıyor.

KAYIPLAR KOMİTESİ’NİN BÜTÇESİNİ KARŞILIYOR…

Avrupa Parlamentosu, gerek 1963-64, gerek 1974 ve gerekse 1963-1974 yılları arasında “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslıtürkler’in ve Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranıp bulunması, kazılar yapılması, bulunan insan kalıntılarının DNA testleriyle kimliklendirilerek kayıp yakınlarına defnedilmek üzere iade edilmesini içeren Kıbrıs Kayıp Şahıslar Komitesi çalışmalarının ana finansörü olduğu halde, özellikle 1963-64 ve sonrasında “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslıtürk kayıpları tümüyle görmezden gelmesinin gerekçesi anlaşılamadı. Kayıplar Komitesi’nin bütçesinin esas bölümünü 2006’dan bu yana karşılamakta olan Avrupa Parlamentosu’nun, böylesi bir kararla konuyu insani boyutundan koparıp politize edilmesine razı olması ve bu konuda kararı değiştirecek yeterli girişimlerin yapılmamış ya da yapılamamış olması, Kıbrıs’ta “kayıplar”ın acılarının ortak olduğuna inanan barışseverler ve kayıp yakınları arasında üzüntü yarattı. Avrupa Parlamentosu’nda anıtın yapımı aşamasında bu konuda yapılabilecek öneriler çerçevesinde içeriğinde değişiklik olup olmayacağı anlaşılacak. Kayıp Şahıslar Komitesi’nin de konunun bu şekilde politize edilerek insani boyutundan koparılması ve Kıbrıslıtürk kayıpların tümüyle görmezden gelinmesi konusunda ne tür bir girişim üstleneceği merak ediliyor.

“ZAFER” OLARAK TAKDİM ETTİ…

DİSİ’den Avrupa Parlamentosu Milletvekili seçilmiş olan Mihalis Hacıpandela, AB’nin 2026 bütçesi geçirilirken, yaptığı değişiklik önerisiyle sözkonusu anıt projesinin kabul edildiğine işaret ederek sosyal medya sayfasında bunu bir “zafer” olarak takdim etti. Hacıpandela, “Avrupa, Türk işgalinin kurbanlarını hatırlayıp onların yanında olmalıdır. Avrupa Parlamentosu’nda yapılacak olan anıt, tüm Avrupalılar için hatırlama, bilinçlenme ve tarihsel gerçeğin sembolü olacaktır. Avrupa Parlamentosu’ndaki meslektaşlarımızın geniş desteğini alan bu karar, Kıbrıs sorununda güçlü bir siyasi mesaj vererek, aynı zamanda üye devletler arasındaki dayanışmanın altını çizmiştir” diye açıklamalarda bulundu.”

Kıbrıslırum faşistler tarafından öldürülen bazı Kıbrıslıtürkler, Strovulo'da su kuyularına gömülüp kayıp edilmişti, Kayıplar Komitesi kazılarında yıllar sonra onlardan geride kalanlar bulu


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Almanya’da döner kebap grevi…”

Kıvanç Eliaçık/İLKE TV

Berlin sokaklarında herhangi birine sorsanız, dönerin geleneksel bir Alman yemeği olduğunu söyleyecektir. Bu yüzden Stuttgart yakınlarında hazır döner üreten Birtat fabrikasındaki grev, Almanya’yı sarstı.

Temmuz 2025’te Birtat et işleme tesisinde çalışan 120 işçi iş bıraktı. Ücret artışı, kurallı çalışma ve toplu iş sözleşmesi talep ettiler. Çoğu göçmen olan işçiler, soğuk hava depolarında uzun saatler boyunca ve düşük ücretlerle çalışıyordu. Gıda, İçecek ve Konaklama Sendikası (Gewerkschaft Nahrung-Genuss-Gaststätten, NGG) öncülüğündeki grev, ülkenin döner tedariğini riske soktu. “Döner kıtlığı” endişesi Belçika ve Hollanda’ya kadar yayıldı.

SEKTÖRÜN İLK VE EN KAPSAMLI SÖZLEŞMESİ…

İşçilerin sadece üçü Almandı. Üstelik patron da göçmendi. Grevcilerden birinin üç yaşındaki oğlu Azad, grevin maskotu oldu. Kararların demokratik yöntemlerle alındığı grev komitesinin kararlı tutumuyla kalıcı bir zafer sağladı.

Halayların ve zılgıtların ardından taraflar anlaştı. Ücret düzenlemesi yapıldı, zamlar planlandı. 2027’ye kadar geçerli olacak sözleşme ve sektörün ilk ve en kapsamlı sözleşmesi olarak kayda geçti.

GÜNDE 2 MİLYON PORSİYON DÖNER YENİYOR…

Kebap, şavarma, gemüse ya da kapsalon… Döner yalnızca bir sokak lezzeti değil; Almanya’nın en bilinen kültürel simgelerinden biri. 1970’lerde Berlin’deki “misafir işçilerin” elde yiyerek tanıttığı bu yemek, Alman mutfağının vazgeçilmezleri arasına girdi. Bugün Almanya’da günde yaklaşık 2 milyon porsiyon döner yeniyor; bu yaklaşık 660 ton ete denk geliyor.

DÖNER PAZARININ HACMİ…

Döner aynı zamanda büyük bir ekonomi: Almanya’daki döner pazarının yıllık hacmi 2,4 milyar avro civarında. Avrupa genelinde, çoğu aile işletmesi olan ve göçmenlere ait dükkânlarda yaklaşık 60 bin kişi çalışıyor. Dönerin sektördeki en görünür rakiplerinden biri McDonald’s şubeleri.

Almanya’daki fast food zincirlerinde genellikle toplu iş sözleşmeleri, iş bölümü ve meslek sınıflandırmaları var. Dönerciler ise istisnaydı; koşullar daha emek-yoğun ve daha güvencesizdi, Döner Kebap Grevi’ne kadar.

DÜŞÜK ÜCRET, DÜZENSİZ VARDİYA…

Göçmen patronların göçmen işçileri istismar ettiği örneklerde düşük ücret, düzensiz vardiya ve kuralsızlık sık gündeme geliyordu. Birtat grevi, ücret adaleti talebini yalnızca fabrika bahçesine değil, ülke gündemine de taşıdı. Sendika, anlaşmayı “bir dönüm noktası” olarak nitelendirdi. İmzalanan sözleşmenin etkisinin fabrikadan büfelere kadar uzanması bekleniyor. Almanya kamuoyu, bu millî yemeği üreten işçileri yalnız bırakmayacak gibi görünüyor.

“DÖNERFLASYON”

2024’te dönerin ortalama fiyatı 5 avrodan 7 avroya yükseldi; ekonomi sayfaları buna “Dönerflasyon” dedi. Tepkiler artınca bazı siyasetçiler “Döner-Preisbremse” (fiyat freni) vaadini gündeme getirdi. Şansölye Olaf Scholz tartışmaya TikTok videolarıyla katıldı. Scholz, İstanbul ziyaretinde yanında “diplomatik jest” olarak döner getirdi. Almanların döneri ne kadar sahiplendiğinin daha açık bir ifadesi zor bulunur.

Avrupa ve Kuzey Amerika’da gıda sektörü, kırılgan emek ile yüksek kârlılığın kesiştiği noktada duruyor. ABD’de Starbucks gibi markalarda işçiler, düşük ücretler ve güvensiz koşullara karşı büyük grevler düzenledi. Bu grevlerin öncüleri çoğu zaman göçmenler ve ayrımcılığa uğrayan kesimlerden gelen işçiler oldu.

GÖÇMEN EMEĞİ…

Döner Kebap Grevi, Almanya’da göçmen işçilerin yarattığı geleneğin bir parçası. 1973’te Köln’deki Ford fabrikasında yüzlerce “misafir işçi” işten çıkarmalara ve ayrımcılığa karşı fiili bir grev düzenlemişti. Filmlere ve kitaplara konu olan bu yasadışı grev bir direniş mirası yarattı.

Döner Kebap Grevi, bu mirasa sahip çıkarak Alman ekonomisindeki göçmen emeğini ve ayrımcılığı hatırlattı.

Bir popüler kültür ürünü olarak dönerin şöhreti, çalışma koşulları ve ücret artışı gibi konuların daha çok konuşulmasını sağladı.

Bir zamanlar Almanya’da çok kültürlülüğün ve “başarılı entegrasyonun” simgesi sayılan döner, işçilerin hak arayışının da simgesi oldu.

Artık herkes biliyor: Döner tezgâhının arkasında bir emekçi var ve o emekçi yalnız değil.

(İLKE TV – Kıvanç ELİAÇIK – 25.10.2025)