Yolun iki tarafına adeta bir kolye görüntüsünde düzenli aralıklarla dizilmiş; bakımlı, temiz, ağaç ve çiçeklerle çevrelenmiş çift katlı evlerin şık görüntüsünü bozan tek şeyin sokağa attığım küçük bir izmarit parçasının olduğunu anlamanın utancıyla, yüzüme yerleşen kızarıklığı hissettim ve hızla izmaritimin yanına giderek yerden aldım, aynı hızla çantamdan çıkardığım bir kâğıt parçasına sardım… Daha sonra bulacağım bir çöp kutusuna atmak üzere avucumun içine sakladım. Arabaya binerken, sanki cinayet işlemiş bir katilmişim gibi yerden kaldıramadığım gözlerimin ucuyla “acaba bir gören olmuş mudur?” diye düşünüyor, etrafı inceliyordum.
Stella Aciman
Yıllar önce uzunca süre kaldığım bir Almanya seyahatimde, bulunduğum şehrin, oturduğum sokağın temizliğinden o kadar çok rahatsız olmuştum ki, içtiğim sigaranın izmaritini sokağa atmış, ayakkabımla ezmiştim. Evinde kaldığım arkadaşımın garajdan arabasını çıkartmasını beklerken, evin bahçe duvarına yaslanarak, sokaktaki tek çöp olan izmaritimi izlemeye başladım. Yolun iki tarafına adeta bir kolye görüntüsünde düzenli aralıklarla dizilmiş; bakımlı, temiz, ağaç ve çiçeklerle çevrelenmiş çift katlı evlerin şık görüntüsünü bozan tek şeyin sokağa attığım küçük bir izmarit parçasının olduğunu anlamanın utancıyla, yüzüme yerleşen kızarıklığı hissettim ve hızla izmaritimin yanına giderek yerden aldım, aynı hızla çantamdan çıkardığım bir kâğıt parçasına sardım… Daha sonra bulacağım bir çöp kutusuna atmak üzere avucumun içine sakladım. Arabaya binerken, sanki cinayet işlemiş bir katilmişim gibi yerden kaldıramadığım gözlerimin ucuyla “acaba bir gören olmuş mudur?” diye düşünüyor, etrafı inceliyordum. İşte o gün “çöp” ün ne olduğunu, hayatımızı ne kadar kötü etkilediğini öğrendim ve bir daha asla hiçbir yere ufacık bir kâğıt parçası (ki doğa yokedebilir) dahi atmadım, atan birini gördüğümde de nazikçe uyardım.
BİR GEZİNTİ
Şimdi; güzel, hüzünlü Kıbrıs’ımızda kısa bir gezintiye çıkalım hep beraber... Girne’den, arkamızı engin denize dönerek yola düşelim. Allah’ın bizlere sunduğu güzelliklerden biri olan, kollarıyla üzerimize eğilen ağaçların altlarında naylon torbalar, meşrubat şişeleri, yemek artıkları bizi karşılar. Başınızı mavi gökyüzüne doğrultursunuz hemen... Çünkü yaptığınızın ayıp, günah olduğunu bilirsiniz ve utancınızı görmezden gelmeyi tercih ederek gökyüzüne sığınırsınız. Ama ne bu görüntüden ne de bu utançtan kurtulmak mümkün değildir. Aynı sefil görüntü memleketimizin her köşesinde bizleri bir kâbus gibi takip eder.
Bahar gelir, belediye anayolları ortadan bölen refüjlere, meydanlara hummalı çalışmalarla fideler ekmeye başlar. O yeşilliklerin büyümesini,
MUTLULUK VE UTANÇ
Güzel evler inşa eder, şık eşyalarla döşer, ama kapılarımızın önüne bir çöp bidonu almaktansa naylon torbalara doldurduğumuz çöplerimizi doğada bulduğumuz bir ağacın altına, bir arsanın yeşilliklerinin içine, hatta yanıbaşımızda bizlerin nefes almasını sağlaması için ağaçlarla bezenmiş bir parka atmakta hiçbir sakınca duymayız. Şık giysilerimiz içinde salına salına gezerken yediğimiz yiyeceklerin torbasını iki adım ötede duran çöp bidonuna atmaktansa yine bir delik bularak bırakırız. Son model arabalarımızın üzerinde bir toz parçası bulamazsınız, içleri tertemizdir, çünkü içinde içtiğimiz meşrubatların kutularını araba hareket halindeyken camı açar, yol kenarına fırlatırız.
İşçileri seyrederim evimin balkonundan zaman zaman... Ellerinde büyük torbalar, yolların kenarlarında birikmiş
ÖĞÜTEMİYORUM
Doğa bizlerden güneş ister... Su ister, bakım ister… En önemlisi ise sevgi ister. Bizlerse onun bu basit isteklerini görmezden gelmeyi tercih eder ve ona çöpleri hediye ederek yaşam haklarını engelleriz. Hâlbuki duyabilen için canı çok yanan doğa çığlıklar atıyor. “Sadece benden aldığınızı bana verin... Kabulümdür, ama bünyem ne tenekeleri ne naylonları öğütemiyor, beni öldürüyorsunuz...” diyerek.