“Ben o dönemde eşdeğer yasasına şiddetle karşı çıkarak ‘koçan verilemez’ dedim”

Dr Filiz Besim


…12 Şubat 1977'de tekrar başlayan görüşmelerde bu kez Denktaş'la Makarios bir araya geldi. “Yüksek seviyedeki anlaşma” (High Level agreement) diye adlandırılan bu anlaşmada, daha sonraki bütün görüşmelerin temelini oluşturan o meşhur 4 maddelik metin imzalandı. Bu görüşmede BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim da hazır bulundu. Neydi bu maddeler:

"1.Kıbrıs'ta iki bölgeli, iki toplumlu, bağımsız ve bağlantısız, "Federal bir Cumhuriyet" kurulacak.
2.Her iki toplumun yönetimine bırakılacak topraklar, ekonomik yeterlilik veya verimlilik ve toprak mülkiyeti esaslarına göre müzakere edilecek.
3.Dolaşım ve yerleşim özgürlüğü ile mülkiyet hakkı (Üç özgürlük)görüşmeye açık olacak ama iki toplumlu bir federal sistemin gerekleri ve Kıbrıs Türk Toplumu için ortaya çıkabilecek güçlükler göz önünde bulundurulacak.
4.Merkezi devletin yetkileri, ülkenin birliğini ve devletin iki toplumlu özelliğini dikkate alarak düzenlenecek."

1976 sonunda Ümit Süleyman Onan Türk tarafında görüşmeciliğe atandı ve Kurt Waldheim başkanlığındaki 5. Viyana Toplantısı'na katıldı. Ekip başı olan Sayın Onan'dan başka bu ekipte Necati Münür Ertekün ve Rüstem Tatar da vardı. Karşı tarafta artık Tassos Papadopulos'du. Bu toplantıda Denktaş'la Makarios'un antlaşmalarında aldıkları karara göre; Türk tarafı anayasa, Rum tarafı da harita sunacaktı. Ancak, 31 Mart 1977'de başlayan 6. tur Viyana görüşmelerinde, Rumlar adanın %20'sini Türk tarafına bırakan bir harita getirdi. Harita iki bölgeli değil, Karpaz'ın Rumlara kaldığı üç bölgeliydi. Bu haritada Güzelyurt da Rumlara kalıyordu. Bu haritada daha önce üzerinde anlaşılan Türklerin güvenliği (“Security”) ile ilgili durum yoktu. Türklerin iktisadi kalkınmasını sağlayabilecek yeterlilikte toprak ve iki kesimlilik (bizonal) da yoktu. Bunun üzerine Onan, Waldheim'a “ Sayın Genel Sekreter, Denktaş'ın Makarios'la karara vardıkları toplantıda bu konular vardı ve kati olarak kabul edileceği zabıtlara geçti. Siz de tanıktınız. Hatta Türk tarafı olarak, güvenlik ve iki kesimlilik yoksa anlaşma yapamayacağımızı da söylemiştik” dedi. Bunun üzerine, Waldheim, Papadopulos'un tüm ısrarlarına rağmen bu şartların daha önceki antlaşmada olduğunu, Türklere söz verildiğini ve kendisinin şahit olduğunu ısrarla vurguladı ve konu zabıtlara geçti. Bu maddeler aslında daha önce Makarios'un “ben güç bir durumdayım.” deyip de imzalamak istemediği şartlardı. 2 gün boyunca anlaşma olmadan devam eden görüşmelerde, Türk ekibinin Türk tarafıyla telefon irtibatı yoktu. Hâlbuki Rumlar rahatlıkla kendi taraflarıyla konuşuyorlardı. İtirazlar sonucu Türk tarafına da telefon irtibatı sağlandı.

Bu toplantıda ilginç bir olay daha yaşandı. 3 Türk- 3 Rum'dan oluşan ekibi Waldheim gece yemeğe götürdü. Orada Rumların sundukları haritayı beğenmediğini, Türklerin harita konusunda haklı olduğunu Papadopulos'a söyledi. Bunun üzerine Papadopulos bu haritayı Makarios'un çok güvenilir iki tapucuya yaptırdığını söyledi. Waldheim “Bu antlaşmaya uygun değil” dedi ve ekledi “ben biliyorum ki, bu haritayla ilgili olarak Makarios Callahan'a (İngiliz Dışişleri Bakanına) ve İsveç başbakanı Olaf Palme'ye (sonradan suikasta kurban giden) %26 ve ABD Dışişleri Bakanı Kissinger'e de %28 teklif etti.”dedi. Bu haberden sonra toplantının üçüncü gününde Kıbrıs'tan gelen haber, Makarios'un hastalandığı idi. Bunun üzerine Viyana toplantısında netice alınmadan Kıbrıs'a dönüldü. Ümit Süleyman Onan ve Tassos Papadopulos, özel temsilci Perez de Cuellar eşliğinde görüşmelere Kıbrıs'ta devam etti. Anayasa, güven artırıcı önlemler, toprak konusu ve Maraş başlıca konulardı. Ancak bu görüşmelerden hiçbir sonuç çıkmadı. “Gali'nin Güven artırıcı önlemler paketinde büyük fırsat kaçırıldı…”

Yakın tarihimizin yapraklarını hep birlikte çevirmeye devam ediyoruz. Bazen atlıyoruz sayfaları, bazen de sadece kıyısından dokunuyoruz. Hepimize dokunan derin iç yaralarıyla dolu olsa da  bu tarihi bilmek, tanımak zorundayız; çocuklarımıza bırakacağımız tarihimizin yazılmasına katkı koyanları…
Hani kendi padişahlarımızı…
Dışarıda bunlar olurken içerde durum neydi? Biliyorum ki 1970-1973 arası ve sonra da 1981'e kadar Mecliste hukuk komitesi başkanıydınız. Güneyden gelenlere; eşdeğerlerine karşılık koçan verilmesi kararını nasıl değerlendirmiştiniz?
“Ben o dönemde eşdeğer yasasına şiddetle karşı çıkarak “koçan verilemez” dedim. İsrail'i örnek gösterdim. 1948'de Filistinliler savaş nedeniyle evlerini terk edince, İsrail Hükümeti bu evleri tapu vermeden sembolik bir rakamla kiralamaya başladı. Ben, göçmenlere ev verilmesine karşı değildim ama “Koçan konusunda yanlış yapıyorsunuz, başımıza iş açacaksınız” dedim. O dönemde başsavcı Oktay Feridun da karşı görüş bildirdi. 10 kişilik komisyon bu yasayı görüşmeyip, meclis başkanına iade ettik. Daha sonra hukukçular dışında bir komite kuruldu (ATOK). Başkanı Dr. Şemsi Kazımdı. Komitedeki Ziya Rızkı, Orhan Kahya ve güneyden gelen başka isimler de; “biz güneyde çok mal bıraktık, koçan isteriz” diye ısrar ettiler. Biz, “sadece dünyanın kabul edeceği normlarda olması için uğraşıyoruz, bu şekli hukuka aykırıdır” dedikse de güneyden gelenlerin de ısrarıyla toplumdaki demagojik hava devam etti ve 1977'de 'eşdeğer mal yasası' geçerek koçanlar verildi.”
Konudan konuya atlıyoruz ama 1964'lü yıllarda sizin de eviniz bombalanmıştı. Bu konunun aslı nedir?
Ümit Bey, gülümseyerek anlatmaya başlıyor bu olayı. “O günlerde 1963 olaylarından sonra göçmenler vardı. Bu insanlar başka Türklerin evlerinde kalıyordu. Biz atanan üç kişilik ekip; ben, Dr. Niyazi Manyera ve Mithat Berberoğlu göçmenlerin, ev sahiplerine küçük bir miktar kira ödemesine karar verdik. Kararı oy birliğiyle aldık. Kararın gecesi üçümüzün de evinde bombalar patladı.”

 

Yarın devam edecek