Belgeceilik ya da belge saklama adeti; maalesef eski yıllarda Kıbrıslı Türklerin üzerinde durmadıkları, “gereksiz” gördükleri şeylerdi. Öyle ki; evden çıkan cenaze ardından sokağa atılan nice yazılı evraklar da olmuştur, anlatılanlara göre. Böyle olunca da, “belge saklama” eksikliğimiz, bilgisizliğimiz; geçmişle ilgili bilgi edinme, yorumlama ve günümüz için bir kaynak teşkil edecek materyallerden yoksun olmamıza neden olmuştur. Bu “kültüre” sahip bazı insanlarımızın dedelerinden-ninelerinden saklayıp günümüze taşıyabildikleri materyaller ise bir altın değerinde.
Yazılı belgenin en az önemi kadar bir başka önem taşıyan belge nitelikli materyal de “belgesellerdir”.
1995-97 yıllarında; yazılı araştırmacılık tutkum git gide görsel veriye de kaymakta olunca, söz konusu dönemlerde BRT-Tv’de “kısa belgeseller” yapmaya başladım, programlarım arasında kullanılmak üzere.
Aklımda kalanların başında; “Gümüş Çerçeve” isimli ve eski müzik insanlarımızı konu alan fotoğraf-anlatım destekli yapımlardı.
2006 yılının son ayları; benim için bu konuda dönüm noktamdı.
Kendi alanlarında Kuzey’de derleme çalışmaları yapan Şevket Öznur ve Altay Burağan, ardından Mahmut İslâmoğlu hocamızla birgün, Güney’de kalan yerleşim yerlerimizi görmeye ve çekim yapmaya karar verdik. Doğrusu bu kadar uzun zaman ve bu boyutta olacağını ilk günlerde düşünmemiştik.
İlk çekimlerimizi Köfünye’de yaptıktan sonra bunun geniş çaplı bir projelendirilmesi gerektiğini konuşmuş ve kendimize şöyle bir yol çizmiştik: Güney’de kalan “salt” ve/veya “iki toplumlu” köy ve kentlerimizin çekimlerini, anonslar ve bilgiler eşliğinde yapmak.
Böyle bir ana fikir oluşunca iş bölümü de yapılarak “haftada bir”, önceden planlanan köylere, kendi arabamız ve imkânlarımızla gidilmeye başlandı.
Kim derdi ki 3 yıl boyunca belki 3-4 haftalık eksikliklerle her hafta çekim için Güney’in yollarını tutacağımızı... ama öyle oldu ve yol geçmeyen yerlerde arabamızı derelerden geçirdik, kâh yürüdük en ücra tepelere kadar. Ne yaz ne de kış dedik.
Peki neydi bizi buna yönlendiren?
Birinden maddi destek alsak da bu işi yaptık desem, öyle bir şey olmadı ki. Benzinimizi bölü-4, yemeğimizi bölü-4 yaparak 3 yıl boyunca ne Baf köyleri dedik, ne de Limasol, Larnaka, Lefkoşa köy ve kasabaları.
Bir kez fanatiklerce asabımız bozuldu, bir-iki kez de arabamızın üzerine başka arabalar sürüldü. Ama 3 yıl boyunca öyle iyi niyetli ve misafirperver, bizler gibi göçmen olan Kıbrıslı Rumlarla tanıştık ki, onların yaşadıkları ve anlattıkları ayrı bir “sözlü tarih” belgesel niteliğindedir.
Evet o zaman neydi derdimiz?
Aslında bu topraklara, geçmişine, yaşanmışlıklarına sorumluluk duymak ve zamana bunları terk edip unutmak yerine, “belgeleme” niyetinden başka birşey değildi.
Herşeyi bir kenara bıraksam, kendi adıma şunu söyleyebilirim ki; bu ada’da yaşayan biri olarak gittiğim köyleri, öğrendiğim yerleri, böyle bir amaç ve dürtü olmasa “asla” öğrenemeyecek-göremeyecektim.
Tam tamına 150 yerleşim yerini kayıt altına aldık. Eminim ki böylesi bir görsel belge; devletin elinde bile yok. Zaten kimin umurunda!
Ama gerek; “İzler Silinmeden 1” için 25 köyümüzü montajlarken, gerekse bugünlerde satışa sunduğumuz “İzler Silinmeden-2”de yer alan 25 köyümüz olsun, bunları izlerken tek söylediğim şey; “iyi ki yapmışız...” oldu. Çünkü her geçen gün şu ya da bu sebeple mekanlar yok olmakta, toprak üzerine başka yapılar yükselmekte ve o eski doku ve kültür gitgide yok olmaktadır. Aynı şey bu taraf için de geçerlidir maalesef.
Daha elimde yaklaşık 100 yerleşim yerinin kayıtları var, montaj-proje-katkı bekleyen. “yiğidi öldür ama hakkını ver” diyerek; Kültür Dairesi’nin maddi katkısı olmasaydı, ne “İzler Silinmeden –1” ne de “...2”, kitap-DVD Belgesel olarak basılamaz, meraklılarına ulaştırılamazdı. En azından bizden başka duyarlı insanların var olduğunu da görmek sevindirici...