BEDEL

Ayşemden Akın

 

Güneyden kuzeye göç ettiğinde 42 yaşındaydı. Kucağında on aylık oğlu, eteğinde yedi çocuk vardı. Denktaş’ın peşine düşmüş canlarını kurtarmanın derdindeydi. Baf’ta tarlalarını eker biçer kimseye muhtaç olmadan yaşarlardı. Rum komşularından aydındığını da kimse duymamıştı.

İki göçün sonunda sekiz çocukla içine girmekten ürperdiği bir eve yerleştirildi. “Burası sizin” demişlerdi ama bu evde kendilerine ait hiçbir şey yoktu. Duvarlarda asılı fotoğraflarda tanıdık arıyordu ama yoktu. Kimdi bunlar? Neredeydi şimdi bu insanlar? Geri gelecekler miydi? Ya kendisi, bir gün terlikle çıktığı evine geri dönebilecek miydi? Duvarlarda bıraktığı fotoğraflarına bir gün kavuşacak mıydı?

Olsun, “burası sizin” demişlerdi ona ve bu duruma alışmak evsiz olmaktan iyiydi. Fotoğrafları indirerek başladı işe. Bu konuşan duvarları sahiplenmenin başka yolu yoktu çünkü. Uzun zaman boş kaldı duvarlar ve uzun yıllar sürdü o evin ‘bizim’ olması.

Güneyde bıraktığını kuzeyde alamamıştı ama çocuklarının canı sağdı ya bu ona yetti. Rum’dan kalan otellerde çalıştı. Gerçekten bir emekçiydi, gece gündüz demeden iki üç işte birden çalıştı. Üç kuruş yevmiye ile sekiz çocuk büyüttü. Çocuklar büyüdü ve elleri iş tutacak yaşa geldi. Bu arada ‘Denktaş Düzeni’ semirmiş, ayrıcalıklılar ihya olmuştu. Ama onun çocuklarına devlette iş yoktu, aş yoktu çünkü oğullarından biri CTP’ye üye olmuştu.

O sıralar kızlarından biri öğretmeninin ısrarı ile polis sınavına girdi. Kız heyecanla sınava hazırlanmış ve başarıyla sınavdan çıkmıştı. Polis olacağı hayaliyle ertesi günkü görüşmeyi beklemişti. Mülakatta karşısına dikilen ‘Denktaş Düzeni’, kendisinin başarılı olduğunu ancak abisinin solcu olması nedeniyle asla devlette çalışamayacağını söylemişti. Günlerce ağladı, abisinden nefret etti, onu suçladı.

Kardeşler her devlet kapısını çaldığında abilerinin ‘durumu’ nedeniyle reddedildi. Bu durum sonunda en küçük oğulun canına tak etti. Tası tarağı toplayıp İngiltere’ye gitti. Hala her gün ama her gün, ilk günkü gibi, ‘Denktaş Düzeni’ne söver ve bir gün evlatlarıyla ülkesine döneceği günün hayalini kurar. Biliyorum o da çekip gitmek zorunda kaldığı için kırgın geride kalanlara ama vatanı yeniden birleştiği gün geri dönecek, onu bekliyor biliyorum.

Hani geçen günlerde oğul Denktaş dedi ya, “Denktaş soyadının bedelini ödedik, ödüyoruz” diye… Benim aklıma elli yıldır bedel ödeyen kendi ailem geldi. Bir oğul Denktaş’a baktım, bir bize olanlara. Kimdi gerçekten bedel ödeyen?

Şimdi baba Denktaş’ın dağıttıkları bitti, askerin zapt ettiği yerler sessiz sedasız dağıtılmaya başlandı. Listede yine Denktaş ve UBP-DP eşrafı var. Adalet dediğin bu memlekette böyle dağıtılır. Ne de olsa bu korsan devleti kuranlar bu uğurda büyük bedeller ödedi (!), belli ki daha ödemeye de devam edecek (!).

Hayatın boyunca saray oğlanı olarak yaşadın oğul Denktaş... Bu yüzden bu lafı ederken yüzün hiç ama hiç kızarmadı.