Batıbay’ın görüşleri üzerine

Asım Akansoy

Emekli Büyükelçi Sn Daryal Batıbay’ın 3 Kasım 2020 tarihli, Fikir Turu internet sitesinde yayınlanan yazısı, Kıbrıs sorununda yeni sürecin değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Deneyimli diplomat, Konferansta tarafların olası tutumunu değerlendirirken, bizim de bugüne kadar çizdiğimiz genel çerçeveye ve olası risklere işaret etmektedir. Batıbay, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres için “iki toplumlu iki bölgeli federasyon temelinde çözüme yönelik yöntemleri belirleme amacıyla hareket edecektir. Çünkü iki toplumlu iki bölgeli federasyon temelli bu formül, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin çeşitli kararlarıyla Kıbrıs’ta çözüm formülü olarak kabul edilmiş ve hatta böyle bir çözümün temel parametreleri dahi belirlenmiştir (İki toplumun federal her düzeyde etkin katılımı, federal anayasanın ancak her iki toplumun onayı ile değiştirebileceği, vb.).” diyor.

Türkiye ve KKTC’nin iki devlet formülünü ortaya atması durumunda “…BM’nin ve genel olarak uluslararası toplumun yıllardır destek verdiği çözümü artık reddeden taraf olarak görülmesine yol açacaktır. Böyle bir algı, Kıbrıs sorununun çözümsüz kalmasının sorumluluğunu Türk tarafına yükler ve Annan Planı’nı reddeden ve 2017’de İsviçre’deki müzakere sürecini terk eden Rum tarafının işini kolaylaştırır. İki toplumlu iki bölgeli federasyon temelindeki uzlaşmazlığının sorumluluğunun Rum tarafında olduğunun üstünün örtülmesini getirir, dahası Rum propagandasına malzeme sağlar. Türkiye’nin Batı ile mevcut sorunlarının artmasına neden olur.” diye ekliyor.

Batıbay çok açık bir vurgu yaparak “Yeni konferansa giderken bilinmesi gereken temel veri şudur: İki devlet formülünün ne Rum yönetimi ne de BM ve Yunanistan ile İngiltere tarafından kabul şansı bulunmamaktadır.”

Bu noktada “Kıbrıs Rum tarafının yetki paylaşımı ve siyasi eşitlik konularında uzlaşıya yanaşmamasının gerekçe gösterilerek”,  BM’nin ilgili Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, sonuç odaklı ve zaman sınırlaması olan bir müzakere için Kıbrıslı Rumların siyasi iradesinin bu kez olup olmadığının sorgulanması gerektiğini belirtiyor ve :  “Ancak, bu müzakereye girişmek için, iki toplumlu iki bölgeli federasyon temelindeki müzakereler sonuçsuz kaldığı takdirde, Avrupa Birliği şemsiyesi altında Kıbrıs’ta iki devletin varlığının ilke olarak peşinen kabulü şarttır. Zira Türk tarafı 43 yıl daha sonu gelmeyen müzakerelerle zaman kaybetmeyi ve Rumların neden olduğu çözümsüzlüğün sonuçlarını kabul etmeyecektir.” diye bir değerlendirme yapıyor.

Batıbay,  “Rum Yönetimi’nin ve Yunanistan’ın müzakereleri böyle kısa bir son tarih ve özellikle KKTC’nin statüsüne ilişkin ön koşulla reddedeceği kuşkusuzdur. Ancak, somut sonuca varamayacak olsa da konferans, iki toplumlu iki bölgeli federasyon temelinde sonu gelmeyen müzakere süreci yoluyla artık Ada’da statükonun sürdürülemeyeceğini tescil edebilecektir. Statükonun sarsıntıya uğraması, Rum tarafını da yeni değerlendirmelere yönlendirebilir.” diyerek yazısını sonlandırıyor.

Herkesin dilsizleştiği, her şeyin sloganlaştığı, içeriğe ve yönteme yönelik tartışma yapmaktan uzaklaşıldığı şu dönemde, değerli diplomatın görüşlerini düşünsel tartışma bağlamında önemli buluyorum. Ancak kendisinin de çok şüpheyle baktığı, bu olamayacak strateji ile yeniden belirsizliğe boğulmanın ve Kıbrıslı Türk toplumunu çok uzun yıllar zor durumda bırakmanın bir anlamı var mı ? Bu tür bir yaklaşım gerçekten hakim statükoyu sarsar mı yoksa, var olan acı bölünmüşlüğü, Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonları aynen devam mı ettirir?

Hepimizin çözüm odaklı bir yaklaşım ile belirsizlik ortadan kalksın dediği Kıbrıs sorununda “sonuç odaklı” olmanın temel koşulu, “karşılıklı kabul edilebilir” bir düzenlemenin olması gerektiğidir. Bu noktada, Kıbrıslı Türk toplumunun özellikle siyasi eşitlik konusundaki haklı duruşu karşısında, Kıbrıslı Rumların toprak ve mülkiyet rejimi yanında, Crans Montana’daki yapıcı yaklaşımla güvenlik boyutunun da öne çıkarılması, açıklıkla konuşulması gerekmez mi? Gerek Kıbrıslı Rum toplumuna gerekse Liderliklerine.

Dolayısıyla Kıbrıslı Rumların da doğrudan işiteceği bir kamu diplomasisinin çok etkili olacağı da düşünülebilir.

Başarısızlık durumunda KKTC’nin AB altında iki ayrı devlet olarak yer alması elbette bir ön koşuldur ve kabul edilecek bir öneri değildir. Bu aynı zamanda bir dayatma olur. Bu, Kıbrıslı Rumların ötesinde uluslararası camianın alacağı tutum ile ilgili bir konudur diye düşünmekteyim. Eğer amaç, maksimalist bir siyaset ile, zaman kazanmak, durumu ötelemek yeni belirsizlikler yaratmak değil de, adil ve kalıcı bir çözüme ulaşmaksa, BM Güvenlik Konseyinin ilgili kararları çerçevesinde yola çıkılması ve bu çerçevenin tartışılmaya açılmaması gerekir. Bu noktada takvimlendirilmiş ve sonuç odaklı bir müzakere sonunda ulaşılacak referandumda, yine Kıbrıslı Rumlardan kaynaklanan, çözümü reddetme durumu doğmasını önlemek veya seçmenin sonuçlarını bilerek oy kullanmasını sağlamak adına, referandum metninde düzenleme yapılmalıdır. Nasıl ki 24 Nisan 2004’de çözüm ve AB üyeliğini oyladık, bu kez de ya çözüm ya da reddedilmesi durumunda, BM Güvenlik Konseyinin Kıbrıs Türk toplumunun geleceğine dair, tatmin edici bir düzenlemeye gitmesi önceden bağlanmalıdır.

Bu durumda iki ayrı devlet veya egemen eşitlik gibi, BM bağlamından, uluslararası hukuktan köklü bir kopuş ile yeni maceralara kapı açılmaz.

***

Doğrusu, tüm bu değerlendirmelerin Sayın Tatar tarafından bir karşılığı var mı, bilmiyorum. Kendisi ne yazık ben yapacam ve olacak, siz de peşimden geleceksiniz diyor.

Biz de, dahil olmadığımız ve ortak akıl geliştirmediğimiz hiçbir noktada sizin macera dolu siyasetinize ortak olmayacağız diyoruz.  Kıbrıslı Türk toplumuna yapılacak bir siyasi şantajı hem deşifre edeceğiz, hem de reddedeceğiz. Çünkü oynanan oyun Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığı ile ilgilidir. Bunun çok iyi bilincindeyiz.