Batı Ülkeleri Savaş İçin Sıraya Girerken

İbrahim Özejder

• Batılıları iki yüzlülükle suçlayalım  ama anti-savaş birikimlerini de inkar etmeyelim

Batı’nın ağababaları Suriye’yi bombalamak için sıraya girdi. ABD zaten bombalıyordu, sırasıyla Fransa ve İngiltere’den sonra Almanya da kervana katıldı. Batı-savaş ilişkisi çetrefilli bir problem olarak karşımızda duruyor. Bazen onları ikiyüzlülükle suçluyoruz -ki gerçeklik payı vardır; bazen de barış girişimlerini övüyoruz-ki gerçekten iyi işler yapıyorlar.

Savaşlara halklar karar vermez ama savaş için halkın önemli bir kesiminin onayının alınması gerektiğini de biliyoruz. Sorgulanması gereken halkların nasıl olur da savaşa, bombaya, ölüme onay verdiğdir.

Bir başka şekilde söylersek Amerikalılar, Fransızlar, İngilizler ve Almanlar arasında “bizim Suriye’de ne işimiz var” diyenler çıksa da yeterli bir çoğunluğun IŞİD’e yönelik bombardımanı desteklediği de bir gerçektir. Halbuki bu ülkelerin halkları, milyonlarca insanın öldüğü ll. Dünya Savaşının acısını çekmiştir ve önemli bir anti-savaş kültürüne de sahiptir.

Kitlelerin savaşa nasıl ikna edildiği ve medyanın nasıl bir rol oynadığı önemli bir meseledir ama biz işin diğer boyutuna dikkat çekmek istiyoruz:

Amerikalı, Fransız, İngiliz ve Almanları birbirleriyle savaşmaları gerektiğine bugün ikna edebilir misiniz? Batı Avrupa ülkelerinde giderek güçlenen aşırı milliyetçileri bile başka bir Avrupalı devletle savaşa kolaylıkla ikna etmek mümkün değildir.

Öte yandan biliyoruz ki Suriye’de, Ortadoğu’da ve bütün dünyada aslında bu ülkelerin çıkarları çatışıyor. Savaşta ve savaş sonrasında doğacak olanaklardan pay almak için sıraya giriyorlar.

Burda iki önemli noktaya vurgu yapmak gerekir. Birincisi, Ortadoğu’daki savaşın bir paylaşım savaşı olduğunun gizlenebilmesi. İkincisi, Batı’nın öncü gücü olan ülkelerin halklarına, kendi aralarında bir savaşın kabul ettirilmesinin zorluğu.

İkinci noktayı anlamanın savaş karşıtlığı açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Batılı ülkeleri ve bu ülkelerin insanlarını, dünya sorunlarını ele alışlarında iki yüzlülükle ne kadar suçlarsak suçlayalım, sahip oldukları anti-savaş birikimini inkar edemeyiz.

İkinci Dünya Savaşında büyük acı yaşayan Avrupa’da, bir daha ayni acıların yaşanmaması için çok yönlü ve çok yoğun çalışmalar yapıldı(hala daha yapılıyor). Halkların çok ciddi bir anti-savaş (ve anti-faşist) kültürüne sahip olduğunu gözönüne almamız gerekiyor. Bu nedenledir ki Batılı devletlerin egemenleri, çıkar çatışmalarını, halklarını savaştırma noktasına getiremiyorlar.

Anti-savaş kültürünün nasıl oluşturulduğu bizi de yakından ilgilendiriyor. Kıbrıs’ta da geçmişte acılar yaşandı; peki “bizi artık savaştıramazlar” diyebilir miyiz? Böyle bir anti-savaş kültürümüz oluştu mu? Resmi ve gayri resmi kurumların barış kültürünün gelişmesi için yeterli çabası var mı?

Yanıbaşımızdaki ülkeler alev alev yanarken, birileri ansızın(ya da yavaş yavaş) “bizim de Rumlarla savaşmamız gerekir” derse bunun gerekçelerini rahatlıkla kabul mü edeceğiz? Yoksa ne sebeple olursa olsun savaşı “saçma” görüp, karşı mı çıkacağız.

Yoksa, Kıbrıs’ta savaşı Rumların çıkardığını, bizim her zaman barıştan yana, Rumların ise savaştan yana olduğunu söyleyerek avunacak mıyız? İşte anti-savaş kültürüne ne kadar sahip olduğumuz bu ve benzeri sorulara vereceğimiz yanıtlarla ortaya çıkar.

-------------------------------------------------------

Bekir Azgın’ın ELAM Haberleri Uyarısı

Köşemizde, 23 Kasım 2015 tarihinde “Barış (gazeteciliği) hemen şimdi” başlığıyla yayınlanan yazımıza, Sayın Bekir Azgın’dan katkı geldi. Aynen yayınlıyoruz:

Sayın Özejder,

Barış gazeteciliği ile ilgili yazınızı okudum. Genel olarak görüşlerinize katılmamak elde değil. Ancak bir noktayı dikkatinize getirmek istiyorum:
ELAM örgütünün olayları düzenlediğinden veya olaylarda başı çektiğinden eminmişiniz gibi bir anlam var yazıda. Ne var ki ELAM olaylarla bir ilgisi olmadığı yönünde açıklama yaptı. İnanalım mı, inanmayalım mı? Bize kalmış bir şey. Ama bu konuyu ele alırken öteki ihtimale de açık kapı bırakmak gerekmez mi?

Geçmişteki deneyimlere bakılarak özellikle bizim gazeteciler olaylardan ELAM’ı sorumlu tuttular. Daha sonra da yanıldıklarını dile getirerek hatalarını düzeltme yönüne gitmediler. Ne zaman gittiler ki? Gazetecilerimiz ne yazık ki özür dilemenin bir büyüklük olduğunu henüz anlamış değillerdir.

Rum basınından izlediğim kadarıyla bu defa ELAM haklı olabilir yani olaylarda taraf olmama ihtimali yüksek görünüyor. Tutuklanan 15 kişi arasında ELAM üyesi pek yokmuş gibi görünüyor. Ne var ki yaptığı açıklamada olaylarda yer almadığını ifade etmesine rağmen öteki sivil toplum örgütleri gibi olayları kınamaya dilleri varmamıştır. Zımnen şunu anlayabiliriz: “Biz yapmadık ama yapılanları destekliyoruz”. 

Barış gazeteciliğinde bu türden detaylara önem verilmesinin gerekli olduğunu herhalde siz de takdir edersiniz.

Başarı dileklerimle,

Bekir Azgın