George KUMULLİS/POLİTİS
(Çok değerli Kıbrıslırum araştırmacı-yazar George Kumullis’in “”Başpiskobos’tan savaş çığlıklarına benzer çığlıklar ve Barak MX’ten kaynaklanan tepemizde sallanan tehlikeler” başlıklı yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. POLİTİS gazetesinde 4 Ekim 2025’te Rumca olarak yayımlanan bu yazıyı, ricamız üzerine kendisi İngilizce’ye çevirdi, biz de İngilizcesi’nden Türkçe’ye çevirdik. Teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık yıldönümü olan 1 Ekim’deki askeri resmi geçit ardından Kıbrıs Başpiskobosu Yeorgios, “Milli Muhafız Ordusu’nu göçlendirmek ve böylece ülkeyi kurtarmak için ilerleme kaydetmek” yönündeki arzusunu dile getirdi.
Kıbrıs Kilisesi Başpiskoposu, Ulusal Muhafızların caydırıcı rolüne değinmiyor, ona başka bir amaç atfediyor: Türkleri kovmak! Türkler yenildiğinde, iki toplumlu devletin ortadan kalkacağını ve Kıbrıslıtürkler’in azınlıkta kalacağını düşünüyor olmalı. Bu düşünceye göre böylelikle gelecekte, "bir kişi, bir oy" ilkesi uygulanacağı için, ENOSİS'i hiçbir şey engelleyemeyecek.
ERDOĞAN VE TATAR’IN PROPAGANDASINA HEDİYE!
Ne yazık ki, Başpiskopos'un açıklamaları, özellikle birleşik bir devlet hayal eden aşırı sağcılar ve safdil inananlar arasında güçlü bir yankı buluyor. Hatta Başpiskopos'un "milliyetçi coşkusundan" etkilenen Cumhurbaşkanı bile, 1 Ekim'de amacımızın işgal altındaki toprakları kurtarmak olduğunu ilan etti. En endişe verici olanı ise, bu yılki 1 Ekim resmi geçit töreninde bazı askerlerin "Karpaz'a gireceğiz" ve "Ya Özgürlük, Ya Ölüm" gibi milliyetçi sloganlar atması oldu. Erdoğan ve Tatar’ın propagandası için bundan daha büyük bir armağan olamazdı!
EZOP YAŞASAYDI…
Bu paranoyak, savaş kışkırtıcı ve ulusal açıdan tehlikeli söylem, hiç kuşkusuz Kıbrıs Cumhuriyeti'nin son zamanlarda dünyanın en gelişmiş uçaksavar sistemlerinden biri olduğu söylenen İsrail Barak MX sistemini tedarik etmesiyle daha da güçlendi. Barak MX'in gelişi, Türkiye'nin askeri açıdan Kıbrıs'la (ve hatta Barak MX’i almış olmasıyla birlikte) karşılaştırıldığında devasa bir dev olduğu gerçeğini gölgede bıraktı.
Başpiskopos ve arkadaşları, Türk subaylarının küçük Baf limanında kahvelerini keyifle yudumlamamalarının sebeplerinin askeri değil, siyasi olduğunun farkında değiller. Eğer Ezop bugün Kıbrıs'ta yaşıyor olsaydı, başka bir masal yazmak için harika bir malzemeye sahip olurdu. Türkiye'yi bir kaplan, Kıbrıs'ı ise kaplanla yan yana yaşayan bir sincap olarak hayal ederdi.
ASKERİ ÇATIŞMA DEĞİL, AKLA DAYALI DİPLOMASİ GEREK…
Ünlü efsane yaratıcısı bize günlerden birgün, sincabın başka bir hayvandan bir sapan aldığını ve kaplanın da bu sapanı kendi varlığı için tehlikeli bulduğunu anlatır. Sonunda kaplan sincaba saldırır... kolayca anlaşılabilen sonuçlar göz ardı edilir. Bu hikayenin ahlaki sonucu şudur: Küçükken ve dev bir komşuyla olan ilişkiniz çöküşün eşiğindeyken, askeri çatışmaya değil, akla dayalı bir diplomasiye başvurursunuz.
Böylesi bir diplomasi, güçlü iletişim becerileri, kültürel duyarlılık, mükemmel müzakere becerileri ve stratejik düşünmenin yanı sıra dürüstlük, doğruluk, uyum yeteneği, dayanıklılık ve sabır gibi kişisel nitelikleri de gerektirir. Eğer bunlar, liderlerimizin zihnine iyice yerleşirse, Kıbrıs için çok daha güzel günler doğacaktır.
KIBRIS’IN YENİ BİR GAZZE’YE DÖNÜŞME TEHLİKESİ VARDIR…
Barak MX uçaksavar sistemi, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin hava savunmasını önemli ölçüde arttırabilir, ancak dikkate alınması gereken birçok parametre bulunuyor. Allah korusun Türkiye Kıbrıs'a saldırmaya karar verirse, Barak MX'ten kaçınmak için bunu karadan yapacaktır. Kıbrıs, asker alımıyla birlikte yaklaşık 3 milyonluk bir ordu karşısında mucizeler yaratamaz.
Kıbrıs'ın yeni bir Gazze'ye dönüşme tehlikesi çok belirgindir. Peki ölümden kaçacak kadar "şanslı" olanlar nereye gidecektir? Belki de 1922'de Küçük Asya'dan mültecilerin kaçtığı Yunanistan'a? Eğer tarih bana bir yol gösteriyorsa, bu sefalete bir de aşağılanma eklenmelidir. Elena Lagoudi, Küçük Asya Felaketi Sonrası Yunan Mültecileri adlı kitabında şöyle yazıyor: "Yerliler tarafından yabancı olarak görülen Küçük Asya mültecileri, korku, tiksinti, nefret ve iğrenme duyguları uyandırdı. Teknelere, limanlara ve ardından mülteci kamplarına tıkıştırılmış yoksulluklarının görüntüsü, 'yerliler' için iğrençti…”
KIBRIS İÇİN ÖLÜMCÜL RİSKLER…
İnternette okuduğum kadarıyla, İsrailliler tarafından kullanılacak olan gelişmiş Barak MX radarı, önemli istihbarat toplama yetenekleri de sunarak, Türk hava sahasının derinlemesine izlenmesine ve olası tehditler hakkında gerçek zamanlı güncellemelere olanak tanıyor. Türkiye, Barak MX'in bir savunma sistemi değil, sınırlarında stratejik bir rakip olan İsrail tarafından kullanılan bir saldırı aracı olduğunu daha önce belirtmişti. Bu durum, Kıbrıs için ölümcül riskler içermektedir.
Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler, Gazze'deki savaş nedeniyle zaten gergin durumdadır. Türkiye, vatansever bir örgüt olarak gördüğü Hamas'ı desteklerken, İsrail Hamas'ı tamamen yok etmeyi kendine hedef koymuş durumdadır. Eğer iki ülke arasında savaş çıkarsa, Kıbrıs da buna bulaşacak ve bu da bizim için feci sonuçlar doğuracaktır. Ancak böyle bir savaş çıkmasa bile, Türkiye'nin S-300'lerde olduğu gibi, en kötüsünden kaçınmak için Barak-MX'lerden kurtulmamızı talep etmesi muhtemeldir. Tabii üçüncü bir senaryo daha var: Türkiye, Barak-MX'leri tam olarak faaliyete geçmeden imha etmek için bir saldırı düzenleyebilir, yani önleyici bir saldırı başlatabilir.
HANGİ ÜLKE KENDİNİ FEDA EDECEK Kİ…
Caydırıcılık gücümüzü güçlendirerek, Türk işgalini, bizi takviye edecek başka güçler gelene kadar geciktireceğimiz sık sık dile getiriliyor. İtiraf etmeliyim ki, bizi Türkiye'nin pençesinden kurtarmak için hangi ülkenin kendini feda edeceğini hayal bile edemiyorum. Belki Yunanistan? Ancak 1964'te Dillirga bölgesi Türkler tarafından bombalandığında, teorik olarak Kıbrıs o zamanlar "savunma şemsiyesi" altında olmasına rağmen, Yunanistan tepki göstermedi. On yıl sonra, Ağustos 1974'te, demokratik Yunanistan yine bize yardım edemedi ve çok övülen Yunanistan-Kıbrıs Ortak Savunma Doktrini, Kardak kriziyle birlikte bir iskambil kulesi gibi çökmüştü…
(POLİTİS gazetesinde 4.10.2025’te Rumca olarak yayımlanan George Kumullis’in yazısını, Kumullis’in kendi çevirisiyle İngilizcesi’nden Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
“Ukrayna’da Sovyet yönetmenin hatırasıyla savaş…”
Kavel Alpaslan/EVRENSEL
“Anlaşılan o ki bugünün Ukrayna yönetimi için Şepitko gibi Nazi saldırganlığından bahseden sanatçılar ‘yeterince Ukraynalı’ değil. Bu sebeple heykeller yıkılıyor, orak-çekiç sembolleri kazınıyor. Fakat tarih denilen şey yalnızca sembollerle var olmaz ki levhalar sökülünce de yok olsun? İşte Şepitko’nun filmleri olduğu yerde duruyor. Antikomünist histeri nöbetleri çoğu zaman absürt olsa da Şepitko’nun ve tüm diğer Sovyet sanatçıların eserlerinin yarattığı etkiyi gölgeleyebilecek güçte değil…”
Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde pek çok apartmanın girişinde çeşit çeşit levhalara rastlarız. Üzerinde genelde bir isim, bir portre ve bir paragraflık bir metin bulunur. Toplumda iz bırakmış sanatçıların, sporcuların, edebiyatçıların, devrimcilerin, bilim insanlarının yaşadıkları evlerin girişine yerleştirilmiştir bu levhalar.
Bir insanı anmanın türlü yolu var. Şüphesiz mekan ile hatırlamak da bu yollardan biri. Fakat her zaman yerleştirilen değil; bazen de sökülen anıtlar bizi o insanın hikayesine götürüyor.
YERİNDEN SÖKÜLEN BİR LEVHA…
Sovyetler Birliği yurttaşı Ukraynalı Film Yönetmeni Larisa Şepitko’ya (1938-1979) ait Ukrayna-Lviv’de bulunan anıt geçtiğimiz günlerde yerinden söküldü. Pek çok ödüle sahip Şepitko, Sovyetler Birliği sinema tarihindeki belki de en başarılı yönetmenlerden biriydi.
Kaldırılan levha, Sovyetler Birliği’ni çağrıştıran diğer eserlerin de bulunduğu ‘terör müzesine’ götürüldü. Ukrayna yönetimi uzun bir süredir, Sovyetler Birliği’ni anımsatan türlü anıtları yerinden sökmekle uğraşıyor. Geçmişin mirasıyla verilen savaş, Ukrayna’daki milliyetçilerin ve aşırı-sağcı ırkçı grupların takdirini topluyor.
Fakat bugün sökülen levha ne bir ‘etnik Rus’a ne Bolşevik bir devrimciye ne bir Sovyet askerine ait… Şepitko, Doğu Ukrayna’da bulunan Artemovsk (ya da bugünkü adıyla Bakhmut) doğumlu, Ukraynalı bir film yönetmeni. Fakat daha sonra Lviv’de yaşar, okuluna bu kentte devam eder.
Peki bir yönetmen -üstelik Ukraynalı- Lviv yerel yönetimini bu kadar öfkelendirecek ne yapmış olabilir? Kim bilir, belki Nazi saldırganlığı hakkında tarihe geçen filmleri rahatsız etmiştir.
ÇOK FARKLI BİR SAVAŞ FİLMİ…
Şepitko’nun 1977 yılında yayımlanan başyapıtı The Ascent yani Tırmanış bize çok farklı bir İkinci Dünya Savaşı filmi sunar. Altın Ayı Ödüllü film, iki Sovyet partizanının başından geçenleri ele alır. Fakat bu ‘savaş’ filmi, patlayan tüfekler ve aksiyon dolu sahneler içermez. Onun yerine savaşın gündelik yanlarına ve insanın iç dünyasına odaklanır. Filmde kahraman askerler kadar Nazi iş birlikçileri vardır. Savaşın toplumu nasıl yozlaştırabildiğini son derece sade bir şekilde izleyiciye gösterir.
BİR İNSANIN GÜNDELİK HİSLERİ…
Tırmanış gibi Sovyet ‘savaş’ filmlerinin en büyük farkı da budur zaten. Hollywood’dan alıştığımız üzere önüne geleni pataklayan kahraman alfa askerin fantastik savaş maceralarını değil, bir insanın gündelik hislerini bulabiliriz o filmlerde. Sovyet sinemasında çoğu zaman savaşın ‘çatışma anı’ -gerçek savaşlarda olduğu gibi- bir dekora dönüşüyor. Şepitko’nun kendi gibi yönetmen eşi Elem Klimov’un 1985 yılında yayımlanan Come and See yani Gel ve Gör filmi de bu kategoride değerlendirilebilir.
Savaş filmlerindeki yaklaşım farklarının pek çok nedeni olabilir. Ancak en önemli etkenlerden biri hiç şüphesiz Nazi saldırganlığının Sovyetler Birliği’ne getirdiği yıkımın diğer hiçbir ülkeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük oluşudur.
20 MİLYON SİVİL HAYATINI KAYBETTİ…
Farklı kaynaklardan da doğrulayabileceğimiz üzere, Sovyetler Birliği’nin savaş sürecinde sivil kayıplarda da diğer taraflara oranla çok daha büyük zarar gördüğünü söyleyebiliyoruz. Tam rakamı bulmak imkansız, ancak savaş boyunca Sovyetler Birliği’nde 16 ila 20 milyon sivilin öldüğü belirtiliyor. Buna neredeyse 11 milyonluk askeri kayıpları da eklediğiniz zaman, 1940 yılındaki ülke nüfusunun yüzde 13.7’si savaşta ölmüş demek. Cephenin en sıcak çatışmalarının yaşandığı Belarus ve Ukrayna gibi Sovyet cumhuriyetlerinde ise bu oran çok daha yükseklere çıkıyor. Örneğin Belarus nüfusunun yüzde 25’ten fazlası yaşamını yitirmiştir: Her 4 kişiden biri…
Şepitko da çocukluk yıllarında savaşın ne olduğunu, çevresinde nasıl izler bıraktığını gören milyonlarca Sovyet yurttaşından biridir. Bu deneyim eserlerine de net bir şekilde yansır.
“YETERİNCE UKRAYNALI” DEĞİLMİŞ!
Anlaşılan o ki bugünün Ukrayna yönetimi için Şepitko gibi Nazi saldırganlığından bahseden sanatçılar ‘yeterince Ukraynalı’ değil. Bu sebeple heykeller yıkılıyor, orak-çekiç sembolleri kazınıyor. Fakat tarih denilen şey yalnızca sembollerle var olmaz ki levhalar sökülünce de yok olsun? İşte Şepitko’nun filmleri olduğu yerde duruyor. Antikomünist histeri nöbetleri çoğu zaman absürt olsa da Şepitko’nun ve tüm diğer Sovyet sanatçıların eserlerinin yarattığı etkiyi gölgeleyebilecek güçte değil.
Sözün özü, henüz izlememiş olanlar varsa Tırmanış’ı izlemek için güzel bir hafta!
TIRMANIŞ FİLMİ HAKKINDA…
The Ascent – Tırmanış (1977) – IMDB: 7.7
Sovyet sineması için önemli bir değer olan kadın yönetmen Larisa Şepitko, Berlin Uluslararası Film Festivali’nden 4 ödülle ayrıldığı bu filmi 1977 yılında üretmiştir. Tırmanış, Şepitko’nun başyapıtı olarak kabul edilir.
2. Dünya Savaşı’nın ortasında dondurucu soğukların yaşandığı bir süreçte, iki Sovyet yanlısı partizan – Sotnikov ve Rybak – kendileri ve yurttaşları için yiyecek bulmak üzere yola çıkarlar. Bir Alman muhtarının evinde bir koyun bulurlar, ancak bir Nazi devriyesi tarafından tutuklanırlar ve kampa dönüşleri engellenir. Esir alınan Sotnikov, inançlarına sadık kalır ve fiziksel taciz ve işkenceye rağmen kendisine sorulan soruları yanıtlamayı reddeder. Rybak ise çok da bir şey bilmedikleri için onlara bildikleri her şeyi anlatmaları ve hayatta kalmak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğini savunur. İçlerinden biri yaşayacaktır ama çok ağır bir bedelle…
(EVRENSEL – Kavel ALPASLAN – 9.10.2025)
Larisa Şepitko...
Şepitko'nun Tırmanış filminden bir sahne...