“Bana oyuncaklarını sunup hikayeler okuyan küçük kız Marianna, hoşçakal diyorum sana…”

Sevgül Uludağ

Araştırmacı yazar Ulus Irkad, Baf’tan çocukluk arkadaşı Marianna’nın vefatı ardından hatıralarını YENİDÜZEN için kaleme aldı…

 

 

Ulus Irkad

 

1975 YILINDA BAF’TAN EVLERİNE GİTTİĞİM VE BANA OYUNCAKLARINI SUNUP HİKAYELER OKUYAN KÜÇÜK KIZ MARİANNA HOŞÇAKAL DİYORUM SANA..

1974 savaşını hemen yeni geçirmiştik. Baf çoktan düşmüştü ve esirler de çoktan Kuzey’e gönderilmişti. Kıbrıs’ın her yerinde olduğu gibi tüm insanları acılar içindeydi. Bir ay gibi kısa bir zaman içinde Kıbrıs’ın şekli değişmişti adeta. Kıbrıs, Türk Ordusu’nun operasyonlarıyla bölünmüş, ikiye ayrılmıştı. Kuzey’den 200 bin, Güney’den de 65 bin insan göçmen durumuna ya girmişti, ya da girecekti. Güney’de, Baf’ta, bizler, henüz Kuzey’e göç etmemiştik. Üslerdeki insanlar uçaklarla Türkiye’ye götürüleli bir veya iki ay olmuştu. Hatırladığım kadarıyla bir gece vaktiydi. Kapımızda bir elle vurulma sesi ve de konuşmalar işitmiştik. Hemen kapıyı açar açmaz karşımda Lefkoşa’da eğitim gören Halamın kocasının yeğeni, Filistinli Ziyad, onun yaşlarında genç bir Kıbrıslırum ve de orta yaşlı, babamın akranı modaya göre saçları uzun, gözlüklü bir adam vardı. İçeriye buyur ettim onları. Ziyad, savaş sonrası, Lefkoşa’nın Güney’ine Amman-Ürdün’den gelmiş ve yarım kalan eğitimine devam etmeye başlamıştı (Sonraları Ziyad, bir Kıbrıslırum kız arkadaşının babasına mektup vermek için Girne’de esir tutulduğu Dome Otel’e gitmiş ve o mektubu verirken yakalanıp Türkiye’ye soruşturulmak için gönderilecek ve gene eğitimi darbe yiyecekti). Yanındaki onun yaşlarındaki genç arkadaşın adı Nikola’ydı ve hemen samimi bir şekilde konuşmaya başlamıştık. Orta yaşlı kısa boylu adamın adı Spiros Hadjigrigoriou’ydu ve Yüksek muhasabeciydi. Sosyalistti… EDEK Sosyalist partisi üyelerindendi. İngiltere-Wales’de Cardiff Üniversitesi’ni bitirmiş, orada aynen babam gibi yüksek lisans da yapmıştı. Babamla aynı okulda, aynı senelerde bulunmuşlardı. Daha gençti, dinamikti. Kıbrıs’ın bölünmemesini ve Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın kardeş olduğunu söylüyordu. Kıbrıslıların bir arada yaşayabileceğini savunuyordu. Spiros, Nikola’ nın eniştesiydi ve Nikola da eniştesi gibi EDEK Sosyalist partisini desteklemekteydi. Spiros, Baf’ın Cisonerga Köyü’nden Dimitra teyze ile evliydi. O günlerde bu evlilikten küçük bir kızları vardı. Ziyad, 1972 yılında Lefkoşa’da Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde eğitimine başlamış, tam bitireceği sene maalesef 74 olayları çıkagelmişti. Nikola, Ziyad’ın okuldan arkadaşıydı.

Spiros aynı zamanda “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” (Cyprus is for Cypriots) Örgütünün de kurucularındandı ve Güney’de kalan Kıbrıslıtürklere bu örgütle birlikte kucak açmışlardı. Örgütte birçok Kıbrıslı aydın ve AKEL-EDEK sempatizanı bulunmaktaydı. Dr İhsan Ali de bu örgüte sempatiyle bakmaktaydı.

Spiros, okulların kapalı olmasından dolayı çocukların sokaklarda kalmalarından da aynen rahmetli babam gibi rahatsızdı. Okulların açılması ve tekrar öğretmenlerin ve öğrencilerin okullara dönmesinden yanaydı o da, arkadaşları da. Bu arada Spiros ve arkadaşları Baflı Kıbrıslıtürkler’e Kızılhaç yardımları, para ve yiyecek yardımlarını başlatmışlardı. Bazen her gün Lefkoşa’dan Baf’a geldikleri oluyordu. Bu yüzden çalışma yapmakta ve bu konuda insanların ne düşündüklerini merak etmekteydiler. Savaşın travmalarından, EOKA B’nin yaptıklarından dolayı, aslında Kıbrıslıtürkler Güney’de kalmak istemiyorlardı. Savaş biter bitmez birçok Kıbrıslıtürk, ya daha fazla dağlardan ya da Kıbrıslırum şöförlere para vererek sınırlara kadar arabayla giderek, Kuzey’e kaçmaktaydılar. Göçler, terör ve savaşın etkisinden dolayı devam ediyordu. Hele hele üslerin boşalmasıyla yerinde kalma işi daha da akamete uğramıştı. Spiros, beni Lefkoşa’daki İngiliz Okulu’na götürüp orada eğitimime devam etmem için çalışmalar yapmıştı. Bu yüzden, Baf’ta AKEL milletvekili Mavronikola’yı da yardımcı seçmiş, Mavronikola, Lefkoşa’da Meclis toplantısına gideceği bir gün, beni ve babamı da yanına alıp Lefkoşa’ya götürmüştü. O gün akşama kadara Lefkoşa’da kalmıştık. Önce Mavronikola ile Spiro’nun bizi beklediği bir yere gitmiş, sonra da Spiro bizi alıp direk olarak İngiliz Okulu’na götürmüştü. Ne yazık ki İngiliz müdür beni okula kabul etmeyecekti çünkü güvenliğimi pek sağlayamayacağını, kendisinin bile güvenliğinden emin olamadığını babama itiraf edecekti. İngiliz Ağrotur Üssü’nden Kıbrıslıtürkler ayrılırken, bunu protesto eden Kıbrıslırum öğrencilerin saldırısına uğradığını ve kolunun kırıldığını söyleyecek, kendi çocuklarını bile sırf eğitimlerine devam etmeleri için tekrar İngiltere’ye gönderdiğini ekleyecekti. Bunun üzerine moralimiz bozulmuştu ama o savaş hali içindeki durum da buydu.

Müdürle görüşmemizden sonra Spiro bizi kaldığı bir apartman katına götürecekti. Karşıda Beşparmak dağları görülmekteydi.  Hanımı, Sevgili Dimitra teyzenin hazırladığı çok lezzetli ve güzel bir öğle yemeği yiyecektik hep birlikte. Nikola da o gün okuldan eve gelmişti. Bu arada evin küçüğü Marianna vardı evde. 2-3 yaşlarında daha yeni konuşmaya başlamıştı. Fakat benim Kıbrıslıtürk olduğuma bakmaksızın bana Rumca konuşmaya başlamış, bu arada bulabildiği tüm oyuncaklarını alarak yanıma gelmiş ve benimle oyuncaklarıyla birlikte oynamamı istemişti. Mariannacık, o savaş durumunda bile, bir Kıbrıslıtürk abisiyle senli benli konuşmuştu ta ikindi vaktine kadar. Bir an düşünmüştüm, yahu, başka Kıbrıslırum çocuk olsa muhakkak benden korkacak veya yanıma bile gelmeyecekti ama bu özel yetiştirilmiş, demokrat bir anne ve babanın kızı olan küçük kız, benimle hiçbir engel olmadan temasa geçip konuşmaya başlamıştı. Herhalde verilen ana-baba terbiyesinin de bunda etkisi var diye düşünmüştüm. Ama haklıydım. Anne ve baba, çok okuyan entellektüel insanlardılar. O günü Mariannacığın söylediklerini anlamasam bile konuşmalarını, önüme serdiği oyuncaklarını ve de benimle oynaması için getirdiği bebeklerine bakarak geçirecek, onun bana anlattığı hikayelerini dinleyecektim. Anlamasam bile sanki de benim sessizliğimden, okulsuzluk dolayısıyla orada bulunmamı anlamış gibi, sırf canım sıkılmasın diye ilgilendiği tavırlar vardı bu cici ve küçük kızcıkta.

 Vakit gelmişti. Temsilciler Meclisi’ne gidip Mavronikola’yla buluşacak ve oradan da bizi alacak bir taksi ile tekrar Baf’a dönecektik. Meclis’e gittiğimiz zaman bizi oturum odasına aldılar. Lissaridis ve Papaayuannu gibi liderleri şahsen tanımasam bile gazete ve TV programlarından görmüşlüğüm vardı. Şimdi canlı olarak önümdeydiler. Mavronikola, hatırladığım kadarıyla altı AKEL milletvekili ile grup olarak mecliste oturmaktaydı. Bir aralık tuvalete gitmem gerekiyordu. Mavronikola da benimle dışarıya kadar gelip bana refakat etmişti. O sırada bana söylediği sözü ise hala daha unutamadım:

-Bak oğul, eğer insanlar bir anadan ve bir babadan geldiklerini takdir etselerdi savaşlar olmazdı…

Daha sonra o gün yanıma gelip benimle ve babamla tanışan, son derece nazik AKEL milletvekili Sayın George Savvides’i de anımsıyorum (Sonraları öldüğünü duydum). O gün gördüğüm Lefkoşa daha değişik bir Lefkoşaydı. O gün o değişik ve hüzünlü hırpalanmış Lefkoşa’da, tek Mavronikola’nın o sözüyle, o savaşa, o kırıklıklara rağmen küçücük bir Kıbrıslırum kız çocuğunun samimi insanca ve doğal paylaşımcı davranışları kaldı aklımda. Bir de George Savvides’in beyefendi ve nazik davranışı…

Spiro’yu ise Baf’tan ayrıldıktan 26 yıl sonra tesadüf eseri iki toplumlu bir etkinlikte 1990’larda tekrar görecektim. O zamanlar herhalde 70’lerinin içindeydi. Aradan 30 yıla yakın bir zamandan sonra Spriro, yıpranmış ve ihtiyarlamasına rağmen enerjisinden hiç taviz vermemişti. Babamın rahmetli olmasından sonra hemen cenazeye gelmişti. Marianna’yı da, hanımı Dimitra teyzeyi de getirmişti. Marianna’ya o günü anlatmış, onun o insanca ama çocukça, iyilik dolu, temiz kalpli yaklaşımını anımsatmıştım, çok hoşuna gitmişti. Aradan geçen 30 yıl sonra Marianna artık bir sanat öğretmeni olarak görev yapmaktaydı ama o çocukluğundan tanıdığım insanca davranışı, insan sevgisi hala devam etmekteydi. Marianna’yı  2004 yılından, yani babamın cenazesinden sonra pek göremedim. Birkaç gün önce arkadaşımız Kyriakos Cambazis’in bir paylaşımından öldüğünü anladım.

Sevgili Marianna sen bana 2-3 yaşlarında bile ailenden aldığın o güzel insanlık eğitimiyle, insanca davranarak gerçek ve doğal bir misafirperverlik göstermiştin, bundan 44 yıl önce. O amansız hastalık seni aramızdan ve ailenden alıp götürdü ama senin 2-3 yaşlarında bile gösterdiğin o yüce insanlık dolu hareketin hala daha beynimde. Gittiğin yerde rahat uyu. Burada hatırlayıp yazmasam, o bir günlük anımdaki sen anılmayacak ve bu anı bilinmeyecekti. 44 yıl sonra, küçüklüğünü ve bende etki yapmış o asil davranışını bu yazımla anıyorum. Rahat uyu. Spiro amcaya ve Dimitra teyzeme başları sağolsun diyorum. Çok üzgünüm…

(ULUS IRKAD – 5.6.2019)


BASINDAN GÜNCEL…

Komiser Fotiou ABD yetkilileri ile “kayıplar” konusunu görüştü

Kıbrıs Haber Ajansı’nın haberine göre ABD’de bulunmakta olan Cumhurbaşkanlığı İnsani Konular ve Yurt Dışında Yaşayan Kıbrıslılardan Sorumlu Komiser Fotis Fotiou, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüştü ve görüşmeler “kayıp şahıslar”la ilgili konulara odaklandı.

Komiser, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsilen 4-6 Haziran tarihleri arasında Washington’da düzenlenen Kıbrıs için Adalet Uluslararası Koordinasyon Komitesi’nin (PSEKA) 35. Yıllık Konferansına katıldı.

Komiser, çarşamba günü ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve İnsani konular ve İnsan hakları konularından sorumlu Jonathan Mour ve devamla Dışişleri Bakanlığı dini özgürlükler sorumlusu Büyükelçi Samuel Braunback ile görüştü.

Komiser yaptığı temaslar hakkında açıklamada bulunarak,  “ABD hükümetinin kayıp şahıslar konusunda belli çalışmalarda bulunmasını arzu ediyoruz; kayıp şahıslar listesinde şu ana kadar akıbeti belirlenmeyen ABD vatandaşları da vardır” dedi. Fotiu, tarihsel miras konusunda da Amerikalı yetkilileri bilgilendirdi.

Komiser Fotiou ve ABD’li yetkililer arasında yapılan görüşmeler sırasında UNFICYP konusu da ele alındı ve Kıbrıslı Komiser görev talimatları değişmeden UNFICYP’in adadaki görev süresinin yenilenmesinin önemine işaret etti.

(Kıbrıs Haber Ajansı – 6.6.2019)