​​​​​​​Bahar Direnişi ve Alıştığımız Yaşamın Sonu

Hasan Yıkıcı

Krizle beraber bir çeşit Bahar Direnişi deneyimliyoruz. Belediye çalışanları, esnaf, gençler ve kendiliğinden gelişen tekil tepkiler… Yaşam alanlarımız ablukaya alındıkça insan hayata direnerek ve tepki göstererek tutunmaya çalışıyor. Bir Bahar Direnişi yaşıyoruz. Meclis önlerinde, Başbakanlık kapılarında, bölge meydanlarında… Dağınık, somut, gerçekleşebilir talepler geliştirememiş ve liderliği oluşmamış olsa da direniş ateşleri yanmaya devam ediyor. 

Bahar yenilenme demektir aynı zamanda. Henüz daha organik bir liderliği gelişemeyen Bahar Direnişi, ne gibi yenilenmeler getirecek, getirebilecek mi?

***

Kriz süreçleri doğrudan veya dolaylı olarak alışkanlıklar alanına yönelmiş tehditler barındırırlar. Bu tehditler belli bir noktaya kadar idare edilebilir. Ardından hafif hafif alışkanlıklara dokunmaya başlarlar. İlkin görmezden gelinir ya da geçiştirilmeye çalışılır. Belli bir andan itibaren ise durumlar artık idare edilemez bir hal alır. Alışkanlıklar alanı sarsılmaya, zedelenmeye ve dağılmaya başlar.

Görmezden gelinen ya da geçiştirilmeye çalışılan zamanları geride bıraktık. Artık toplumsal alışkanlıkların dağılmaya başladığı bir zaman eşiğinde olduğumuzu ifade etmek abartı olmayacaktır. Kişilerin günlük hayat pratiklerinin değişimi, tüketim alışkanlıklarının sarsılması ve temel ihtiyaçların karşılanmasının dahi bir kaygı/endişe durumuna gelmesi zamanla düşünsel ve politik kırılmalara da neden olacak bir bağlamın oluşumunu şekillendirebilir.

Alıştığımız yaşamın sonunda, alıştığımız düşünce ve yaşam pratiklerinin de dışında bir yaşama etiği düşünmeliyiz.

Bu anlamda kısaca bir kaç noktaya değinip içinden geçtiğimiz süreçte daha sık tartışılması ve kamuoyuna da anlatılması gerektiğini düşündüğüm servet vergisi meselesinden bahsetmek istiyorum.

  • Krizi salt kktcyi odağa alarak yorumlayabilir miyiz? Yoksa odağımızı kktcnin de aslında ilişkiselliğinin bir parçasını oluşturduğu neoliberal sisteme mi çevirmeliyiz? Benim tavrım ikinci seçenekten yana. İkinci seçeneğin kendisi kktcnin nev-i şahsına münhasır özelliklerini ve etkisini yok saymamıza gerekçe değildir. Tam tersine neoliberal politikalar, kktc gibi bir devlet örgütlenmesinde kendisine çok daha rahat ve yaygın yer bulabiliyor.
     
  • Dünyanın birçok ülkesinde bugün enflasyonist bir dalga var. Yaşadığımız kriz bize has bir kriz değil. Ama bu yaşadığımız krizin kendimize has özellikleri de olduğu gerçeğini önemsizleştirmiyor. Önemli olan içinde bulunduğumuz sürecin daha büyük potansiyel krizlere gebe kapitalist akıl ile ilişkisini kurabilmek, krize karşı politikalar geliştirirken –kktcye özgü koşulları da atlamadan- bu zeminde geliştirebilmek. Yani bağlamı iyi belirlemek.
     
  • Bu koşullar içerisinde krizi engellemek mümkün olmayabilir. Fakat krizin yarattığı ve daha da yaratacağı tahribatın etkisini azaltabilmek, bunu zayıflatmak yöneticilerin elindedir. Bu aslında böyle de oluyor. Ama halk lehine değil, halka rağmen sermaye sınıfı için böyle oluyor.  Krize dair toplumsal örgütlenme içerisinde çok net bir yarılma var. Hükümet çok açık bir şekilde sermaye sınıfının çıkarlarını koruyor, onlara çeşitli güvenceler veriyor veya bu süreçten en az hasarla çıkmaları için kol kanat geriyor. Bunun karşısında siyasal elitler özellikle alt-orta sınıflar ve prekaryanın genelini oluşturan özel sektör emekçileri için, değil koruyucu önlem almayı, yeni zam dalgaları ile hayatı dar ediyor. Burasının çok önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü tam da bu nokta hükümetin sınıfsal karakterini açığa çıkardığı alandır.
     
  • Son bir söz de topluma ve alışkanlıklara dair. Çöken ve çökmekte olan -her ne kadar yapıları ayakta olsa da- neoliberal ekonomik akıldır. Bugün yaşanan krizin en önemli sorumlusu da bu akıl ile sağlanan uyum ve bunun hakimiyetidir. Ama öte yandan her çöküş süreci beraberinde ahlaki, manevi ve bireysel/toplumsal değerlerin çöküşünü de getirir. Ganimet ve haksız kazanç/statüler üzerine kurulu, bireyci bir kültür ve atomize olmuş kişilerin suni zenginliğiyle harmanlanan kktcye özgü ‘haz ilizyonu’ da çöküş sürecindedir. Bu da meselenin hem bireysel hem de toplumsal olarak yüzleşmek zorunda olduğumuz yanıdır. Aksi taktirde çürüyen ve çürüme üreten tüm hakim değerlerin yerine yeni değerler üretemeyiz. 

Alıştığımız yaşamın sonunda, alıştığımız siyasetin de dışında bir siyaset üretmeliyiz.

 

 


 

Servet Vergisi Nedir?

Servet Vergisi, tam da toplumcu politikalara dönüş için bence son zamanların en anlamlı talebini oluşturmaktadır. Bu meselenin daha fazla tartışılmaya ve diyalog yoluyla gündem edilmesine ihtiyaç var. Burada kısaca bu talebi uzun bir süredir dillendiren Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Celal Özkızan’ın konuya dair yapmış olduğu özeti paylaşmak istiyorum:

  • Servet; kişilerin sahip olduğu gayrimenkullerin (taşınmaz mal), lüks taşınır malların ve banka mevduatlarının toplamıdır. Gayrimenkullerin taşınır malların parasal değeri hesaplanırken, piyasadaki ortalama fiyatlar kullanılır.
     
  • Servet Vergisi, 500 bin Sterlin ve üzerinde servet sahibi olanlardan alınması öngörülen bir vergidir. Bu miktarın altında kalan HİÇKİMSEYE Servet Vergisi UYGULANMAZ.
     
  • 500 bin Sterlin – 1 milyon Sterlin arası servete sahip olanlardan %5’lik bir kesinti. / 1 milyon Sterlin – 5 milyon Sterlin arası %7.5’luk bir kesinti. / 5 milyon Sterlin – 10 milyon Sterlin arası %10’luk bir kesinti./ 10 milyon Sterlin – 50 milyon Sterlin arası %12.5’lik bir kesinti. / 50 milyon Sterlin ve üzeri ise %15’lik bir kesinti yapılacaktır.
     
  • Servet Vergisi kurumlar vergisinden de gelir vergisinden de farklı bir vergi türüdür, yani mevcut vergi sistemimizde henüz var olmayan bir vergi türüdür.
     
  • Ekonomik yatırımlardan Servet Vergisi alınmaz. Gerek yerli yatırımcıların gerekse de yabancı yatırımcıların yaptığı yatırımlardan ve girişimlerden Servet Vergisi alınmaz. Aksine, Servet Vergisi yatırımı teşvik eder çünkü Servet Vergisi sadece yatırıma dönüşmeyen, ekonomiye ve toplumsal yaşama hiçbir faydası olmayan birikimlere, mülklere ve lüks tüketime uygulanır. Servet Vergisi ile birikimleri kişisel servet olarak tutmanın maliyeti yükselir ve böylece bu birikimleri derhâl yatırıma dönüştürüp topluma kazandırmak daha cezbedici hale gelir.
     
  • Servet Vergisi işverenlere uygulanan bir vergi değildir. Servet Vergisi, toplumdaki en büyük servet sahibi çok küçük bir azınlığa, yani ülkenin nüfusunun tamamının sadece yüzde 2’si kadar olan bir kesime uygulanır. Ülkemizdeki işverenlerin çok büyük bir çoğunluğu, bu yüzde 2’lik grubun içinde değildir.
     
  • Servet Vergisi'yle yaratılacak kaynaklar, KAMUSAL YATIRIMLAR için ve VATANDAŞIN GİDER KALEMLERİNİ AZALTACAK UYGULAMALAR için kullanılır. Bu çerçevede; sağlık altyapısının iyileştirilmesi, ucuz sosyal konut projeleri, karayolu altyapımızın geliştirilmesi, devlet okullarının iyileştirilmesi, toplu taşımacılığın geliştirilmesi, ülkedeki yerli sanayi üretiminin çeşitlendirilip geliştirilmesi ve enerji harcamalarının kullanıcılara yansıyan maliyetinin düşürülmesi için Servet Vergisi’nden toplanan kaynaklar kullanılır.

 


Direniş Çadırı

Siyasi kimlik fark etmeksizin bir araya gelen güzel insanlar başbakanlık önünde kurdukları çadır ile “Bahar Direnişi”ne can veriyorlar. Hayatın da mücadelenin de sokakta olduğuna işaret ediyor. Umarım bu “direniş nöbeti” somut ve gerçekleşebilir talepler ekseninde büyüyecek olan bir mücadelenin tetikleyicisi olur. Yürekleri bahar gibi dostlara selam olsun.   

Bahar Direnişi’nden kareler

Nisan günü sendikaların öncülüğünde gerçekleşen son 10 yılın en büyük genel grev ve mitingi. Bu tarihi grev sonrası sendikaların atacağı adımlar ise merak konusu.

Gençlerin öncülüğünden Başbakanlık önünde kurulan çadır, Direniş Nöbeti.

Belediyeleri kapatılmak veya birleştirilmek istenen Dikmen ve Yeniboğaziçi Belediyesi emekçilerinin eylemlerinden bir kare.

Bölgesel eylemlerden biri… Çatalköy’de yakılan direniş ateşi.

Bağımsızlık Yolu çemberlerde gerçekleştirdiği pankart eylemleri ile servet vergisi talebini yükseltiyor.