“Baf’ta Yıldız Otel’in müşterisi Güven Bey…”

Sevgül Uludağ

Ulus Irkad, 1974’te Koca Kaya’da (Doğruyol) savaşta öldürülen İhsan Güven Salih’le hatıralarını YENİDÜZEN için kaleme aldı…

Ulus Irkad 

Şimdi size 1964 yılından sonraki olaylarda ev bulmak için çektiğimiz sıkıntıları anlatsam burada roman olur. O günlerde göçmenler var. Ev sahipleri, ödenemeyen kira paralarından ötürü sıkıntı çekmekte. Ödenemedikleri için de kiracılarının evlerini terketmelerini istemekteydiler. Güya teşkilat bu işleri idare ediyordu ve kiraları da dondurmuştu ama ev sahiplerinin huysuzluğuna karşı evden ayrılmak en iyi çareydi aslında. 1963 olayları yeni başlamıştı. O zamanlar daha beşinci kardeşimiz doğmadığı için dört erkek kardeşiz ama ödenemeyen öğretmen- memur olan babamızın ne kadar sıkıntı çektiğini anlatsam gene epey alır. Elinde kalan birkaç kuruş ile geçinmeye ve dört çocukla hanımına bakmaya çalışıyor zavallı babam. Tabii tasarruf yapmak ve elindekilerini de korumak için birkaç ay ev sahibini ödeyememişti. Derhal evden ayrılmamız istendi. Çaresiz ayrılıyoruz ve sınır üzerinde Babagoççino’nun Hanayı denilen, üzerinde Kıbrıslırum milislerlerle, EOKA’cıların ve askerlerinin beklediği “hanay”ın karşısına yerleşiyoruz. Aslında güvenliğimizin ne kadar önemli olduğunu o günlerde daha iyi anlıyoruz. Babagoççino Hanay’ındaki fanatiklerin genç annemize laf atmaları yanında, babamın 1963 yılında evin mevzi olarak kullanıldığı avlusunda, kum torbalarını temizlemesi, TMT’cileri de kızdırır ve daha ilk geceden tehdidi yiyoruz bizim teşkilatçılardan. Birkaç gün sonra ise Baf Polis Komutanı Fuat Türköz Bey, oğlu rahmetli Semih’i, BM askerleri eşliğinde Ayyanni’ye (Aydın Köyü) uğurlarken tam sınır üzerinde dumdum kurşunuyla vuruluyor, anne ve babamı bu vurma olayı daha da korkutur ve kısa süreli kalışımızdan sonra, hemen daha da içlere çekilmek mecburiyetinde kalıp, avlusu ortasında sadece bir açık tuvaleti olan, üst üste iki odası ve damı da toprak olup, devamlı akıtan bir eve yerleşiyoruz. Çok zor günlerdi çünkü her şey, çamaşır ve tuvalet işleri dahil açıkta yapıldığından ötürü, kısa zamanda annemiz ciğerlerinde hastalanarak, o 1963-64 koşulları içinde, Lefkoşa Kızılay Hastahanesi’ne kaldırılır. Daha sonra annemiz geri gelir ve o şartlarda, 1965 yılında beşinci erkek kardeşimiz de dünyaya gelir. Ondan öncesi halamız Sultan Şifa Arıkan’ın, arkasında kocasını ve iki buçuk yaşındaki kızını bırakarak, 24 yaşında kaybı da aile için büyük bir üzüntü olur. Evet, ev almak teşkilatın iznine bağlı... Ev buluyorsunuz bazen ama size yerleşme izni verilmezse siz o eve yerleşemezsiniz veya bulduğunuz ev, bir bakarsınız teşkilat tarafından, Baf’a yeni gelen bir başka memura veya öğretmene verilmiştir. Siz de ağzınız açık bakakalırsınız. O zor koşullarda Mazlume Hanım’ın Yıldız Oteli’nin arkasındaki kiralık evi yardıma koşar bize. Yıldız Otel dedimse sadece iki katlı, alttaki iki koca odası kahvehane veya bir göçmenin kaldığı, daha sonraları da Bar olacak bir yerdi. Toplam 12 küçük odası vardı. Avustralya’ya gidecek olan, Baf’ın sosyal ve kültürel faaliyetlerinde büyük rol oynayan, Baf Kurtuluş Lisesi öğrencilerinden Aysel ablamız, babama gizlice evin anahtarını bırakarak, Baf’ı ailesiyle terkeder ve biz de babamın öğrencilerinin yardımıyla o eve taşınırız. Bize yardıma gelen babamın öğrencileri arasında rahmetli savcılarımızdan Mehmet Şefik’i ve arkadaşlarını buradan saygı ve sevgiyle anıyorum. Mehmet Şefik’e de rahmetle diyorum.

Evet, evimiz Yıldız Otel’in hemen arkasında, bir yüzü Gavur İmam Sokağına, arkası da Yıldız Otel’e bakıyor. Mazlume Hanım, 1962 yılında hayata veda etmiştir ve eve de, otele de, akrabalarından emekli öğretmen rahmetli Himmet Efendi bakmaktadır. Mazlume Hanım’ı tanıyordum çünkü üç-dört yaşlarında otelin zilini dış kapıdan haylazlık olsun diye çalar ve Mazlume Hanım’ın beni kovalamasından zevk alırdım diye hatırlarım. Zavallı kadını haylazca birçok defa rahatsız etmiştim. Mazlume Hanım 1962 yılına kadar kendi otelinde idarecilik yapmıştı. Galiba otelin en altındaki büyük odaların birinde de kumaş satardı ölmeden önce. Ölen kocasından sonra, tek kalan oğluna Osmanlı Dönemi sayılacak yıllarda, İstanbul Mülkiye’de eğitim yaptırmış ama oğlu “Tahsin Adam” mezun olduktan sonra Fransa’ya gitmiş ve oradaki siyasi erk içinde  epey yeri olmuştu. Denildiğine göre 1920’li yılların başlarında yeni Türk haflerinin  tanıtımında, genç bir üniversiteli olan Tahsin Adam da, gönüllü eğitimci olmuştu Kıbrıs’ta Baf çevresinde. İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransız Cumhurbaşkanı Pompidou’nun danışmanlığını ve BM’de UNESCO’nun kuruculuğunu yaptığı söylenirdi. Oğlu Tahsin Adam’ı annesi öldükten sonra, 1970’li yıllarda otele geldiğinde tanımış, bu uzun boylu adamın daha fazla Fransızca ve İngilizce konuştuğuna şahit olmuştum. Otelde tadilatlar yapmak istiyordu ama 1974 yılı çıkınca her şey altüst olmuştu. Tahsin Adam’ı Kıbrıslırum lider ve eski Cumhurbaşkanı Kiprianu’nun (O zamanlar sanırım Dışişleri Bakanıydı) yakından tanıdığını ve Kıbrıs’a her geldiğinde de onu resmi devlet merasimi ile karşıladığını çok iyi biliyorum. 1989 yılında, 1974 sonrası,  Baf’a ilk ziyaretimde, mahallemizin Kıbrıslırum sakinleri, Tahsin Adam’ın  Aşağı Baf’ta bir otel yaparak turizmle uğraştığını, yaşı yüz civarında olmasına ragmen hala yaşadığını söylemişlerdi. Artık yaşadığını sanmıyorum. Bu arada, o kadar Yıldız Otel’e yakınız ki otele yeni gelen müşterileri de tanıma olanağını buluyoruz. Baf Kurtuluş Lisesi’nde ders veren bazı öğretmenler yanında, gene Limasol veya başka kazalardan gelen memurlar veya yeni müşteriler de otelde kalmaktadırlar. 

1970’li yılların içinde otelin bayağı fazla müşterisi olurdu. Bunlardan orta boylu, hafif tıknaz, siyah saçlı, elinde bir resmi evrak çantası olan bir adamın, devamlı otele gelip kaldığını izlemeye başlamıştım. Evimiz de otelin yanında ya, gelenlerin hepsini de gözleme fırsatımız oluyordu. Genç adam, esmerce, Ayhan Işık’ı andıran bıyıkları olan ciddi bir adamdı. Görünüşünden bayağı işine bağlı biri olduğunu anlardınız. Tabii onu ilk kez Yıldız Otel’in basamaklarını çıkarken gördüğümde, ne saklayayım Eğitim Bakanlığı’ndan bizi okulda denetlemeye gelmiş bir müfettiş sanmış ve hemen rahmetli babama sormuştum:

“Baba bu adam Eğitim Bakanlığı’ndan gelmiş bir müfettiş mi?”

“Hayır o müfettiş ama Kooperatif ve bankaları denetlemeye gelmiş bir Maliye Müfettişi” demişti.

Güven Bey, her sabah erkenden kalkar, elinde çantası öncelikle Mutallo’nun bir kafeteryasında kahvaltısını yapıp işine başlamak için yola çıkardı. Her kalktığında da muhakkak saçları taranmış, belli ki sabah tıraşını da olmuş, takım elbiseleri ve elinde taşıdığı evrak çantasıyla dikkat çekerdi, aynen bizim okula gitmeye çalıştığımız ve kahvaltı yaptığımız saatlerde. Bazen okula giderken ön tarafta onunla buluşur ve selamlaşırdık. Bu sabah karşılaşmalarımız 1974 yılına kadar sürmüştü. 1974 yılı artık Baf’ta da son anılarımızın yaşandığı anılardı. O 1974 yılının ilkbahar aylarına kadar devamlı Baf’a geldi. Biliyorsunuz 1974 ilkbaharı artık Baf’taki son anlarımız ve de 1974 olaylarına da az kalmış bir süreydi şimdi baktığımda gerilere. Sonra 1974 olayları yaşandı. Güney’deki tüm kentler gibi Baf da düştü. Savaş sırasında diğer akranlarım gibi ben de mevzideydim ve birçok ölüm tehlikesi ile karşılaşmıştım. Oldukça duyarlıydım ölüm olaylarına. Etrafımızda her gün gördüğümüz birçok tanıdığı ve arkadaşımızı yitirmiştik. Baf da acı olaylar yaşadı, şehitler verdi.  Bizler esir düştük. Savaştan bir sene sonra artık, bir şekilde, Lefkoşa’da çıkan gazeteler Baf’a gelmeye başlamıştı. Gazetelerde birçok şehit resimleri vardı. Bunlara dikkatle bakıyordum. Aralarında tanıdıklar vardı. Baf’ta şehit düşen arkadaşlarımız, bilhassa Arif Ruso ve İhsan Kılıç yüreklerimizi yakmıştı. İkinci Harekat’ta öldürülen Mustafa Çakır, abisi Erdoğan Çakır, onların dışında gene öldürülen arkadaş, komşu ve dostlarımız olmuştu. İkinci Harekat’ta bir katliam yaşanmıştı. Ama öyle görünüyordu ki başka kasaba, köy ve şehirlerimizde de birçok insan şehit düşmüştü. Küçük bir toplumduk ve o zaman da bunca şehit veya kayıp bizleri etkiliyordu. Bozkurt Gazetesi’ydi elime aldığım herhalde. Ansızın devamlı tanıdığım bir insan yüzü ile karşılaştım. Evet, Maliye Müfettişi Güven Bey’in resmi vardı gazetede. Boğaz’da Bozdağ mevkiinde şehit olduğu yazılıydı resminin altında. Herhalde bir sene sonra mevlidi de gelmişti. Gazeteyi aldım ve bu sırada dedemle babamın birlikte oturdukları odaya girdim. Dedem Bektaşi-Alevi ve Mevlevi olduğundan dolayı devamlı evde Mevlevi ney taksimleri dinliyordu. Elimde gazete:

“Dede, baba, bakın Yıldız Oteli’nin devamlı müşterisi Maliye Mütettişi Güven Bey de şehit olmuş” dedim.

Babam:

“Biliyordum oğlum” dedi.

Meğer o gazeteyi benden önce görmüştü.

“Çok insan öldü” dedim, “hem de çok”…

Babam savaşlarda bunların normal olduğunu söyledi sonra.

Mandirga’da bir havan bombasının Ramadan Efendi’nin evine sığınan 24 kadın ve çocuğu öldürdüğünü ve bunların arasında Baf Kurtuluş Lisesi’nin öğrencilerinden de tanıdık arkadaşlar olduğunu konuştuk.

“Abdullah Muzaffer, Özbekan’ın kardeşi, ve de Seten Ekinci’nin kızkardeşi, Adana Çukurova Üniversitesi öğrencilerinden Sıtkıye de aralarındaydı” dedim babama.

Babamın gözleri dolmuştu. Hem Güven Bey’e hem de öğrencilerine içten ağlıyordu.

Dedem ney taksimi devam ederken o kadar etkilenmiş olacak ki devamlı başını sallıyordu. Ney taksimi konuşmamıza bir hüzün de veriyordu.

“Allah hepsine rahmet eylesin” dedi. Hafifçe inandığı mezhep ritüeline uygun, ney taksimini kendi içinde okuduğu dualarla ölenlere adıyordu dedem sanki de. Oda hüzünle dolmuştu. Babam sessizce ağlıyordu.

Sessizce ağlamaya başladım.

Odada sadece, o neyin kutsal ve hüzünlü havasıyla ney taksimi duyuluyordu…

(ULUS IRKAD – 5.4.2018)