“Baflı Komutan Osman Karşılı için geciken bir veda yazısı...”

Sevgül Uludağ

Ulus Irkad

Osman Karşılı Komutanı, 1973 yılında 16 yaşında Mandirga’da Baf Kurtuluş Lisesi talebeleri için düzenlenen adı “İzci” (!) ama aslında bir askeri kamp olan Kamp’ta tanımıştım.

1960 yılında kurulan Kıbrıs Alayı’nda bir askerdi ve elbette 1963-64 olaylarının başlamasıyla Mücahit Birlikleri’nde, herhalde Astsubay-Eğitimci görevine başlamıştı. Bana göre herhalde artık Kıbrıslıtürk ve Türkiye istihbaratı Makarios’a 15 Temmuz 1974 yılında yapılacak olan Darbe’yi öğrenmiş ve genelde Kemal Yamak’ın da daha sonra “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” kalın kitabında da yazdığı gibi, ilk anda ada genelinde herhangi bir kırmızı sinyal, yani olağan üstü hale geçildiği anda 15-16 yaşlarındaki tüm eli silah tutan Kıbrıslıtürkleri de dahil silah altına çağırıp, tam donanımlı savaşa hazır hale getirme hazırlığıydı (Kemal Yamak’ın adı geçen kitabına göre seferi güçler 5600 civarındaydı.)

Kıbrıslı toplumlar aslında gene 1963 sonrasında olayların da etkisi ile (1950’li yıllardan itibaren) doldurulmuşlar ve adada gelişen olaylarla adeta patlayacak bir volkana döndürülmüştü. Milliyetçilik ve nefret en doruk noktalarındaydı. Elbette kabahatin büyüğü de etkin olan Kıbrıslılardaydı. Milliyetçi olan ve saygıdan mahrum, barış dili olmayan veya 1963 sonrası negatif barış olup gene patlayacak olan bir duruma getirilmişti toplumlar.

Şu haklıydı veya bu haklıydı demiyorum.

Birbirlerine saygı da kalmamıştı toplumlarda artık.

1963 yılından başlayıp “Benim mutluluğum başkasının acısıdır” empatisinin gelişmemesinden gelmiştik bu ortama. Bugünlerde “Bir Sır Adam” kitabını okuyanlar beni anlayacaklardır. Veya Makarios Druşotis’in kitaplarını okuyanlar ve tüm bu kitapları okuduktan sonra bu senteze varanlar benim ne demek istediğimi kavrayacaklardır. Gerek 1963 ve gerekse 1974 yılında benim akranlarım çektikleri acılarıyla bu ortamı yaşadılar.

İşte bu süreç içinde tanıdım Osman Karşılı Komutanı. Önceleri onu sert mizaçlı biri olarak dıştan değerlendirecektim ama daha sonraları konuştukça onun çok dürüst ve temiz bir insan olduğunu öğrenecektim. Mandirga’da (Üç veya iki hafta olarak hatırlıyorum) bazı geceler sohbetlerimiz olurdu deniz kenarındaki kampta.

“Sen kardeşin Tema gibi değilsin, belli ki o daha sosyal, konuşkan ve de hareketli, vallahi çok da yakışıklı ve de kızlar arkasından koşuyorlar” derdi gülerek.

“Herhalde baban ona daha fazla önem verdi” derdi. Gülerdik… Ama ona benimle Tema arasında kardeş olsak bile farklılığımız olabileceğini söylerdim. Ben derslerime çalışmayı ve o zamanlarda da bol bol kitap okumayı yeğlerdim. Evimizden pek dışarıya da çıktığım yoktu. Belli ki Osman Komutan o üç haftalık süre içinde de benim devamlı kitap okumamı da gözlemlemiş ve bu espriyi dile getirmişti.

Sonra Baf’a döndük. Onu dışarda her gördüğümde selam verirdim. Onu en son Mavrali’de o bölgenin komutanı olarak görmüştüm. Radyolardan Milli Marşlar ve Mehter Marşları yükseliyordu. Moral sıfırdı çünkü o marşlar bana ölüm havasını hatırlatıyordu.

Emirlerini 17 yaşındaki bir çocuk olarak yerine getirdim. Ani bir atak yapılarak 1964 yılında yitirilen o bölge hemen alınmıştı ve maalesef kazılmış mevziler de bulunmuyordu. Oradaki yerleşime bir çocuk olarak katkıda bulunmaya çalıştım kendi gücümce. Ne emredilirse yaptım. Yapmak mecburiyetindeydik çünkü artık süreç ve ortam bunu emrediyordu bize. O yaşımda bile inanın savaşın değil barışın gerekli olduğunu, savaşın bir şey getirmeyeceğini düşünüyordum.

Gelecek  ve yaşanılacak olanların çok acılarla, korku ve telaşlarla dolu olacağını sezmiştim.

Şimdi bile bu düşüncelerimden ötürü bana karşı çıkıp bu düşüncelerimin gereksiz olduğunu yazacaklar ama ben Şevket Süreyya Aydemir’in tüm kitaplarını okurken İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’in savaşlara karşı olduklarını, elde kılıç bir kol işaretiyle bile yüzbinlerin ölmesinden ötürü İsmet İnönü ve Mustafa Kemal Atatürk’ün bu durumdan dolayı savaşlara karşı olduklarını ve vicdan azabı duyarak “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” doktrinini Türkiye Cumhuriyeti’ne kazandırdıklarını, hatta bu doktrinlerinden dolayı Yunanlı lider Venizelos’un gerek Atatürk’ü, gerekse İnönü’yü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdiğini çok iyi biliyorum. Kemal Yamak’ın aynı adlı kitabında, İngiltere görüşmelerinden 19 Temmuz 1974 gecesi Ecevit ve Kemal Yamak’ın uçakla Türkiye’ye geri gelirken, Ecevit’in Kıbrıslırumlara bomba yerine çiçek atılmasını istediğini ve Kemal Yamak’ın Ecevit’in bu düşüncelerinden dolayı Ecevit’i kınadığını o kitapta okumuştum. Arzu edenler bu kitabı bulup lütfen okusunlar.

Osman Karşılı Komutan, bana birçok emirler verdi. Onları içimdeki korku ve telaşa karşın uyguladım. Mevzi kazılması ve uçakların görebileceği branda bezlerine kadar…

Hatta Rahmetli Mustafa Tarkuş’la binlerce Kıbrıslırum’un mevzi kazdıkları “Melano Tepeleri”nin altına bile koymuştuk o branda bezlerini (Görülseydik Çek silahlarıyla delik deşik edeceklerine de şüphe yoktu.)

Bu arada “Khloreka Köprüsü”ne (Türk mevzilerinden çok uzakta olmasına rağmen) roketatarla üç roket atma emri için, mevzilerimizden çok uzakta ve bunun sonunda ölüm olmasından  korkmama rağmen, isteksizdim; çekilen kurada oraya giden iki arkadaştan biri ölmüş diğeri ise parmaklarını kaybetmişti.

Savaş başladığında Osman Karşılı Komutan ilk atılan şarapnellerden ilk vurulan oldu. Bu savaştan sonra onu hayatım boyunca da artık görmedim. Görmek istememe ve onunla gene konuşmak istememe rağmen Osman Karşılı Komutanla artık hiç karşılaşamadım. Geçen hafta hayata gözlerini yumduğunu öğrendim. Bu yazıyı yazmayı daha o günlerde istedim ama yoğunluktan dolayı şimdi yazıyorum.

Osman Karşılı Komutan hayatta gördüğüm en temiz yürekli ve en namuslu insanlardan biriydi. Keşke savaşlar olmasaydı ve keşke o acılı günleri yaşamasaydık. Keşke kaybettiklerimizi de kaybetmesek ve huzur içinde yaşasaydık. Sevgili komutanım, bıraktığın anıların önünde saygıyla eğiliyorum…


KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“İdam edilmişlerdi...”

Özcan Özcanhan

(Çok değerli, emektar gazeteci arkadaşımız Özcan Özcanhan, Andonis Andoniu’nun bir yazısını bu sayfalarda yayımlamamız ardından, bu konuda kendi bildiklerini de sosyal medya sayfasında paylaştı... Ona çok teşekkür ediyoruz çünkü bu yazdıkları sayesinde, bilmediğimiz çok şey öğrenmiş olduk... İngiliz Okulu eski öğretmenlerinden, çok değerli arkadaşımız Andonis Andoniu, İngiliz Okulu Müdürü’nün hatıralarından oluşan kitap hakkında bir yazı kalame almıştı ve biz de bu yazıyı İngilizce’den Türkçe’ye çevirerek yayımlamıştık... Andonis Andoniu arkadaşımıza da Özcan abimizin yazdıklarını aktardık ve o da bu konuda bilmediği şeyleri öğrenmiş oldu... Özcan Özcanhan abimizin sözkonusu aydınlatıcı yazısını sayfalarımıza kendisine çok teşekkürlerimizle alıyoruz... S.U.)

1955'ler sonrası Lefkoşa'da İngiliz askerleri çeşitli bölgelere dikenli teller çekerken... Fotoğraf Tales of Cyprus'tandır...

Fotoğraflarını  gördüğünüz  bu  iki  şahıs,  İngiliz sömürge idaresince idam edilen ilk  iki EOKA’cılardı..  Bu  gün, değerli meslektaşım Sevgül Uludağ’ın  bir yazısını okuduktan  sonra, bazı  hususları  sizlerle paylaşmayı uygun  gördüm. 

Michail Karaolis, İngiliz Okulu mezunu, bir kamu görevlisi idi..  1 Nisan 1955’de EOKA yakıp yıkmaya, katletmeye, kan dökmeye başladığında  Karaolis  ön saflarda yer aldı. Ve, Polis Sokağı’nda, Lefkoşa’da  Nihat Çavuş’u  vurarak katletti. Bisikleti ile  kaçmaya uğraşırken, Hamamcı Hasan’ın eşi tarafından itilip yere düşürüldü  ve yakalandı. 10 Mayıs 1956’da idam edildi. Andreas Dimitriyu da, bir İngilizi öldürmek için vurdu. Öldüremedi. Ama, o da  idam edildi. 

Ben de  İngiliz Okulu mezunuyum. Karaolis  benden üç sınıf ileride mezun olmuştu. Ne acıdır ki, bizler  1955 Mayıs ayı gelmeden -tam mezun olamadan- okulu bırakmak zorunda kaldık. Okulun  futbol takımının  golcüsü-skoreri idim. Spor hocamız Mr. Brown'a  okula artık gelemeyeceğimi, Sotiris  ve Menelau isimli 2  Rum’un beni tehdit ettiğini anlattım. Zamanın Müdürü Jackson’a götürdü beni, durumu anlattık. Erken, Türkiye’ye gideceğimi, bir bankada iş bulduğumu söyledim.  Bana, çok methedici bir yazı ile mezuniyet hakkı tanıdı. Güvenilir, karakter sahibi, çalışkan, dürüst biri  olduğumu anlatan testemonial  verdi. 1955 Şubat ayında okuldan ayrıldım.

Hakikaten Türk Bankası’nda, ayda 18 Kıbrıs Lirası ile işe başladım. Sonra 25 Lira maaşla  SHELL   Kumpanyası’na geçtim.

Vurgulamak istediğim, daha o yıllardan başlayarak EOKA’nın, yaşamımızı  değiştirmesidir.  Bankacılıktan,  Shell'e ve ardından Tapu Mesaha Dairesi’ne kamu görevlisi. İki yıl sonra da  “Town Planning and Housing Dept.” (Şehir Planlama ve Konut Departmanı),  Building  Inspector (İnşaat müfettişi) oldum... Nereden nerelere!!  Bazı beklenmedik olaylar  yaşamımızı  şekillendirebiliyor işte.

En  bariz öreneği, memuriyetten  gazeteciliğe, radyo tv  yayıncılığına!!

60  yılı aşkın süre medya çalışanı. Yurtiçi, yurtdışı seminerler, konferanslar, burslar sayesinde, Türkiye’de  İngiltere, Almanya, İsveç ve Amerika’da aldığım eğitimler sonucu, bilgi ve tecrübe dağarcığımı doldurdum. Varoluş mücadelemizde, EOKA’ya karşı, önsaflarda görev almış olmaktan gurur  duyuyorum.  Andonis Andoniyu’nun  yazısını, açıklamalarını tercüme eden Sevgül Uludağ’a da teşekkürü borç bilirim. Herkese  selam saygılar. Bugün de   bu kadar...